Lozan, meşruiyeti kabullenilmemiş anlaşma
Ahmet Faruk Ünsal 29 Ağustos 2025

Lozan, meşruiyeti kabullenilmemiş anlaşma

Devletin hangi kurumuna sorsanız, yasama, yürütme, ordu, yargı, asayiş, istihbarat vs., istisnasız aynı cevabı alırsınız; Lozan kurucu anlaşmadır, tapu senedidir, kutsalımızdır, tartışılamaz. Ve hangi ana akım siyasi partiye sorarsanız sorun, AKP, CHP, MHP, İYİP, TKP, Zafer, Vatan, BBP, Deva vs, hepsi benzer cevabı verir: Lozan dokunulmazdır, kutsalımızdır.

Anlaşma, devletin sınırlarını ve sınırları içinde yaşayan Müslim/gayrı Müslim halkların medeni ve siyasi haklarını garanti altına alırken halkı Hristiyan sınırdaş komşu ülkelerdeki Müslüman/Türk ahali’nin de benzer koşullarını zımnen garanti altına alır. Anlaşma’nın zımnen olmayıp doğrudan isim vererek mütekabiliyetle yükümlülüğe bağladığı tek ülke ise Yunanistan’dır. Diğer gayrı Müslim komşular olan Bulgaristan, Gürcistan ve Ermenistan ile sınırlar ve azınlıklar meselesinin Lozan’a gelmeden halledildiği varsayılır. O tarihlerde İsrail kurulmamış olduğu için Yahudilerin haklarını ise Türkiye mütekabiliyete bağlanmadan tek taraflı olarak garanti eder. Burada, mütekabiliyetten kaynaklı yükümlülüğün, diğer tarafın yükümlülüğünü yerine getirmemesiyle otomatik olarak kalkmayacağı ayrıca belirtilmelidir.

Anlaşma, halkı Müslüman İran ve Suriye ile sınırları müzakere konusu yapmamış, daha önce karara bağlanmış sınırları kabul etmiştir. Irak sınırının nasıl belirleneceği ise Lozan’da kararlaştırılmış ve o usüle bağlı olarak 1926’da kesinleştirilmiştir. Bu durumda, Anlaşma, Müslüman azınlıklara sahip halkı Hristiyan ülkelerden farklı olarak Türkiye’ye, İran, Irak ve Suriye’deki Şii, Arap, Kürt ve Türk halklar üzerinde sınırdaş devletlerle karşılıklı olarak herhangi bir yükümlülük getirmemiştir. Yani ne Türkiye; Suriye, Irak ve İran’daki Kürt ve Türk ahali üzerinde ne de diğer ülkeler Türkiye’deki Arap, Kürt ve Şii ahali üzerinde, Anlaşma’dan kaynaklı mütekabiliyete bağlanmış özel bir huluka tabi kılınmıştır. Bu durum, Anlaşma’nın 27. maddesinde açıkça şöyle ifade ediliyor:

“Madde 27 — Türkiye Hükümeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışında, işbu Andlaşmayı imzalayan öteki devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye’den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da yönetimsel konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır.”

27.⁠ ⁠Madde’de ifade edilen, “…işbu Andlaşmayı imzalayan öteki devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan topraklar…”dan kasıt, o tarihlerde İngiltere’nin koruyuculuğu altında bulunan Irak ve Fransa’nın koruyuculuğu altında bulunan Suriye’dir. Yani Türkiye, kutsal kabul ettiği ve kendisi için tapu senedi olarak gördüğü Anlaşma’nın bu maddesi ile, bu ülkelerde yaşayan hiç bir halk üzerinde, her ne nedenle olursa olsun, siyasal, yasal ve yargısal bir yetki kullanmayacağını taahhüd etmiş oluyor. Peki öyle mi oldu? Tabii ki hayır.

Mesela Irak Kürdistanı bağımsızlık referandumunda, Türkiye, devletin istisnasız tüm kurumlarıyla beraber, açıkça Irak Kürtlerini tehdit etmiş, sınırda İran’la birlikte askeri tatbikat yapmış ve Irak hükumetini de yanlarına alarak referandum kararının uygulattırmamıştı. Ya da, Suriye’de, kurulmakta olan yeni düzenin, üniter mi, federal mi, özerk bölgeler esasıyla mı olacağı konusunda tehdit dili kullanması, açıkça ordu sevketmekten bahsetmesi, devletin adının Suriye Arap Cumhuriyeti olması gerektiği konusundaki baskısı Lozan’ın 27. maddesinin açıkça ihlali değil midir? Madem Lozan devletin tapu senedi ve madem Lozan kırmızı çizgi, o halde neden devletin tüm kurumları, namus diye belledikleri bir anlaşmanın amir hükümlerine uymuyorlar? Anlaşılıyor ki, aslında kendileri de, 1923 mecburiyetlerinin sonucu imzalamak zorunda kaldıkları bu metnin meşruiyetine inanmıyorlar ve güçlerinin yettiği her durumda metni çiğniyorlar.

