IŞİD’in Kobani’ye dönük saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gerçekleşen protestolar gerekçe gösterilerek açılan Kobani Davası, 16 Mayıs 2024’te sonuçlandı. HDP’nin eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı dava 3,5 yıl sürdü. Yapılan yargılama sonucunda 24 siyasetçi hakkında farklı suçlamalardan toplamda 408 yıl 3 ay hapis cezaları çıktı.
Selahattin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a ise 30 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Haklarında hapis cezalarına hükmedilen siyasetçilerden Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel ve Ayla Akat Ata’nın da aralarında olduğu 5 siyasetçi, tutukluluk süreleri göz önüne alınarak tahliye edildi. DEM Parti Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in de aralarında olduğu 12 ismin beraat ettiği davada, 72 ismin dosyası ise ayrıldı. Davaya bakan Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, verdiği hükümlerin gerekçelerini ise yaklaşık 11 aydır açıklamış değil.
Dosya avukatlarından Erhan Ürküt, gerekçeli kararın şimdiye dek açıklanmamış olmasına ilişkin İLKE TV’nin sorularını yanıtladı.
Gerekçeli kararı henüz hazırlanmamış olan Kobani Davası nasıl bir yargılamaya sahne oldu. Mahkemeden çıkan hüküm kararlar, aradan geçen zamanda bugün ne anlam ifade ediyor?
Kobani Davası aslında Kürt siyaset paradigmasının, HDP’nin ve bununla birlikte çözüm sürecinin duruşma salonlarında tartışılması meselesiydi. Bunu sadece bir yargılama olarak düşünürsek haksızlık etmiş, basite indirgemiş oluruz. Aslında daha çok HDP’nin 2015 seçim zaferinin yargılanması ile birlikte çözüm sürecinin yargılanması desek daha doğru olur.
Çünkü dosyada isnat edilen suçlamalara ilişkin somut, maddi gerçeği ortaya çıkarabilecek hiçbir delil yoktu. Tamamen siyasi parti faaliyetleri, Kürtlerin her platformda tartıştıkları konular, önümüze yargılama konusu olarak geldi. Yani çözüm süreci heyetinde yer alan Selahattin Demirtaş ve diğer kişilerin Kandil’de çekilmiş fotoğrafları dosyanın içeriğine girdi. Bunların hepsi bir yargılama konusu oldu. Oysa ki bu insanlar hükümetin bilgisi ve izni dahilinde gidip geldiler. Orada paylaşılan her şey gelip hükümetle, İmralı’yla paylaşıldı. Yani tamamen aslında legal olarak yürütülen her şey, Kobani dosyasında iddianameye dönüştürüldü ve cezalandırma aracı olarak karşımıza çıktı.
Bizler de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin Demirtaş ve Yüksekdağ kararlarını tartışmaya çalıştık. AİHM, iki defa Kobani dosyasında yapılan suçlamalarla ilgili bunların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, PKK ile HDP’nin veya yargılananlar arasında bir illiyet bağı bulunmadığını, bu kişilerin tamamen siyasi saiklerle yargılandığı yönündü karar verdi. Ancak mahkeme açıkçası kendi çaldı, kendi söyledi. “Defter de benim, kalem de benim, istediğimi yazarım” dedi ve yazdı da. Biz aslında böyle bir süreçle karşılaştık. Bu süreç içerisinde makul bir sürede yargılamaların yapılmadığını, yine makul sürede savunma hakkınızı kullanmak istediğimizi defaten söylememize rağmen mahkeme bunları dikkate almadı.
Mahpushaneler hayatınızın bir yerinden götüren yerlerdir. Bunu mahpushanede yaşayanlar bilir, bir de yakınları bilir. Hem avukat hem bir mahpus yakını olarak şunu söyleyebilirim. Onlar orada yeterli sağlıklı koşullarda değil.
Bununla beraber Kobani yargılamasında hasta tutuklularımız da vardı. Mesela Nazmi Gür’ün kalbine stent takıldı. Kalp krizi riski var, gözlerinde ciddi problemler var, başka sağlık sorunları var. Ancak Adli Tıp, yüzde 99 oranda bile bir engeliniz olsa bile “cezaevinde kalamaz” raporu vermeyeceği için ona da öyle bir rapor verilmedi. Bundan dolayı Nazmi Gür hasta tutuklu olarak içeride tutuluyor. Başka hasta tutuklar da var. Aslında Selahattin Demirtaş da hasta tutuklu sayılır, o da içeride operasyon geçirdi. Çok dile getirmeseler bile diğerlerinin de sağlık sorunları var.
