• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Komisyonun 11’inci toplantısı: Barış dili ve hukuki güvence gerekli

Komisyonun 11’inci toplantısı: Barış dili ve hukuki güvence gerekli

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 11’inci toplantısını yaptı. Komisyon önümüzdeki hafta düşünce kuruluşlarını dinledi. Toplantıda bazı vakıf, konfederasyonlar ve dernekler aktarımlarını yaptı.

Komisyonun 11’inci toplantısı: Barış dili ve hukuki güvence gerekli
Komisyonun 11’inci toplantısı: Barış dili ve hukuki güvence gerekli
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 18 Eylül 2025 18:34
  • Güncellenme: 18 Eylül 2025 18:37

Kürt meselesinin demokratik çözümü kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 11’inci toplantısını yaptı. Toplantı öncesi Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş açılış konuşması gerçekleştirdi.

Bazı vakıf, konfederasyonlar ve derneklerin aktarımlarını yaptığı toplantıda konuşan Doğu Güneydoğu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu (DOGÜNSİFED) Başkanı Rasim Aslan barışın dili ve hukuki güvencenin gerekliliğine dikkat çekti.


Abdullah Öcalan’a teşekkür

DOGÜNSİFED Başkanı Deniz Türk, cumhuriyetin ilk dönemi ve sonrasındaki siyasi projelerin toplumu tek bir medeni ve tek bir kimlik formuna dönüştürmeye çalıştığına dikkat çekti. Deniz Türk, “Bu çabalar kimlikleri bastırmakla kalmadı, aynı zamanda katılmak isteyenlere açık fakat farklılıklarını korumak isteyenlere karşı cezalandırıcı bir tavırla hareket etti. Bu da devlet ile dışlanan kimlikler arasında bitmeyen bir gerilim üretti. Muhafazakârdan Kürtlere ve Alevilere kadar birçok kesim bu sorunu yaşadı. Burada çözmek için bir araya geldiğimiz sorunun önemli sebeplerinden biri budur. 40 yılı aşkın çatışmalı sürecin tahribatını kısaca özetlersek; ülkemiz ve bölgemiz ekonomik ve sosyal tahribatlar yaşamış, yatırım ortamları olumsuz etkilenmiş, can kayıpları başta olmak üzere maddi ve manevi büyük kayıplar meydana gelmiştir” dedi.

Kadim Aşiretler Federasyonu Başkanı Rasim Aslan, savaşın ciddi maddi kayıplara yol açtığına işaret ederek, “2005 yılından önceki sistem ve devlet zihniyeti yıllarca Doğu ve Güneydoğu’daki halkın siyasi iktisadi ve kültürel sorunlarına duyarsız kaldı. Ya da var olan sorunları inkar politikasıyla görmezden geldi. Ancak 2005’ten sonra inkar politikası tamamen yok edildi. Buradan Abdullah Öcalan’a yaptığı silah bırakma çağrısından dolayı Kadim Aşiretler Federasyonu olarak teşekkürlerimizi arz ederiz” diye konuştu.


Barışın dili inşa edilmeli

Aslan, barışın dilinin inşa edilmesi gerektiğini kaydederek, “Eğitim sistemimiz, diyanet işleri, üniversiteler siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, vakıflar, basın yayın kuruluşları, sosyal medya mecraları yine birey ve toplum eğitiminin bir yerinde olan bütün kişi ve kuruluşlar söylem ve eylemlerini barış, kardeşlik, birlik ve beraberlik doğrultusunda geliştirmelidirler. Hatta bu bir zorunluluk olarak devlet eliyle, hukuk sistemimizle güvence altına alınmalıdır. Beraberce 100 yıldır Anadolu’da birlikte yaşadığımız bütün etnik ve inanç gruplarının değer yargılarının korunması, saygı görmesini sağlamalı ve her türlü ayrımcılık biçimlerinin önlenmesine yönelik hukuki düzenleme yapılması gerekir. Ayrıca köy ve mezralarda göçe zorlanan, yaşamdan koparılan, yurttaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi, yeniden köye dönüş projesiyle mümkün olacaktır” ifadelerini kullandı.


Koruculuk sistemine son verilmeli

Toplantının ikinci oturumunda konuşan Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği Eşbaşkanı Murat Sarı, koruculuk sisteminin yarattığı sorunlara dikkat çekerek halkın köyüne geri dönüşlerinin yasal çerçevesinin oluşturulması gerektiğini belirtti.

Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu Temsilcisi Abdullah Sağır ise kardeşliğin eşitlikten geçtiğine işaret ederek anadilin yok edilmeye çalışılmasını insanlık suçu olarak niteledi.

Sarı, bu süreçlerde yaşanan zorunlu göçün sadece fiziksel yer değiştirme olarak değil aynı zamanda ciddi sosyo-ekonomik, kültürel ve psikolojik etkileri de beraberinde getirdiğine de vurgu yaparak, “Boşaltılan yerleşim birimleri İnsan Hakları Derneği ve Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği verilerine göre 90’lı yıllarda yaklaşık 3 bin 700 köy ve mecra boşaltılmıştır. Bu göçün bu zorla yerinden edilme sürecinin esasen iki farklı yansıması olmuştur. İç göç ve uluslararası göç şeklinde gerçekleşmiştir. İç göç ile zorla yerinden edilenlerin büyük bir kısmı Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır gibi büyük metropollere göç etmiştir. Uluslararası göçte ise yine süreçle bağlantılı olarak iç göç süreci ile bağlantılı olarak binlerce insan Avrupa ve Amerika’daki bazı ülkelere sığınma talebinde bulunmuşlardır” dedi.

Göç eden kadınların kentlerde düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldığına dikkat çeken Sarı, “Sosyal izolasyon ve aile içi ve tipi sorunlarla karşılaşmıştır. Yine çocukların eğitim hayatları kesintiye uğramış, yeni ortamlara uyum sağlamakta zorluk çekmiş ve psikolojik sorunlar yaşamışlardır. Bunun beraberinde işsizlik ve ekonomik sorunlar da beraberinde gelmiştir bu sürecin devamında. Göç edenlerin çoğu kendi topraklarını bıraktıktan sonra aslında kendi topraklarında tarım ve hayvancılık faaliyetlerini yürütüp gayet makul şartlarda yaşarken kentlere göç sonrası vasıfsız işlerde çalıştırılmış, ağır işlerde çalıştırılmışlardır. Ucuz iş gücü olarak kullanılmıştır” şeklinde konuştu.


Yaşananların kırsal üretimin çökmesine ve kentlerde yoksul mahallelerin genişlemesine neden olduğu vurgusunu yapan Sarı, “Ekolojik açıdan orman yangınları meraların insansızlaşması ve tarım topraklarının işlenilmemesi bölgedeki doğal dengeyi bozmuştur. Ekolojik talanın da geri dönüş hakkının önündeki engel oluşunu biraz ayrıca ele almak gerekiyor. Çünkü bu talan devam eden bir süreçtir. Burada maden sahaları ve taş ocakları hayvancılığın yapılmasını engellemekte. 90’lı yıllarda boşaltılmış köylerde devam eden faaliyetlerden bahsediyoruz. Bu durum köylerin geçim kaynaklarına dönüşünü kalıcı biçimde kaldırmaktadır. Buna en somut örnek mesleki faaliyetlerin çerçevesinde gördüğüm bir avukat olarak, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinin Kurşunlu köyünde devam eden bir maden faaliyeti köye geri dönüşün önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir. Bölge halkıyla yaptığımız birebir görüşmeler de mevcuttur. Bu görüşmelerde ‘90’lı yıllarda boşaltılmak zorunda kaldığımız köyümüze geri dönmek istiyoruz. Fakat maden ocağı ve maden faaliyetleri bu dönüşün önünde ciddi bir engeldir çünkü dinamitler patlatılıyor bu madencilik faaliyetleri çerçevesinde’ deniyor. Ayrıca bir takım kimyasallar ve ağır metan kirliliği de ortaya çıkıyor” ifadelerini kullandı.

Murat Sarı: Köylerin isimlerinin iadesi gerekli

Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği adına Başkanları Murat Sarı konuştu. Güvenli geri dönüşün temel şartlarını açıklayan Sarı, şunları kaydetti:

“Göç sürecinin psikososyal ve kültürel etkileri kaçınılmazdır. Elbette ki bu sürecin yarattığı birtakım travmalar mevcuttur. Bu travmalar, zorunlu göçün bireylerde anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlara yol açmıştır. Göçün yaratmış olduğu birtakım kültürel uyum problemleri beraberinde gelmiştir. Kültürel uyum problemleri ve göç edilen yerlerde dil ve kültür farklılıkları uyum sorunları yaratmıştır. Bu süreçten en çok etkilenen kesimler, kadınlar ve çocuklar olmuştur. Göç eden kadınlar, kentlerde düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmış, sosyal izolasyon ve aile içi şiddet gibi sorunlarla karşılaşmıştır. Bu süreçte işsizlik ve ekonomik sorunlar da sürecin beraberinde gelmiştir. Bu kişilerin gittiği yerlerde sosyal uyumsuzluklar da ortaya çıkmıştır.

