Kongo’da isyancılar ilerliyor: Çatışmaların arka planı ne? M23 neyi amaçlıyor?

Ruanda destekli M23 isyancıları, pazar günü Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusundaki Bukavu şehrinin merkezine girerek önemli bir ilerleme kaydetti. Kongo’da en son 900 kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalar, Afrika bölgesinde bulunan ülkelerdeki istikrarsızlığı bir kez daha gündeme getirdi. Milyonlarca insanın yerinden edildiği çatışmalar, 30 yılı aşkın bir süredir devam ediyor.

Kongo’da isyancılar ilerliyor: Çatışmaların arka planı ne? M23 neyi amaçlıyor?
Kongo’da isyancılar ilerliyor: Çatışmaların arka planı ne? M23 neyi amaçlıyor?
Deniz Gökgör
  • Yayınlanma: 17 Şubat 2025 08:25
  • Güncellenme: 16 Şubat 2025 22:22

Ruanda destekli M23 isyancıları, pazar günü Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusundaki Bukavu şehrinin merkezine girerek önemli bir ilerleme kaydetti. Hükümet güçlerinin minimal düzeydeki direnişiyle karşılaşan isyancılar, şehrin merkezi noktalarını kontrol altına aldı.

Bu gelişme, Ocak ayı sonunda Kuzey Kivu eyaletinin başkenti Goma’nın ele geçirilmesinin ardından M23’ün en büyük kazanımı olarak değerlendiriliyor. Kivu Gölü böylece tamamen M23’ün kontrolüne geçmiş oldu.

Bukavu’nun düşmesi, bölgede insani kriz ve güvenlik endişelerini artırdı. Şehrin kontrolünün kaybedilmesiyle birlikte yağma olayları ve sivillerin yerinden edilmesi gibi sorunlar baş gösterdi.

Uluslararası toplum, çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşebileceği endişesiyle taraflara itidal çağrısında bulunuyor.

M23 neden Kongo hükümetine karşı savaşıyor?

Peki M23 neden Kongo hükümetine karşı savaşıyor ve ne elde etmek istiyor? M23’ün amacı sadece etnik olarak eşitliğin sağlanması mı yoksa bölgedeki değerli madenler mi?

M23 grubu adını 23 Mart 2009’da KDC hükümeti ile Kongolu Tutsi militanlardan oluşan CNDP (Halkın Savunması Ulusal Kongresi) arasında imzalanan barış anlaşmasından aldı. Anlaşmaya göre CNDP siyasi bir partiye dönüşecek ve savaşçıları Kongo ordusuna entegre olacaktı. Anlaşma uyarınca CNDP militanları silahlarını bıraktı ve KDC ordusuna entegre edildi.

3 yıl sonra CNDP militanları kötü muamele gördüklerini iddia ederek ordudan ayrıldılar.  Grup, Kongo hükümetini barış anlaşmasına uymamakla ve Kongolu Tutsileri orduya ve yönetime tam olarak entegre etmemekle suçladı.

Reuters’ta yer alan bilgilere göre; 4 Nisan 2012’de 300 CNDP askeri  Tutsilerin hakları için savaştıklarını iddia ederek M23’ü kurdu. Ayrıca grup, özellikle Ruanda’nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (FDLR) gibi etnik Hutu milislerine karşı Tutsi çıkarlarını savunma sözü verdi. (FDLR, 1994 yılında 1 milyona yakın Tutsi ve ılımlı Hutu’nun öldürüldüğü soykırıma katıldıktan sonra Ruanda’dan kaçan Hutular tarafından kuruldu.)

2012 yılının sonlarında M23 bir saldırı başlatarak Goma ve diğer bazı kasabaları ele geçirdi. FARDC ile birlikte özel bir BM gücü 2013 yılında militanların Ruanda sınırındaki doğu tepelerine geri çekilmesine yol açtı.

M23 2022 yılında şiddetli saldırılarla yeniden ortaya çıktı ve Kuzey Kivu’da en az dört kasabayı ele geçirdi. M23 militanları ile FARDC arasındaki çatışmalar yeniden patlak verdi.

