Korkak bezirgan, ne kar eder ne ziyan
Ahmet Faruk Ünsal 26 Kasım 2025

Korkak bezirgan, ne kar eder ne ziyan

Aylardır üzerinde konuşulan ve bir hafta önce kararlaştırılan Meclis komisyonunun İmralı ziyareti nihayet gerçekleşti. Karar sürecinde ve karar oturumunda üç eğilim ortaya çıktı. Kesinlikle gidilmemesi gerektiğini söyleyen küçük partiler, mutlaka gidilmesi gerektiğini savunan iktidar bloğu ve DEM Parti, uzaktan canlı bağlantı ile görüşülmesini savunan CHP ve listesinden meclise girenler.

Kesinlikle gidilmemesi gerektiğini savunanlar, PKK ile kan davalı Hüdapar hariç, devletin klasik resmi refleksini gösterdiler: “Güvenlik güçlerinin de içinde olduğu 50 binden fazla insanın katilinin ayağına devlet gider mi?”, “Terörle müzakere değil mücadele edilir” vs. türünden duya duya ezberlenilmiş tezlere dayandılar. Oysa, bu tezlerin yarım asırdır ülkeyi getirdiği nokta ortadaydı.

Adaya kesinlikle gitmeyi ve konunun en etkili muhatabıyla görüşmeyi normalleştirmek isteyen “evet bloğu”nun sağ tarafı, iki temel gereklilik üzerinden hareket etti.

Bunlardan biri, kanaatimce, önümüzdeki bir kaç on yıl içinde demografik büyüme rakamlarındaki dramatik gerilemenin ülke nüfus desenini nasıl değiştireceğini görmüş olmalarıydı. Nitekim Cumhurbaşkanı, özellikle son zamanlarda, nüfus konusunu öncelikli sorun olarak özellikle neredeyse her konuşmasında ifade etmekteydi.

Diğeri de, Kürtlerin öncülüğünde kurulan Kuzey Suriye’deki çoğulcu yapının Türkiye’ye kötü(!) örnek olmasını engellemekti. Nitekim, İmralı görüşmesi sonrası komisyon üyeleri, yaptıkları açıklamada, HTŞ ile SDG arasında 10 Mart’ta imzalanan ve SDG’nin merkezi hükümete entegrasyonunu düzenleyen anlaşmada yaşanan tıkanıklığın görüşüldüğünü açıkladılar. Hatırlanacağı üzere geçen hafta ABD’ye giden ve Colani-Trump görüşmesine davet edilen Fidan, muhtemelen beklentilerine uygun bir karşılık bulmadı ve ada görüşmesi ile Öcalan devreye alınmak istendi. Oysa, bugün hayatta kalmasını tabanı ve örgütü üzerindeki tartışmasız gücüne borçlu olan Öcalan’ın, kendisini Ortadoğu’nun en kritik uluslararası aktörüne dönüştüren Rojava başarısını feda etmeyeceği görülmelidir. Olsa olsa o ziyarette Öcalan’dan koparılabilecek tek şey, İstanbul seçimleri öncesi Kürtlere “işinize bakın” tavsiyesine benzer bir mektuptan başkası olmayacaktır.

“Evet bloğu”nun sol tarafı ise, ada ziyaretine evet derken, yıllardır silahlı/silahsız Kürt hareketinin “asıl muhatap”, “önderlik” ya da “irademiz” diye adlandırdıkları Öcalan’ın artık doğrudan aktör olarak devreye girmesini hedefliyordu.

Bu iki kesimin doğru muhatapla konuyu doğrudan görüşme arzusu, 50 yıldır kimi zaman ağır çatışmalar halinde seyreden, kimi zaman da ateşkeslerle ve müzakerelerle ateşi düşürülen bu sürecin gerçekliğine en uygun talepti. Zira görüldü ki, son 26 yılını ağır tecrit koşullarındaki ada cezaevinde geçiren Öcalan, gerek hapsedilmeden önceki süreçte, gerekse sonraki süreçte gösterdiği liderlikle, hareketin ve destekçi kitlesinin üzerinde son derece etkili bir figürdür. Yakalanıp da Türkiye’ye getirildiği dönemde onlarca destekçisi, kendini yakarak ona olan bağlılığını ortaya koymuştu. Bu, şimdiye kadar hiç bir siyasi liderin, kendi örgütü ve tabanı üzerinde gösteremediği ölçüde yüksek itibar ve bağlılık gösterisiydi. Ayrıca, önceki dönemlerde yapılan ateşkeslerde de Öcalan tek başına hareket üzerindeki etkisini göstermişti. 27 Şubat bildirisiyle silahlı mücadelenin miadını doldurduğuna dair ortaya koyduğu perspektif, PKK’nin kendini fesh etmesi ve silahlarını yakmasını istemesi gibi radikal kararlarını örgütünün tereddüt etmeden kabul ediyor olması da muhataplık konusunda Öcalan’ın yetkinliğini ortaya koymaktaydı. Bütün bunlar, 26 yıldır cezaevinde olan biri tarafından yapılıyorsa, bu da gösteriyor ki, bu iş bir diktatörlük meselesi değil mutlak saygınlık ve isabetli liderlik meselesidir.

Adaya gidilmemesini ama Öcalan’la sesli görüntülü bağlantı ile görüşülmesini savunan CHP ve listesinden meclise taşıdıkları ise ne Öcalan’ın öneminden sarf-ı nazar edebiliyor ne de doğrudan ziyaretin bazı çevrelerde yaratacağı infiali göğüslemeyi göze alabiliyorlardı. “Ne şiş yansın ne kebap” garanticiliğinin bu kesimi getirdiği yer, tam anlamıyla iki cami arasında beynamazın durumu gibi oldu.

Takvimini 1923‘te dondurmuş ultra nasyonalist Kemalistler ile muhafazakar sağ Kemalistlerin etkisi altındaki bu mahcup sosyal demokratımsıların ve cesaret gerektiren her devrimci kararda CHPnin izinden giden teknokrat görünümlü merkezimsilerin yeni Türkiye siyasetinde nereye tekabül edeceklerini hep beraber göreceğiz.

Tarih, meseleyi kiminle konuşulacağı veya konuşulmayacağı sembolizminden kurtarıp en etkili muhatapla konuşma realizmine kavuşturmadan sonuca ulaşmanın imkansızlığını gösteren sayısız örneklerle dolu.

Radikal karar gerektiren anlarda o karar için gereken liderliği gösteremeyenlerin durumunu izah eden en güzel söz, “korkak bezirgan, ne kar eder ne ziyan”dır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.