Geri dönüşler önündeki temel faktörleri de ele almak gerekir. Askeri güvenlik bölgelerinin bulunması başta faktörlerden biridir. Mayınlı alanlar, özellikle Türkiye-Suriye sınırı gibi bölgelerde köyler arasına mayınlar döşendi. Bu durum, hem yaşam hem geçim kaynaklarını tehlikeye attı. Mayınlı alanların bölgede yaratmış olduğu tahribatlar bilinmektedir. Ottawa Sözleşmesi’nin yürürlüğe konmasından sonra birtakım gelişmeler sağlandı fakat bunun şeffaf ve yasal zeminde yapılması kaçınılmazdır geri dönüşlerin önündeki bu engelin kaldırılabilmesi adına.

Geri dönüşün önünde hala ciddi, güvenlik, mülkiyet ve altyapı sorunları bulunmaktadır. Siyasi irade eksekliği sürecin kalıcı şekilde çözülmesini engelliyor bu doğrultuda. Barış sürecinin inşası noktasında 90’lı yıllarda zorla yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü yönündeki engellerin kaldırılması ve bu sürecin bu şekilde inşa edilmesi kaçınılmazdır. Bu bir yüzleşmedir de aynı zamanda. Koruculuk sisteminin yaratmış olduğu militarist ortam, geri dönüşlerin önündeki en somut engeldir. 90’larda boşaltılan köyler ve zorunlu göç mağdurları yönelik etnik bir geri dönüş süreci sadece bireysel hakların iadesi açısından değil, aynı zamanda Türkiye’de demokratikleşme, toplumsal barış ve adaletin tesisi açısından da yaşamsaldır. Bu nedenle kapsamlı bir yasal düzenleme yapılmalı. Geçmişte yaşanan mağduriyetler kabul edilmeli, giderilmeli ve bu süreç insan haklarına dayalı bir yaklaşımla yeniden inşa edilmelidir.

Koruculuk sistemi bilindiği üzere 1980’li yıllarda kuruluşu olan bir sistemdir. Zorla yerinden edilen kişilerin bulunduğu bölgelerde uygulanan bir politikadır. Korucuların kontrolündeki köylerde geri dönün yurttaşlar güvenlik endişeleri yaşamaktadır. Korucuların geçmişteki ihlalleri nedeniyle toplumsal barışın sağlanması zorlaşmaktadır. Köy koruculuğu aynı köyden ve akraba grupları arasında kutuplaşmaya yol açtı. Bazı korucuların keyfi güç kullanımı, zorla göç ettirme ve işkence gibi suçlara karıştığı raporlandı. Silahlı güç sahibi olmaları yerel düzeyde adalet mekanizmalarının bozulmasına yol açtı.

Hak ihlallerinin tanımlanması ve araştırılması temel taleplerimizdendir: Köylerin asıl isimlerinin iadesi; Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Arapça gibi isimlerin iadesi gerekli. Geri dönüşün önündeki engeller kaldırılmalı. Toplumsal onarım ve yüzleşme süreci… Demokratik katılım güvence altına alınmalı. Koruculuk sistemi lağvedilmeli, silahların toplanması gerekmektedir. Köye dönüş programlarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Hakikat ve adalet komisyonunda zorla göç ettirilenlerin tanıklıklarının alınması ve zararlarının telafisi talebimizdir.”


Komisyonda tansiyon yükseldi

Hizbullah üyeliğinden ceza alan Enver Kılıçarslan’ın başkanlığını yaptığı İTTİHAD adına konuşan Mehmet Bekir Şimşek, “Bin yıllık kardeşliğin harcı İslam’dı” dedi. Şimşek, devletin geçmişte yaptığı yanlışları sıralarken, aynı zamanda PKK’nin de Kürtlere büyük zarar verdiğini söyleyerek şunları kaydetti:

“Devletin gücünü eline alarak kimi yapıların yanlış yaptığını biliyoruz. Ama Kürt halkı adına ortaya çıktığını iddia eden PKK’nin de Kürtlere büyük zararlar verdiğini biliyoruz. Kürtleri ve Türkleri bir arada tutan binaya her iki taraf da zarar verdi.