İsyancıların özellikle ülkenin doğusundaki zengin maden bölgelerinde ‘yasa dışı’ maden işletmeciliği, haraç kesme ve kaçakçılık faaliyetlerine karıştıkları aktarıldı. Çok sayıda CNDP üyesinin sivil halka yönelik şiddet, zorla alıkoyma ve tecavüz gibi suçlara karıştığına dair insan hakları örgütleri tarafından belgelenmiş raporlar bulunuyor.

Ayrıca M23, kurulduğu tarihten bu yana Tutsi lider Paul Kagame yönetimindeki Ruanda tarafından desteklendiği iddialarıyla gündeme geldi.

Arka plan

DKC’de başlayan kriz, 1960’ta Belçika’dan bağımsızlık kazanılmasının ardından bir dizi olay sonucunda ortaya çıktı. Bu süreç, Patrice Lumumba’nın suikasti ve ABD destekli diktatör Mobutu Sese Seko’nun 30 yıl süren askeri yönetimi ile sonuçlandı.

Afrika’nın Che Guevarası’ olarak da bilinen Lumumba Belçika hükümeti ve CIA işbirliği sonucunda öldürüldü. Patrice Lumumba, bağımsız Kongo’nun ilk başbakanıydı.

Komşu ülke Ruanda’daki etnik gerilimler, 1960’larda Tutsi azınlık grubundan 300 binden fazla insanın komşu ülkelere, özellikle KDC’ye göç etmesine neden oldu. Bu mültecilerden bazıları, 1962’de Belçika’dan bağımsızlık kazanan Ruanda’da iktidarı ele geçirmeyi hedefleyerek yeniden örgütlendiler.

Ruanda’daki iç savaşın Kongo’ya yansıması 

1990’ların başında, KDC, komşu Ruanda’daki iç savaş ve ardından gelen soykırımın etkilerini hissetmeye başladı. Ekim 1990’da, Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame liderliğindeki Tutsi isyancı grubu Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF) Uganda’dan ülkeye saldırarak iç savaş başlattı. Nisan 1994’te, katliam yanlısı Hutu milisleri, Tutsilere ve ılımlı Hutulara saldırarak 100 gün içinde 800 bin ila 1 milyon insanı katletti; bu olay günümüzde Ruanda Soykırımı olarak bilinmekte. Hutu nüfusunun Ruanda’daki toplam nüfusun yaklaşık yüzde 80’ini oluşturduğu da bilinmektedir.

Soykırım sırasında komşu ülkelere kaçmaya çalışan siviller. Kaynak: https://www.bbc.com/news/world-africa-26875506

Kagame’nin RPF’si, 4 Temmuz’da Ruanda’nın başkenti Kigali’yi ele geçirirken, Hutu soykırımcıları, askerler ve eski rejim liderleri DKC’ye kaçtı. İntikam ve misilleme saldırılarından korkan yaklaşık iki milyon Hutu sivil de DKC’ye akın etti.

Mülteci kamplarında yeniden örgütlenme 

Kagame’nin yönetiminden kaçan Hutu milisleri, doğu DKC’de mülteci kamplarında yeniden örgütlenmeye başlayarak Kigali’de bir Hutu hükümeti kurmayı hedeflediler. Ruanda’ya saldırılar düzenlediler ve ayrıca Kongo içindeki Tutsileri katlettiler. Buna karşılık, Ruanda, DKC içindeki Tutsi milislerini silahlandırmaya başladı.

Kabileler arasında çatışma 

DKC’de yerel Kongo kabileleri, Ruandalı göçmenler ile 1994 savaşından kaçanlar arasında gerilim arttı. Genellikle yerel kabileler Tutsilerle çatışırken, Hutu’larla da çatışmalar yaşandı; çünkü yerel halk, sayıca az kalmaktan korkuyordu. Daha önceki göçmenler Kongo vatandaşlığına sahipken, sonraki göçmenler mülteci olarak kabul edildi ve birçoğu kamplarda barındırıldı.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde iki büyük kabile arasında çatışma / Fotoğraf: AFP

DKC genelinde halk Mobutu’nun yolsuz yönetiminden dolayı rahatsızdı. Onu devirmeyi hedefleyen isyancı gruplar ortaya çıktı; bunlar arasında Laurent-Désiré Kabila’nın liderliğindeki Kongo-Zaire’nin Kurtuluşu için Demokratik Güçler (AFDL) bulunuyordu. Ruanda, Mobutu’yu soykırım faillerine kucak açmakla suçlayarak isyancıları silahlandırdı ve 1996 yılında Ruanda askerlerini gönderdi.