Bir anlaşmanın şartlarını yerine getirmemek noktasına geldiyseniz, ya geldiğiniz yerle ilgili muhataplarınızı da makul ve doğru bir yer olarak ikna etmelisiniz ya da fiili duruma maruz bıraktıklarınızın da size fiili durumlar yaşatmasına rıza göstermelisiniz. Yani bu durumda Türkiye, ya tüm bölge halklarının yararına olarak Lozan’ın kendini bağıtlayan prangalarından kurtulduğunu göstermeli ya da sadece kendi çıkarına olarak kurtulmuşsa o prangalardan, o halin yaratacağı reaksiyonlara da razı olmalıdır.

Bu girizgahtan sonra, yaklaşık 10 aydır yürütülmekte olan barış sürecinin Suriye ve Irak’taki gelişmelerden bağımsız olarak ele alınmaması ve güncellenmesi zorunlu hale gelmiş Lozan bağlamından azade değerlendirilmemesi gerekir. Çünkü karşı karşıya olduğumuz sorun, sadece bir ülkenin topakları içnde olan bir sorun değil, bölgesel bir sorundur. Bir ülke içinde bulunan çözüm ya da çözümsüzlük kaçınılmaz olarak diğer ülkeleri de etkilemektedir. Yani, ister istemez komşu ülkeler, ya çözümde ya da çözümsüzlük statükosunda bir birleriyle etkileşiyorlar. Mesela Suriye’de pozisyon kazanmak için Dürziler’e şimdilik özerklik vadeden, ileride ise belki kendisine bağlayacak bir girişimde bulunacak olan İsrail’in bu tutumu karşısında Kürtlerin özerkliğini engellemeye çalışmak ne kadar akla uygundur? Böyle yapmakla, onları doğrudan İsrailin safına itmiş, ayrıca kendi Kürtleri ile yürüttüğü süreci de tehlikeye atmış olmuyor mu Türkiye? Bu günlerde Lazkiye, Tartus, Humus ve Hama’nın bazı bölgelerinde yaşayan Aleviler’in “Suriye Orta ve Batı Siyasi Meclisi”ni kurduklarını ilan ederek özerklik talep ettikleri düşünülünce, halen umutsuzca üniter devlet şarkısını söylemenin kime ne faydası var. Suriye koşar adım adem-i merkeziyetçi bir kulvara girmişken Türkiye suyu yokuş yukarı nasıl akıtacak. Kürtlere, Dürzilere, Alevilere hamilik yapıp gönül bağları kurmak yerine onlara düşmanlık yapıp Baas statükosunu devam ettirmek, sadece ve sadece İsrail’in ihtiyaç duyduğu müttefik sayısını artırır. Türkiye, Suriye’ye, Irak’a müdahaleyle tapu senedi olarak gördüğü Lozan’ı ihlal etmeyi göze alacaksa, bunu iç barışını tehlikeye atmak, kendini ve komşularını kaosa sürükleyerek küçültmek için değil, tüm halkların yararına olarak şekilde yapmalı. Anlaşılıyor ki, Türkiye’yi yönetenler Lozan’ı deli gömleği olarak görüyorlar. Tehdit dili, kılıç edebiyatı, sözün bittiğinin ilanı ne uygulanabilirdir ne de Türkiye’yi büyütür, bilakis küçültür.

Tüm bu dış politik atraksiyonları kazasız belasız yapabilmemin ve yapılanın bölge halkları için faydaya dönüşmesinin ön koşulu evin içini temizlemekten geçiyor. Meclis komisyonu, anadilinde kendini ifade etmek isteyen barış annelerini engelleyerek, sadece silah bırakanların durumunu ele alıp Kürt sorununun yasal ve anayasal köklerine inmeyerek, bırakın yukarıda izah edilmiş olan bölgesel perspektifi kendi sorununu çözecek bir perspektif bile ortaya koyamaz.

Lozan’la hesaplaşılacaksa, bu, sadece kendi dar çıkarları için değil bölgesel barış ve refah için olursa ancak mümkün ve makbul olur. Aksi taktirde iç sorunları ve kaosu büyüterek ülkeyi küçültür.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.