Gerek devlet adına devletin imkanlarını kullanarak suistimal edenler yanlışlar yapanlar olsun gerekse Kürt halkı adına ortaya çıkan yapılar olsun Kürtleri ve Türkleri bir arada tutan o sağlam binaya zarar vermiştir.”

Devletin yaptığı yanlışları “Kürtlerin yok sayılması, dillerinin inkar edilmesi, bölgenin dağlarına taşlarına ‘ya sev ya terk et‘ yazılması, her sabah okullarda çocuklara ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun dedirtilmesi” diye sıralayan Şimşek, PKK’nin da bir o kadar da Kürt halkına zarar verdiğini savundu.

PKK’nin bütün Kürt halkının gerçek temsilcisiymiş gibi gösterilmesinin yanlış olduğunu ifade eden Şimşek, “PKK Kürt halkının inancına savaş açmıştır. Onlarca imam bölgede katledilmiştir. Hepsi katledilirken halka ajan, hain hatta asker olduklarını söylediler. Her ne hikmetse bölgede PKK eliyle katledilen bir gayrimüslim çıkmadı. Ben demiyorum onlar öldürülsün. Ama niye özellikle camiler basılıyor, mukadderatlara savaş açılıyor“ diye konuştu.

Şimşek, “Bu halkı marksist, leninist bir zihniyetle inancından koparmak Kürtlerin hangi faydasına hizmet ediyor?” diye sordu.

Şimşek’in sözleri üzerine komisyonda tartışma çıktı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, “Bakın sizi buraya davet ettik de askere, polise, devlete hakaret edin diye çağırmadık” diyerek tepki gösterdi.

Saruhan Oluç: Bu dille barış yapılabilir mi?

DEM Parti Milletvekili Saruhan Oluç, “Bu dille barış yapılabilir mi? Siz kandan besleniyorsunuz, utanın. Allah belanızı versin” dedi.

DEM Partili Cengiz Çiçek ise, “Domuz bağlarıyla insanları katlettiniz. Kürtlerin başına bela olan sizsiniz” sözleriyle karşılık verdi.

Seslerin yükselmesinin ardından DEM Partili milletvekilleri komisyonu terk etti.

CHP milletvekilleri Salih Uzun ve Umut Akdoğan da İTTİHAD temsilcisini dinlememeyi tercih ederek salondan ayrıldı.

Kurtulmuş: Acılar üzerine konuşmak çözüme fayda sağlamaz

Tartışmanın ardından Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş söz aldı:

“Herkes görüşünü savunmakta serbesttir ama geçmişi karıştırarak olmaz. Büyük mesafe alındı, kullanılan dile dikkat edilmesi şarttır. Acılar üzerine konuşmak çözüme fayda sağlamaz.”

DEM Partililerin ayrılmasının ardından Medrese Alimleri Vakfı (MEDAV) Başkanı Tayyip Elçi’nin konuşmasına geçildi. Bu sırada DEM Parti milletvekilleri salona geri döndü.


DOGÜNKAD temsilcisi Özlem Külahçı Tanaman: 

Toplantının birinci oturumunda konuşan Doğu ve Güneydoğu İş Kadınları Derneği (DOGÜNKAD) Temsilcisi Özlem Külahçı Tanaman, Kürt halkının barış arayışının sadece silahların susması değil, aynı zamanda eşit yurttaşlık ve temel haklarının karşılanması olduğunu söyleyerek barışın artık engellenemeyeceğine işaret etti.

Özlem Külahçı Tanaman, çatışmaların yalnızca siyaseti değil, sosyal yaşamı, kültürü, eğitimi ve ekonomiyi de sarsmış olduğuna dikkat çekerek, “Yaşananlar toplumun her kesimini derinden etkilenmiştir. Bu süreçte de en fazla etkilenen maalesef biz kadınlar olmuşuzdur. Türkiye uzun yıllardır çatışmaların gölgesinde yaşamaktadır. Ancak bugün İmralı’dan Sayın Abdullah Öcalan’ın silahların susmasına yönelik yaptığı çağrılar, Sayın Devlet Bahçeli’nin kardeşlik ve milli dayanışma yönündeki vurguları ve buna karşılık devletin iradesiyle çatışmalı tarafların attığı adımlar ülkemizde yeni bir dönemin eşiğine getirmiştir. Bu süreç aynı zamanda Kürt halkının onurlu bir barış arayışına denk düşmektedir” ifadelerini kullandı.

