• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Mehmet Emin Ekmen: Kürt meselesi çatışma çözümünü aşan bir meseledir

Mehmet Emin Ekmen: Kürt meselesi çatışma çözümünü aşan bir meseledir

“Türkiye’nin içerisinde bulunduğu çürüme, kurumsal çürüme ve insanların kendini özgür eşit ve mutlu hissetmemesinin tarihsel en büyük kaynaklarından birisi Kürt meselesidir, Kürt meselesinde bir çözümün birçok alanda pozitif sonuçlar üreteceğine inanıyorum. Bundan eminim.”

Mehmet Emin Ekmen: Kürt meselesi çatışma çözümünü aşan bir meseledir
Mehmet Emin Ekmen: Kürt meselesi çatışma çözümünü aşan bir meseledir
Mizgîn Aksu
  • Yayınlanma: 25 Ekim 2024 12:49
  • Güncellenme: 29 Ekim 2024 18:04

Kürt meselesinin çözümsüzlüğü iki yüz elli yılı aşan köklü bir konu.

Kürt meselesinin siyasal ve toplumsal talepleri için zaman zaman çözüm yolları denenmiş olmasına rağmen denemeleri kalıcı bir sonuç vermedi.

1 Ekim 2024 tarihinde Meclis’in açıldığı gün yaşananlar, siyasette yeni bir süreç mi başlıyor ve Kürt meselesinin çözümüne dair bir gelişme mi yaşanacak sorularını doğurdu.

ilketv.com.tr olarak, geçmiş süreçlerde yaşananları, başarısızlıkların sebeplerini, dünyadaki örnekleri ve bölgesel dinamiklerin etkilerini mercek altına alan bir söyleşi dizisi başlattık.

Kürt meselesi ve çözüm söyleşilerinin üçüncüsünü Akil İnsanlar Heyeti üyesi ve DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen ile gerçekleştirdik.

Bizler bir deneyim yaşadık. 2013’te başlayıp Dolmabahçe mutabakatı dediğimiz bir noktaya geldi. Yeni bir sürecin başlama ihtimali bile insanlarda umut yarattı. Yeni bir süreç başlarsa, bu sıfır toplamlı bir süreç mi olur?

Önceki deneyimi tartışmak başka bir mevzu. Orada devlet, örgüt, etkili aktörler hangi hataları yaptılar? Bunları ayrıca konuşmak gerekiyor. Bugün itibari ile bir şey söyleyebilmemiz için, bizim İmralı’dan gelen mesajı görmemiz gerekiyor ki, hangi çerçevede çağrıda bulunuyor bilelim. O çağrıya icabet edecek aktörlerin, başta Kandil olmak üzere, yaklaşımını görmemiz lazım. Devlet ve iktidar siyaseti özenle ve katiyetle çözüm ve süreç kelimelerinden uzak durmaya çalışıyor. Bu da anlaşılabilir bir şey, son süreç iyi yönetilmediği için toplum nezdinde yıpranmış bir kesim nezdinde mahkûm olmuş ifadeler bunlar. Ancak Çözüm Süreci öyle bir şeydi ki, hiç kimse süreci bitiremedi. Hatırlatalım “süreç dondurucudaydı” sürecin kendisi bitirilemeyecek kadar meşruiyet taşıyordu ama taraflar süreci sonrasında sahiplenemeyecek kadar da kötü yönettiler.

Siz kötü yönetilmeyi nasıl tarif ediyorsunuz. Kötü yönetilen şeyler neydi? Yeni bir şey olacaksa nelere dikkat edilmeli?