Mahpushaneler hayatınızın bir yerinden götüren yerlerdir. Bunu mahpushanede yaşayanlar bilir, bir de yakınları bilir. Hem avukat hem bir mahpus yakını olarak şunu söyleyebilirim. Onlar orada yeterli sağlıklı koşullarda değil. Geçen gün Ümit Özdağ, cezaevinde güneşi göremediğini çizmiş. Biz onu yıllardır söylüyoruz. Yıllardır gökyüzünü, baharı, yazı, mevsim değişikliklerini, doğanın rengini göremediklerini söylüyoruz. Bir beton içerisinde insanlar hayatlarını devam ettiriyorlar. İçeride göz numaranızın değişmesi bile aslında hasta mahpus olduğunuz anlamına geliyor. Çünkü cezaevine girmeden önce sağlık durumunuz bu kadar kötü değilken, içeri girdikten sonra yetersiz beslenme, fiziki koşullar ve bununla beraber gelen hastalıklar sizi hasta mahpus yapar. Bunun için yaşı kemale ermiş mahpuslarla birlikte hasta tutukluların tam teşekküllü devlet hastanelerinden alınacak raporla tutuklarının gözden geçirilmesi gerekiyor ama Adli Tıp’a gönderme alışkanlığı maalesef buna büyük bir engel.
11 aydır mahkemenin açıkladığı hükümlerin gerekçelerini bilmiyoruz. Bu durum teknik bir eksiklik mi yoksa dosyanın siyasi yanıyla mı bağlantılı?
“Bu kumpas davasında bu kişiler rehine olarak tutuluyor. Rehine olarak tutulmaları, şu an devam eden süreçte kullanmak için de olabilir. Onun için sürecin gidişatına göre kararın açıklanması bekletiliyor olabilir.”
Şimdi öncelikle mahkemeye hak veriyorum. Mahkeme bize vermediği hakkı, kendini tanıdı. Binlerce klasörlük bir dosyadan bahsediyoruz. Böylesi bir dosyada hem mahpushanede savunma hazırlamak hem de avukat olarak savunma hazırlamak aylarınızı alabilecek bir mesele. Bakın binlerce sayfadan oluşun dava iddianamesi mahkeme tarafından 3 günde, çok müthiş bir performansla okunup kabul edildi. Ben üç günde bu kadar sayfayı okuyamam. Milyonlarca sayfaya gelmiş bir dosyada savunma yapabilmem için bana en az bir yıl, mahpusa iki yıl verilmesi lazım. Ama bunların hiçbir uygulanmadı. Mahkeme kendine gördüğü makulü bize göstermedi.
Şu an aslında o kadar sürede hazırlayamaması normal olabilir ama hazırlaması dijital olarak da çok kolay. Çünkü tüm kayıtlar anında sisteme kaydediliyor, yani bizim konuştuğumuz her kelime şu an yazılmış hiçbir şekilde hazır. İddianame, mütalaa zaten hazır. Bunun gerekçelendirilmesi de çok zor olmasa gerek. Mahkeme geçtiğimiz mayıs ayında hükmünü kurduğu zaman aslında çok zorlandığını düşünmüyorum. Çalakalem yazılmış bir hüküm olduğu için kanundan birkaç paragrafla birlikte bunu çok basit bir şekilde gerekçeli karar haline getirebilir. Yani kopyala-yapıştır ile bunu bir hafta, on günde yapabilirsiniz. Çünkü her şey hazır. Bunu gerekçesini filan anlatmasın kimse bize, neyin gerekçesini yazıyorlar. Hukuki olarak altı boş, siyaset yargılaması yapılan bir dosyadan bahsediyoruz. Kobani davasının aslında bir kumpas davası olduğunu defalarca dile getirdik.
Bu kumpas davasında bu kişiler rehine olarak tutuluyor. Rehine olarak tutulmaları, şu an devam eden süreçte kullanmak için de olabilir. Onun için sürecin gidişatına göre kararın açıklanması bekletiliyor olabilir. Siyaseten böyle olduğunu düşünüyorum. Yani mahkemede siyaseten davranmasa da kararın açıklanıp açıklanmayacağı meselesinin iş yüküyle çok nitelendirmek bana hukukçu olarak çok objektif gelmese de ama ben bir yandan da bu işin siyaseten bekletildiğini ve ona göre pozisyon alındığını düşünüyorum.