Birinci Kongo Savaşı

24 Ekim 1996’da, Tutsi-dominant AFDL ile Ruanda ordusu doğu KDC’de saldırılar başlatarak Birinci Kongo Savaşı’nı başlattı. Uganda, Eritre, Angola ve Burundi Ruanda’nın müttefiki olarak savaşa katıldı. AFDL, 17 Mayıs 1997’de iktidarı ele geçirerek savaşı sona erdirdi ve Kabila kendisini KDC’nin başkanı ilan etti. Ancak Ruanda birlikleri iddialara göre Hutu nüfusunu kitlesel olarak öldürdü, Tutsileri zorla geri gönderdi ve Ruanda sınırındaki zengin elmas ve koltan madenlerinin kontrolünü ele geçirdi.

Kabilanın iktidara gelmesinin ardından Kagame ile arası açıldı ve KDC’de bulunan Ruandalı ve diğer yabancı askerleri zorla ülkeden çıkarmaya başladı. Bu durum, KDC’deki Tutsileri endişelendirdi ve yerel kabilelerle olan gerilimleri yeniden alevlendirdi.

İkinci Kongo Savaşı

İkinci Kongo savaşı insanlık tarihinin en kanlı savaşlardan biri olarak biliniyor.

Buna karşılık, Ruanda yeni bir isyancı grup olan Kongo Demokrasi Mitingi (RCD) grubunu desteklemeye başladı. RCD, Ağustos 1998’de bir isyan çıkartarak İkinci Kongo Savaşı’nı başlattı. RCD ile birlikte savaşmak için kurulan paralel bir grup olan Kongo Kurtuluş Hareketi (MLC) de Kabila’yı devirmeyi hedefliyordu.

KDC ve insan hakları grupları, MLC’nin Uganda tarafından desteklendiğini iddia etti; Uganda da Kabila rejimiyle arasını açmıştı.  Kabila’nın hükümeti, Ruanda ve RCD’ye karşı savaşmak için doğudaki Hutu mültecilere silah verdi. Hükümet, Kongo halkını Tutsilere saldırmaya teşvik etti.

1999’da, KDC, Uganda ve Ruanda bir dizi ateşkes anlaşması imzaladı; bunlar arasında Lusaka Ateşkes Anlaşması (1999) ve Luanda Anlaşması (2002) bulunuyor. Bu anlaşmalar, tüm tarafların askeri operasyonları durdurmasını öngörüyordu. Anlaşmalar ayrıca BM’nin MONUSCO (Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler Stabilizasyon Misyonu) askerlerini barış sürecini izlemek üzere konuşlandırmasına yol açtı. İşte böylece fırsattan yararlanan BM, ülkelere içten de karışmaya başladı.

Anlaşmalara rağmen savaş birçok bölgede sürdü; altın açısından zengin Ituri gibi yerlerde etnik gerilimler, savaşın etkisiyle patlak vererek devam eden bir çatışmaya dönüştü.

El Cezire’de yer alan bilgilere göre; 2001 yılında Kabila suikasta uğradı, yerine oğlu Joseph Kabila geçti ve iki ülke arasındaki barış görüşmelerinin olumlu sonuçlanmasıyla savaş sona erdi.

2009 yılına kadar büyük çatışmalar olmasa da Kongo’da sorunlar bitmedi. Zira emperyalist güçler ülkenin zengin kaynaklarından yararlanmak maksadıyla çatışmaları körükledi.

Koltan savaşı mı?