‘Kürtlerin arayışı eşit yurttaşlığın güvence altına alınması’

Özlem Külahçı Tanaman, “Kürtlerin onurlu barış arayışının sadece silahların susması talebi değil, kimliklerin özgürleşmesine yönelik de bir talepleri var. Kürtlerin arayışı, eşit yurttaşlığın güvence altına alınması ve herkesin kendi dili, kültürü ve inancıyla özgür var olabilmesi demektir. Onurlu barış toplumsal birlikteliği güçlendiren en sahici teminattır. Bu çağrıların ardından oluşan çatışmasızlık ortamı siyasal alanda olduğu kadar toplumsal yapıda ve ekonomide de büyük bir rahatlama getirmiştir. Meclis çatısı altında kurulan bu komisyon ise işte bu sürecin barışa dönüşmesinin ifadesidir. Bizim için asıl mesele, bu sürecin yalnızca çatışmasızlıkla sınırlı kalmaması, kalıcı barışa, demokrasiye ve ekonomik kalkınmaya evrilmesidir” diye belirtti.

‘Farklılıklar tehdit değil, zenginliktir’

Özlem Külahçı Tanaman, barışın demokrasinin nefesiyle kalıcı hale geleceğini ve demokrasi güçlendikçe toplumun tüm kesimlerinin kendini ifade edebileceğini belirterek, “Farklılıklar tehdit değil, zenginlik olarak görülür. Kadınların üretimde, siyasette ve karar alma mekanizmalarında görünür olması barışın teminatıdır. Barışın en büyük güvencesi ise anayasal zemindir. Atılan adımlar yarın siyasi dalgalanmalara kurban gitmemeli. Toplumun her kesimi kendini Anayasal güvence altında hissetmelidir. Anayasal eşitlik, hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması ve çoğulcu temsiliyetin sağlanması kaçınılmazdır” dedi.

Çatışmaların en ağır faturasının ekonomik boyutuyla hissedildiğine işaret eden Özlem Külahçı Tanaman, “Yatırımlar durmuş, ticaret daralmış, işsizlik artmıştır. Çatışmasızlık dönemlerinde ise piyasaların rahatladığını, ticaret hacminin büyüdüğünü, girişimcilerin yeniden yatırım cesareti kazandığını gördük. Geçmiş 45 yıla baktığımızda; kadınların hem ekonomik özgürlüklerden hem siyasal yaşamda kazandıkları alanlardan geriye itildiğini görüyoruz. Her şeye rağmen biz kadınlar zincirlerini kırarak erkek egemenliğine meydan okuyarak ekonomik hayatta yer bulduk. Yer bulmaya da devam edeceğiz” diye belirtti.

Barış ortamında ekonomide yaşanacak olumlu gelişmelere işaret eden Özlem Külahçı Tanaman “Finansmana erişim kolaylaşır. Banka risklerini azaltarak sermayeye daha ulaşabilir bir hale getirir. Tarım, hayvancılık ve kırsal üretim yeniden canlanır. Kırsaldaki kadın üreticiler üretime katılır. Turizmde hızlı bir ivme kazanılır. Şehirlerimiz hem yerde hem yabancı turistlerin cazibe merkezine dönüşür. Lojistik ve sınır ticareti bölgeyi Ortadoğu’ya açılan bir ekonomik kapı haline getirir. İstihdam artar, göç tersine döner, gençler yeniden kendi şehirlerinde bir gelecek kurar. Diyarbakır’dan gelen bölge kadınları olarak diyoruz ki barış artık ertelenemez. Barış sadece silahların susması değil aynı zamanda demokrasinin güçlenmesi, kimliklerin özgürleşmesi, adaletin güvence altına alınması, kooperatifçiliğin güçlenmesi ve ekonominin yeniden ayağa kalkmasıdır” diye konuştu.

Komisyon önümüzdeki hafta düşünce kuruluşlarını dinleyecek.

Komisyonun 10’uncu toplantısı sona erdi | Akademisyenler dünyadaki deneyimleri aktardı