– Hukuki içtihatta bu konuda öngörülen makul süre nedir? Geçmişteki KCK ve benzeri çok sanıklı diğer davalarda kıyasladığınızda durum neydi?
Geçmişte hacimli olarak bu kadar yargılaması yapılan çok dosya olmadı. Evet KCK Ana Davası’nda 103 tane siyasetçi tutukluydu, onların hükümleri verilirken bile bu kadar uzun sürmemişti. O zaman gerekçeli kararı bize cd halinde tebliğ edilmişti. Burada da teknolojiye bu kadar hakimken yani süreyle sınırlı tutmanın çok makul olduğunu düşünmüyorum. Evet, kanunda belirtilmiştir 30 gün içerisinde gerekçeli karar yazılır diye ama makul süre kavramı bunu aşabilir. Çünkü dosyanın hacmi çok büyük. Hacimli bir dosyada da kısa bir sürede karar vermenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Belki 6-7 ayda yazılabilecek bir karar olabilirdi ama daha da uzaması artık bu işin hukuki boyutundan çok siyasi boyutuna geçiş yaptığını düşünüyorum. O nedenle hukuki boyutu bu aşamada tartışmanın çok fayda getireceğini düşünmüyorum.
– Gerekçenin yazılmamış olması, Anayasa’nın ve AİHS’nin tanıdığı “makul sürede yargılanma” hakkı ile çelişmiyor mu?
“Kobani Davası siyasetçilerinin hükümle birlikte tahliye edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kadar uzun sürecek bir yargılamada artık özgürlüğünden yoksun kalma, yani AİHS’in 5. Maddesi’nde güvence altına alınan ‘özgürlük ve güvenlik hakları’ ihlal edilecek”
Bir kere adil, hakkaniyetli bir yargılama yapılmadığı için makul süre tartışması da mahkemenin bu kadar uzatmasını tartışmak aslında çok tez tezat olur. Kendi kendimizle çelişmiş oluruz. Mahkeme başından beri hakkaniyetli olarak yargılama yapmadı.
Bakın bu dosyanın ilk yargılamasında mahkeme başkanı, “Dedeler Çetesi” diye bir çetenin lideri olarak dosyadan alındı ve ev hapsine karar verildi. Dosyadan el çektirildi. O kişi 3 günde iddianameyi okudu, esas kaydı aldırdı ve hızlıca yargılamaya başladı. Kimlik tespiti bile doğru düzgün yapılmadı. Salonda yığınla avukat vardı, kimse yer bulamıyordu ancak mahkeme hemen yargılamaya başladı. Hızlı bir şekilde bir refleks göstermeye çalıştı ama bu şekilde bir hızlı yargılama yapılamaz. Yani bu dosyalar FETÖ dosyalarına benzemez. Onlar, o davaları kendilerince ‘Oturur, yargılamayı bitiririz’ diye yaptılar ama bizim öyle bir şeyimiz yok. Biz onlara benzemeyiz zaten. Bunu siyaseten yargılananlar da söylediler, bizler de söyledik. Bu iş hakkaniyet meselesidir. Bu iş Kürt siyasi paradigmasının konuşulduğu bir platform, onun için basit konuşulacak bir şey değil. Bakın iddia ediyorum bu yargılama en az 20 yıl sürmesi gereken bir yargılamaydı, eğer ciddi bir yargılama yapılacaksa. Çünkü bizim kuracağımız sözler çok fazlaydı ama mesela esas hakkındaki savunmalarda kısa günler tutuldu, makul süre dediğimiz şey orada uygulanmadı. “Üç gün ne yapacaksan yap ya da ilk gün savunmasında sana bir gün veriyorum” diyor mahkeme. Yani ben bir günde neyi konuşayım, binlerce sayfa iddianameye ben bir günde cevap mı vereceğim. Bu duruşma tutanaklarına da yansıdı, bunu tartıştık zaten orada. Adil yargılanma hakkının, savunma hakkının ihlal edildiğini söyleyip, doğal yargıç ilkesine aykırı davrandıklarını için HSK’ya şikayet ettik. Hiçbir hukuki netice almasak da tüm hukuki itirazlarımızı eksiksiz yerine getirmeye çalıştık ama mahkeme buna rağmen dediğim gibi ‘”Defter de, benim kalem de benim. İster yazarım, ister silerim” dedi ve yargılama bu noktaya geldi. Hepimiz halen gerekçeli kararın yazılmasını bekliyoruz.
