Mazlum Bey, Mesrur Bey merhaba,
22 Ekim ile başlayan ve 27 Şubat ile tahkim edilen tarihi bir barışın dönüm noktasında, tarihi bir sürecin şafak vaktindeyiz. 1000 yıllık birlik ve beraberliğimize tezat oluşturan son 100 yıllık çekişme ve çatışma dönemini kapatma ve yeni bir yüzyılı inşa aşamasındayız. Yeni bir çağın eşiğinizdeyiz. Bu çağ, eğer başarabilirsek Kürtler ile Türklerin çağı olacak. Bu çağ, eğer başarabilirsek Orta Doğu halklarının makus talihini değiştirecek. Ve bu çağ, eğer başarabilirsek ortaya bir cihan devleti çıkararak dünya siyasetinin dengelerini değiştirecek.
Mazlum Bey artık hayatta kalmak için değil, barış için mücadele etme vakti. Kendi hayatını ortaya koymadan öldürmek, ölüme göndermek mertlik değil namertliktir ve siyasetçi güruhu bu namertlikte rütbe almış yığınla insanla doludur. Lakin siz bu kesimden gelmiyorsunuz. Bu sebeple dün nasıl savaştıysanız bugün de öyle barışmanızı temenni ediyorum.
Elbette bu süreçte aculluğa hacet yok; temkini ve tedbiri elden bırakmamak iktiza ediyor. Zira savaşın gölgesi her yere sirayet ediyor, savaş baltalarını elden düşürmeyenlerin elleri her yere uzanıyor. Lakin aydınlık yarınlar için cesaret göstermek, cevval olmak ve cüret etmek gerekiyor. Geleceği geçmişe mahkûm etmemek; yakın geçmişin ayrışmalarına değil, uzak geçmişin birleşmelerine odaklanmak gerekiyor.
Bu anlamda Abdullah Öcalan’ın varlığı büyük önem arz ediyor. Onu benden daha iyi idrak ettiğinize şüphe yok, onu size anlatmama hacet yok. Lakin birkaç hususa değinmek istiyorum. Zira Öcalan’ın onlarca yıl söylediklerinin, onlarca yıldır sansürlendiği bir coğrafyadan size sesleniyorum. Birbirimizi iyi anlamamız gerekiyor. Türkiye’nin, Türklerin Öcalan’ı ve sizi iyi anlaması gerekiyor. Bu savaşı PKK başlatmadı, bu savaşı SDG başlatmadı. Mesele Kürtlerin ne yaptığı değil ne olduğuydu.
Ne demişti Öcalan; “Kürt-Türk ilişkisi Kürt-Arap ya da Kürt-Fars ilişkilerine benzemez. Hem çok daha yoğun hem çok daha sahici bir ilişkidir. Tarihe bakarsanız önce Türklerin Kürtleşmiş sonrasında da Kürtlerin Türkleşmiş olduğunu görürsünüz. Mazimiz ortak olduğu gibi atimiz de ortaktır. PKK güneyde bir yandan Kürtleri özgürleştirirken diğer yandan Türkçe ile Türkleştiriyor. Kürt devrimini Türkçe ile yapıyoruz”. Bunu ehemmiyetle arz etmemin sebebi İlham Ahmed’in Duhok’ta söylediği “Türkiye ile ortak çıkarlarımız olsa iyi olmaz mı?” cümlesi. Zira oradaki “olsa” fazlalık. Ne yaşadıysak yaşayalım, yaşananlar bize çıkarlarımızın ve hatta varlığımızın ortak olduğunu, gücümüzün ise birliğimize oranla artacağını hiç ama hiç unutturmamalı.
Ve yine Öcalan’ın dediği gibi; “Ham hayalci olmanın faydası yok. Kürtleri İsrail’in uydusu olarak tasarlayanlar var. Kürt ulus devleti üzerinden tüm Kürtleri teslim almak istiyorlar. Buna karşı çıkan biziz, çıktığımız için buradayız; boyun eğen Ankara’dır. İstiyorlar ki Türk Kürt’ü ezsin, Kürt de Türk’ü vursun. Sadece Kürtler değil Türkler de hak ve özgürlüklerinden yoksun kaldılar. Osmanlı batıda yükselirken Türk ve Kürt’ün posasını bıraktı ardında. Atatürk bunu gördü, Kürtleri gördü; Misak-ı Milli budur. Lakin sanırım sonrasındaki kimi gelişmeler onu geri adım atmaya zorladı”. Burada tüm Orta Doğu halkları için mesele asla ama asla Yahudi kardeşlerimiz veya İsrail değildir, mesele Siyonizm’in damıtılmış hali Likud’dur. Hakan Fidan’ın hamasi ve şovenist demeçleri ile Jerusalem Post’ta yayınlanan “Kürtler İsrail’in doğal müttefikidir. İsrail’in SDG’ye destek verme zamanı gelmiştir” makalesi üst üste geldiğinde insanların kafası karışabiliyor, şüphe artabiliyor. Buna müsaade etmemeniz gerekiyor.