Yeni olan dediğimiz şey ne? Kürt meselesinin çözümü dediğimizde bunun yasal, anayasal başlıklarını ayrı konuşmamız gerekir. Örgütün silahsızlandırılması dediğimizde başka bir şey konuşmamız gerekiyor. Örgütün Türkiye sahasında faaliyetlerini bir kongre kararıyla kalıcı olarak sonlandırması dediğimizde ayrı bir şey. Irak ve Suriye’deki varlığına ilişkin ise başka bir şey konuşmamız gerekir. O nedenle bu seçeneklerden hangisinin İmralı ile devlet arasında bir minimal başlangıç noktası olduğunu bilmiyoruz.  Ben en makul başlangıcın Türkiye sahasındaki eylemliliğe kalıcı bir Şekilde son vermenin ilanı olabileceğini düşünüyorum.

2013 Newroz’unda Sırrı Süreyya Önder’in Abdullah Öcalan adına okuduğu mektupta silahlı güçlerin çekilmesi çağrısı yapılmıştı. Sizce yine böyle bir çağrı gelebilir mi?   

Çağrı yapılmıştı ama sonuç alınamamıştı. Bugün sonuç alınacağı var sayılıyor, umut ediliyor, ön görülüyor. Ben devletin bir kez daha boşa düşeceği bir şeyi denemek isteyeceğini düşünmüyorum. Bir analiz bir yol haritası çıkarılmış. Bu yol haritası bizim anladığımız manada çözüm süreçlerinin, çatışma çözümlerinin ya da Kürt meselesinin çözümüne dair olmayabilir. Ama Kürt meselesi çatışma çözümünü aşan bir meseledir. Burada iktidarın esaslı bir gündemi var mıdır? bence yoktur. Yasal ve anayasal adımların atılmasından önce şu an fili olarak beş- altı yıldır ister bir tür geri çekilme ister SİHA’ların yarattığı bir alan hakimiyeti, ister başka bir kapasite yetersizliği….

İsmine ne derseniz deyin biz yurt içinde son beş yılda bilinen bir terör faaliyetine tanık olmadık.
Bu durum devletin elde ettiği üstünlükle mi ilgili, örgütün tercihi ile mi ilgili ayrı bir tartışma konusu olabilir ama eldeki veri bu.  Dolayısıyla tek taraflı ateşkes hatta tek taraflı çekilme gibi şeylerin devlet katında anlamlı karşılığının kalmadığını düşünüyorum. Bu kadar büyük bir pozisyon değişikliğinde onların beklentisi bence minimum derece Türkiye sahasındaki faaliyetlerin tek taraflı olarak sonlandırılması çağrısı olabilir.

Devlet ve İmralı arasında bir süreç mi başladığını düşünüyorsunuz?

İmralı ile görüşüldüğü anlaşılıyor. Devletin İmralı dışında diğer unsurların herhangi biri ile doğrudan görüşme yaptığına dair bir bilgi kırıntısı görünmüyor. Ya da böyle bir iddia gözükmüyor. Şimdilik sadece devlet ve İmralı arasında bir görüşmenin olduğu görünüyor. Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı daveti de bence bunu teyit ediyor. Tecrit sona ermiştir. Çok kısa bir süre sonra oradan bir mesaj, bir çağrı göreceğiz. Onu gördüğümüzde takip eden birkaç gün içerisinde daha sağlıklı bir kanaat oluşturabiliriz. Mevcut olan biteni okuyup, anlayıp yorumlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bugün itibari ile görünen budur. Olması gereken budur demiyoruz, doğru olan budur demiyoruz, yanlıştır da demiyoruz. Ama bugün itibari ile görünen budur.

Bahçeli’nin çağrısı üzerine İmralı’dan gelen yanıtı ve akabinde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı’dan gelen ön bilgi, Öcalan’ın bu rolü oynamaya noktasında yeterli özgüvene ve zihni altyapıya hazır olduğunu gösteriyor. Bu beklenen bir şeydi. Şimdi kamuoyuna veya örgütün diğer unsurlarına yönelik olarak yazılacak veya yazılmış olan mektubun görülmesi gerekiyor. Mektubun içeriği ve bu mektuba diğer paydaşların yaklaşımı/cevabı sürecin gidişatını belirleme açısından önemli bir safha olacaktır. Ağır aksak işleyişi ve sorunlu yönlerine rağmen, demokratik işleyiş ve siyasi zemin, demokratik kurumlar ve aktörler, silahların kalıcı olarak sustuğu bir ortamda kendi meselelerini konuşma ve çözme kudretine sahiptir. İnşallah gelişmeler de bu yönde olur.