Dosyada ilk gözaltılar 25 Eylül 2020’de yapıldı. Sonrasında iddianamede hazırlanıp yargılama başladı. Şu an Nisan 2025’deyiz ama dosya daha İstinaf’a gitmedi. Eğer istinaf da hakkaniyetli bir inceleme yapılacaksa, orada en az 4-5 yıl kalması gerekiyor. Yargıtay’a gidecekse bir 10 yıl da orada kalacağı hesap edilirse aslında 20 yıllık bir yargılamaya tekabül ediyor. Ama geriye döndüğümüzde 20 yıllık yargılamanın aslında Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılması gerekiyordu.
Bu nedenle özgürlüğünden yoksun olan Kobani Davası siyasetçilerinin hükümle birlikte tahliye edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kadar uzun sürecek bir yargılamada artık özgürlüğünden yoksun kalma, yani AİHS’in 5. Maddesi’nde güvence altına alınan “özgürlük ve güvenlik hakları” ihlal edilecek. Yine yasada düzenlemiş maksimum tutukluk süresi var onu da aşmış olacaklar. Bu nedenle hükümle birlikte hepsinin serbest bırakılması gerekiyor. Yoksa infazlarından fazlası Yargıtay aşamasında tamamlanmış olacak.
-Böylesi bir beklentiniz var mı?
Açıkçası hem bir hukukçu olarak hem bir yargılanan yakını olarak rasyonel bakıyorum. Bu nedenle çok büyük beklentilere girmiyorum. Çünkü bu dosyada yargılama aşamasında bu kadar hukuksuzluk yapılmışken, bu hukuksuzluğun devam edebileceğini düşünüyorum. En büyük temennim yanılmak olur ama rasyonel düşünürsek tahliye edilebileceklerini şu aşamada düşünmüyorum.
– Kobani Davası’nın aslında akamete uğrayan bir önceki çözüm sürecinin yargılaması olduğunu dile getirdiniz? Bugün de Kürt meselesinin çözümüne dair başlayan yeni bir süreç var. Kobani Davası bu yeni sürecin neresinde?
“Yapısal birçok yasal değişikliğin yapılması ile birlikte trenin ilerlemesi kolaylaştırılır. Kobani dosyasını da, adım atılması gereken bu yasal değişikliklerden biri olarak tanımlayabiliriz”
Tabii geçmişe dönersek, çözüm sürecinden önce Oslo görüşmeleri başlarken yargılaması devam eden KCK tutuklamaları vardı. Kürt siyasetini temsil eden siyasetçilerin hepsi tutukluydu. Oslo’dan sonra çözüm süreci başladı. Bu süreçte KCK yargılamasının pazarlık konusu edildiğini duyduk ve sonrasında kısmen de bu pazarlık neticesinde hepsi tahliye edildiler. Geçmiş çözüm sürecinde siyaseten tutulan rehinelerin pazarlık konusu edildiği, su götürmez bir gerçeklik.
Bugünkü durumda geçmiş çözüm sürecinin devamıdır aslında. Oslo süreci bir duraktır, o durakta bir duruldu ama sonra tekrar trene binildi ve çözüm süreci başladı. Sonra o birkaç durak ilerledi, tekrar durdu. Şimdi o duraktan tekrar binildi ve şu anki barış sürecinde tren yoluna devam ediyor. Tren yoluna devam ederken yapılacak yol temizliği tabii ki önemli. O trenin ilerleyebilmesi için bazı yolların açılması gerekiyor. Yapısal birçok yasal değişikliğin yapılması ile birlikte trenin ilerlemesi kolaylaştırılır. Kobani dosyasını da, adım atılması gereken bu yasal değişikliklerden biri olarak tanımlayabiliriz.
-Dava yargılamasına ilişkin Hükümet cephesinden, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çokça sahiplenici söylemlerde bulunuldu. Bu dosyada yargılanan Kürt siyasetçilerin cezalandırılması pahasına bu süreç yürütülebilir mi?
“Kürt siyasi paradigması, HDP tarihinde ilk defa barajı aşmış MYK’si bugün siyaseten tutukluysa, tabii ki bu süreçte onların serbest kalması kadar doğal bir şey olamaz.”