Mazlum Bey; TSK tankları Kobani’de sizinle yan yana olmalıydı, Fidan-Kalın ikilisi ilk pozu Şara ile değil sizinle vermeliydi. Ve evet sizleri ilk ağırlaması gereken başkent Ankara olmalıydı. Çok hata yapıldı, çok zaman kaybedildi. Lakin Kürtlerin diğer halklardan farkı, onların modernleşme hikayelerinin ulus devletin insanı öğüten çarklarından geçmemiş olması. İşte bu sebeple birlik ve beraberliğimize dair umudumuz hiç olmadığı kadar yüksek. Bu sebeple diyoruz; darağacında da olsak son sözümüz barış!
Mazlum Bey; Öcalan kendisiyle beraber olanları kuşattırmadı hiçbir zaman. Öcalan siyasetini; tarihsel süreçleri ve sosyolojik gerçekleri, üstelik olabildiğince özgür bir zihinle okuyarak inşa etti. Onun paradigması böyle şekillendi. Ona düne kadar ip atanların bugün el uzatmasının sebebi bu. Onu yıllardır zindanda tutan devletin, bugün onun paradigmasını kabul etmesinin sebebi bu. O, hakikat üzerine yol kat etti. Bu yüzden sıklıkla ifade etmeye çalışıyorum Atatürk’ün devleti vardı, Öcalan’ın halkı var. Ve Öcalan bu halk desteğini devlet propaganda makinesinin aleyhine yürüttüğü çalışmalara rağmen kazandı. Umarım aynı istikamet üzerine olursunuz.
Mazlum Bey; Türkiye’nin, Suriye’nin ve tüm bölgenin çıkarları adına federal bir Suriye’den vazgeçmemeniz ama barışı da bu bakışa kurban etmememiz gerekiyor. Kıldan ince kılıçtan keskin bir siyasi retorikle ilerleyebilmek gerekiyor. Evet çok zor ama barış adına bunu gerçekleştirmeniz gerekiyor. Ve hiç şüphesiz; Türkiye’de Türk’e, Irak’ta Arap’a, İran’da Fars’a hak olan, Suriye’de de Kürt’e hak. Sizin de İlham Ahmed’in de Türkçe bildiğinizi biliyorum; Türklere seslenin.
Mazlum Bey unutmamanız gerek; Amerika ve İsrail ile dönemin şartları gereği ittifak mümkün. Nitekim İsrail’i ilk tanıyan ülke olduğu gibi, Amerika’nın da en büyük müttefiklerinden birisi Türkiye. Dönemsel ittifakları yapısal “ittifakımıza” kurban etmeyelim. Sizin bizim geçmişte düştüğümüz hatalara düşmeyeceğinize inanıyorum. Ankara-Erbil-Kobani üçgeninde aynı safta ve aynı istikamette hareket etmemizin bir tercih değil zaruret olduğunu, yapay değil doğal olduğunu görmemiz gerekiyor. Yaşanan acılar veya gündelik siyaset bu hakikate karşı bizi kör etmemeli. Umarım tez zamanda sizi ve İlham Ahmed’i olması gerektiği gibi Ankara’da görürüz.
Mesrur Bey hem dedenizin hem babanızın tecrübeleri hem de 2017 referandumu size birçok hakikati göstermiştir diye umut ediyorum. O referandumda Türkiye sizi desteklemeli, siz ise o referandum için Türkiye’nin desteğini aldıktan sonra harekete geçmeliydiniz. İlki bizim, ikincisi sizin eksiğiniz. Azerbaycan, Kıbrıs nasıl ki iki devlet tek millet ise bizim için, hiç şüpheniz olmasın Rojava da Başur da öyle bizim için. Kim ne derse desin hakikat bu, olması gereken bu.
Mesrur Bey; sizlerin 20 yıl önce maruz kaldığı muameleye şimdi de Mazlum Abdi ve arkadaşları maruz kalıyor. Buna kayıtsız kalmayarak Duhok’ta onlara verdiğiniz destek Kürtlerin birliği, dolayısıyla da Kürt-Türk birlikteliği açısından büyük önem arz ediyor. Sizin 22 Ekim ve 27 Şubat’ı, yani terörsüz Türkiye ve Türkiye yüzyılını tahkim eden söylemleriniz çok kıymetli. Umarım daha fazla inisiyatif alırsınız. Çekinmeyin, bu mesele Türkiye’nin “iç meselesi” diye uzak kalmayın. Zira Erbil, Ankara’nın dışında değil. Ve Ankara için Erbil, Bakü’den daha az kıymetli değil.
Son olarak; hikâye aslında bir devir teslimin doğum sancıları. Biz Oğuz Türklerinin üstlendiği ve 500 yıldan fazla lokomotifi olduğu, akabinde Balkan halklarına bıraktığımız sorumluluğu, sancaktarlığı gelecekte Kürtler üstlenecek. Türk devlet birikimi Kürt halk dinamizmi ile birleşecek ve ortaya hepimizin hissedarı olduğu bir kerim devlet çıkacak. Türkiye Cumhuriyeti Kürtlerin de devleti olacak, Türkiye yüzyılı böyle vücut bulacak. Türkler bu devrimi Kürtçe ile başlatacak ve Kürtler bu devrimi Türkçe ile Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar yayacak. Orta Doğu üç büyük barışa gebe; yolumuz çok uzun, yapılacak çok işimiz var. Her kesiminin desteğine ihtiyacımız var. Kalın sağlıcakla.