Sizce bu yaşanan durum nasıl devam edebilir: Bu şekilde başlamış olması sizce ilerisi için nasıl bir izlenim veriyor?

Sosyal medyada Öcalan’a ait iki dakikalık bir video yayınlanmıştı. Öcalan o dönemde “Bizde ben her şeye hakimim ama siz her şeye hakim değilsiniz” diyor devleti kastederek. Örgüt ve ilişkili yapılar da devlete her zaman bunu dayattı; bizimle ilgili bir şey yapmak istiyorsan bunu İmralı üzerinden yapmak zorundasın. Ama İmralı ile her zaman senkronize oldu mu uyum sağladı mı hayır. Mesela biz Murat Karayılan ağzından 1 Eylül’de geri çekilmenin tamamlanacağını, ilan edebiliriz dediğini gördük, konuşma Haziran 2013 ayında yapılmıştı. Ama biz 1 Eylül’de öyle bir geri çekilme ile karşılaşmadık. O gün farklı bir gündem devreye girdi.

Bu süreçte Kandil Öcalan’ın kendi ağzından duymak istediğini söylüyor…

Onlar tali meseleler, onların gelsin kongreye katılsın dediği zamanlar artık sürecin bozulmaya başladığı zamanlar. Bence devlet kendisi ve örgüt bileşenlerinin kurumsal tutumu açısından doğru olanı yapıyor. Yani Kandil, Brüksel, Diyarbakır, Ankara gibi o yapının 4 güç odağının, İmralı ile senkronize olamamasının bedelini biz çözüm sürecinin sona ermesi ile gördük. Şimdi mesela Dolmabahçe mutabakatı Sırrı Süreyya Bey de anlatıyor. Çok kuvvetli ve büyük bir sembolizm olarak kabul edildi. Orda yazılan 10 madde var. Ve ben iddia ediyorum o 10 madde ile ilgili bu 4 unsur yıllarca toplantı yapsın tam bir mutabakat üretemezler.  Dediler ki; biz bunu kabul etmiyoruz. Halbuki Dolmabahçe mutabakatında devlet heyeti Erdoğan’dan İmralı heyeti Öcalan’dan teyit almadan hiçbir şey yapmamıştı. Ama o çağrı boşa düşürüldü. Şimdi İmralı’ya büyük bir liderlik, önderlik pozisyonu ciro ediliyor. Ama oradan gelen kararlar yeri geldiğinde şerh ediliyor, tefsir ediliyor. yerel seçimlerde olduğu gibi, geri çekilme sürecinde olduğu gibi, Dolmabahçe mutabakatında olduğu gibi.  Orda da bence bu bahsettiğimiz 5 odaktan geri kalan 4’ünün biraz daha dikkatli davranması gerekecek en kibar ifadeyle.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ının İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye açıklamasından sonra Ortadoğu’da yükselen savaşa karşılık Kürtlerle birlikte olmaya çalıştığı, iç cepheyi daha güçlü tutmanın daha iyi olacağı senaryosu üzerinden bu adımların atıldığı konuşuluyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Bahçeliyi ikna eden argüman budur. Ben İsrail’in doğrudan saldırı yapacağını düşünmüyorum ama İsrail’in öngörülemez yayılmacı azgınlığının Irak’ta, Suriye ve İran’da yaratacağı sonuçlar var. Bu sonuçlarda oradaki örgütlü ya da örgütsüz Kürtler açısından önemli sonuçlar üretecek. Türkiyenin birçok şeyin altüst olup yeniden dizayn edileceği bir döneme kendisi açısından daha az riskle girmek istediğini görüyorum.