Independent Turkish’ten Sare Şanlı’nın yazdığı yazıdadan edindiğimiz bilgilere göre  DRC, elektrikli araçlara (EV’ler) güç veren lityum iyon pillerde gerekli kabul edilen dünyanın en büyük metal rezervlerinden ve kobalt gibi nadir toprak minerallerinden bazılarına ev sahipliği yapıyor. Dünyanın kobalt arzının yüzde 70’i DRC’den geliyor. PlayStation’lar ve akıllı telefonlar gibi cihazlarda kullanılan koltan, çatışmaların asla dinmediği DKC’nin Kivu eyaletinde bulunuyor. Ülkedeki maden ocaklarının çoğu başta Çin olmak üzere bazı Batı ülkeleri ve İsrail tarafından işletiliyor. Ancak bazı kaynaklar (BBC gibi) ülkedeki madenlerin şirketler tarafından değil M23 grubu vesilesiyle kaçak ocaklar tarafından işletildiğini yazıyor. Ancak veriler ABD’den sonra maden ocaklarının Çin’e satıldığını ve ucuz işçilik ve çocuk işçiliğinin oldukça yaygın olduğunu aktarıyor.

1994 yılından beri iç savaşta yaklaşık 5 milyon kişinin ölümüne neden olan koltan madeni; enerji depolayıcı ya da kapasitör olarak cep telefonları ve dizüstü bilgisayarlarda olmak üzere, DVD oynatıcılarda, radyolarda ve pillerde, nükleer teknolojide paslanmaz çelik, biyotıpta ise stent ve yapay kemik uygulamaları olmak üzere çok çeşitli ürün gamında kullanılıyor

Ayrıca İsrailli milyarder Dan Gertler’in servetini ‘yasal’ olmayan yollarla Kongo’nun madenleri sayesinde elde ettiği biliniyor. Kongo’ya kıyasla koltan rezervi son derece az olan Ruanda, koltan ihracatında Kongo ile başa baş durumda.

Ruanda yönetiminin silahlı gruplara destek vererek amaçladığı ise, Kongo’daki koltanın çok ciddi bir kısmını çıkarıp Avrupa ülkelerine satıp kâr elde etmek.

KDC’de bir dönem ABD çok sayıda madeni işletiyordu. Ancak Obama ve Trump döneminde bu madenlerin bir kısmı Çinli şirketlere satıldı. Kabila iktidardayken Çin ile ilişkiler hızlı bir şekilde gelişti.

Birkaç ülke şu anda DRC’de madencilik yapıyor ve devlet madencilik şirketleriyle ortaklık kuruyor. Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü’ne göre, 17 kobalt madeninin 15’ini kontrol eden şirketleri ile Çin bunlar arasında hakim devlet. Ayrıca iki bakır ve kobalt madenine sahip olan İsviçre merkezli Glencore da var: Kamoto Bakır Şirketi (KCC) ve Mutanda.

BM’ye göre M23, bir yıldan uzun bir süredir Kongo’nun koltan madenciliği yapılan Rubaya bölgesini kontrol ediyor ve üretim vergisi yoluyla ayda 800 bin dolar gelir elde ediyor.

Halk yerinden ediliyor

Euronews’te yer alan habere göre; KDC’nin başkenti Kinşasa’da yüzlerce protestocu geçtiğimiz haftalarda Fransa, Belçika ve Ruanda’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda büyükelçilik binasına saldırarak, ülkenin doğudaki isyancıların ilerleyişine karşı koymalarını talep etti.

Yılbaşından bu yana M23 militanlarının yeni bölgelere doğru ilerlemesi yüz binlerce insanın daha evlerini terk etmesine neden oldu. 1996’dan bu yana yaklaşık altı milyon insan öldürüldü ve neredeyse aynı sayıda kişi doğu DRC’de ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Goma’da ise M23 kontrolü altındaki halk, kolera salgını korkusu yaşıyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) adlı yardım kuruluşundan Stephan Goetghbuer, “Günlerdir su erişimi kesildi, cesetler sokaklarda yatıyor ve kolera gibi su kaynaklı hastalıklar gerçek bir tehdit oluşturuyor. Bazı kolera tedavi merkezlerimiz dolu ve genişletildi.” dedi. Özetle değerli madenlere sahip olma arzusu ülkedeki paramiliter grupların savaşın dozunu artırmasıyla sonuçlanıyor. Bundan da en çok mağdur olan sivil halk oluyor.

Son haftalarda çatışmaların şiddetlenmesiyle birlikte, bölgedeki insani durum daha da kötüleşti. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar, sivillerin korunması ve insani yardımın ulaştırılması konusunda acil önlemler alınması gerektiğini vurguluyor.