Açıkçası bu kadar siyasetçinin dosyasını takip edince az çok siyaseti de öğreniyorsunuz ister istemez. Siyaseten basit, en yakın örneğini söyleyeyim size. Meclis resepsiyonunda Devlet Bahçeli, Özgür Özel‘e dönüp; “Sana söylediklerime çok takılma, siyaseten söylemem gereken şeylerdi” dedi. Bunlar yenilir yutulur şeyler değildi. Şimdi kameraların karşısında Cumhurbaşkanı ya da diğer siyasetçiler konuştuğunda bir arka planına bakarım. Bunu neden söyledi, bu ihtiyaç neden sebep doğdu diye. Kitlelere hitap edebilmek için mi söyledi, siyaseten mi söyledi yoksa gerçekten fikriyatı bu muydu, onun için mi söyledi. Türkiye’deki siyaset, çok hızlı dönebilecek bir alan. Demirel, ‘siyasette 24 saat çok uzundur’ derdi. Cumhurbaşkanı’nın geçmişteki söylemlerine takılıp kalmanın bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorum. Bugün ne oluyor ona bakmamız lazım. O gün siyaseten ne söylemesi gerekiyorsa, onun için söyledi. Ama bugün başka bir şey söyledi, başka şeyler oldu. Kürt siyasi paradigması, HDP tarihinde ilk defa barajı aşmış MYK’si bugün siyaseten tutukluysa, tabii ki bu süreçte onların serbest kalması kadar doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum.
– Bu yönde herhangi bir başvurunuz oldu mu?
15 gün önce tahliye talebinde bulunduk. Hükmün açıklandığını, gerekçeli kararın açıklanmasının beklendiğini, bu sürede müvekkillerimizin tahliyesini talep ettik ama mahkeme reddetti. Gerekçeli kararla belki bir daha ele alınacaktır ama biz gerekçeli karar yazılsa da, tutukluluklarına devam kararı verilse de İstinaf aşamasının hem duruşmalı yapılmasını hem de tahliye edilmelerini yeniden talep edeceğiz.
– Dosyası ayrılan 72 isme ilişkin bir gelişme var mı?
Şu an bir şey yok. MYK’de yer alıp, sonradan vekil olanlar vardı. Onların yargılaması vekillikleri sona erdikten sonra devam ediyor ama dosyada açıkçası yeni bir şey yok. O dosyanın kaderi de bu dosyanın kaderine bağlı. Çünkü isnat edilen suçlamalar aynı suçlamalar. Çözüm süreci ve devamındaki her şey bir torba halinde önümüzü çıksa da, hiçbirinin elle tutulur, maddi olgularla ispatlanabilecek veya bize affedilecek bir suçlama olduğunu düşünmüyorum.
– Toplumsal barışın sağlanmasının amaçlandığı yeni süreçte iktidardan atması beklenen kimi adımlar var. Bu yeni sürecin hukuki alt yapısı sizce nasıl oluşturulabilir?
“Hukuki boyutun altı doldurulmadan insanların kendini güvende hissedip bazı şeyleri konuşması bile zor. İfade özgürlüğüne dair her sözcük, bugün yargılama konusu yapılıp cezalandırmaya dönüşüyorsa, bu hukuki boyutunun altının doldurulması elzemdir.”
En başta ‘Demirtaş Türkiye’ kararı uygulanabilir. Bu karar sadece Demirtaş‘ı ilgilendiren bir mesele değil. Orada örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgüt üyeliğine ve diğer birçok suçlamaya, özgürlük hakkı ihlaline ilişkin tespitler var. Onun dışında ‘Kavala Türkiye’, ‘Yüksekdağ Türkiye’ ve ‘İmret Türkiye’ kararları var. Bunların da ötesinde Anayasa Mahkemesi’nin ‘Hamit Yakut’ kararı var. Hamit Yakut kararı, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin örgüt üyesi olarak kabul edilmesinin çok geniş tutulduğunu, bir kişinin örgüt üyesi olabilmesi için daha somut tespitlere yer verilmesi gerektiğini, bir kişinin birden fazla barışçıl gösteriye katılmasının toptan örgüt üyesi olarak kabul edilmeyeceğini söyler. AYM, bununla ilgili yasal değişiklikler yapılmak üzere Melis’e gönderdi ama hiçbir değişiklik yapılmadan tekrar devam ettirildi.
Bu kararların uygulanması aslında hukuki boyutun rahatlamasına neden olacak. Tabii ki bu kadar basit değil. Yine TCK, TMK, İnfaz Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu, Harf Kanunu’nda ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasında, kayyım atamasının düzenleyen KHK maddesinin kaldırılmasıyla hukuki boyutunu çok rahatlıkla doldurabilirsiniz. Bunları yapmak Meclis’in bir ayını almaz, çok rahatlıkla yapılabilir. Zaten mevcut iktidar ve MHP, birlikte Meclis’te her türlü yasayı değiştirilebiliyor. Bunlar da çok rahatlıkla yapılabilir.