İsrail’in hedefi olmuş ya da İsrail’in istikrarsızlaştırmak istediği bir Türkiye’nin Kürtlerin de ne kadar lehine olup olmadığı da tartışılır. bence Suriye ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti devletinin makul bir pozisyon değişikliği ile birlikte menfaatlerin örtüştüğü bir tablo elde etmek mümkün.

Suriye ile ilgilide dürüstçe söyle bakıyorum. Türkiye’de 20 milyon Kürt var, Türkiye’deki minimum 20 milyon kürdün kaderini de Suriye ki 8-10 şehrin yönetim kabiliyeti, kapasitesine eşitlemek ne kadar doğru bilmiyorum, bu tutum benim eleştirdiğim bir şeydir.

Gündeme baktığımızda Türkiye’nin ekonomik krizden tutalım, toplumsal çürümeye kadar çok sayıda sorunla karşı karşıya olduğunu görebiliyoruz. Barış Türkiye’nin bu vahim tablosunun da çözümü olabilir mi?

Bunu geçmişte defalarca kez ifade etmiş birisiyim. Türkiye’deki devlet aygıtındaki çürüme, ekonomik çöküşünün, arka planında Kürt meselesi var demek kuvvetli bir argüman. Yani 90’lara gidelim devlet içerisindeki örgütlenmelere, çeteciliğe, saldırılara, devlet merkezli dizayn girişimlerine bakalım. En kullanışlı araç Kürt meselesidir. Devlet hukuk dışına çıkıyor, çünkü Kürt meselesi var deniyordu. Gerçek anlamda bir demokratik nizamın tesisi mümkün değil deniyor, çünkü Kürt meselesi var. Yani hep Kürt meselesi üzerinden, şu anda bile savunma sektörüne ve terörle mücadeleye ayrılan bütçenin ulusal bütçede yarattığı etki ve yine bu harcamaların açtığı gedikler. Bu harcamaların eğitim, sağlık, kadın kültür ve gençlik gibi alanlara yönelmesi halinde ortaya çıkacak pozitif iyileşmeye baktığımızda dehşet verici rakamlarla karşılaşıyoruz.

Numan kurtulmuş, 2014 yılında 300 milyar dolardan bahsediyordu. Kürt meselesinin Türkiye Cumhuriyeti devletine ekonomik maliyeti hakkında aradan geçen on yılı dikkate aldığımızda, özelikle faiz yüküne etkisine baktığımızda trilyon dolara varan bir maliyetten bahsetmekten mümkün. Bunu biz söylemiyoruz, geçmişte bunu Cemil Çiçek söyledi, Numan Kurtulmuş söyledi. Bu mesele çözüldüğünde, hukuk adalet yargı ve kamu idaresindeki çürüme ile sahici bir yüzleşme imkânı var. Şimdi bakıyorsun bir mafya lideri bir siyasi lideri tarafından kabul görüyor, niye “devletine milletine bağlı” diye. Bir Yargıtay üyesi uyuşturucudan, kadın satıcılığına kadar her türlü çürümüşlüğe bulaşıyor, soruyorsun “ama o arkadaş devletine milletine bağlı bizim sevdiğimiz bir arkadaş” deniliyor. Hiç kimse yaşadığı şehrin istikrarsızlaşmasını, çatışma terör ve benzeri yönlerle günlük kamu düzeninin bozulmasını istemez. Kim yaşadığı devletin ekonomik anlamda zayıf, itibarsız olmasını ister. Şimdi bugün için muhalif kabul edilen arkadaşlar Türkiye’nin azalan itibarinin en büyük bedelini ödüyorlar. Nasıl? Vize bile alamayarak.
Ülkesinin zayıflaması, çürümesi, itibarsızlaştırılması hangi siyasi görüşte olursa olsun bütün vatandaşlar için sonuç üretiyor. Ve bugün bu çürümüşlüğün, zayıflığın itibarsızlığın sistem içerisindeki en büyük kaldıraçlarından biri Kürt meselesi. Geçmişte şeriat, İslamcılık, Alevilik, gayri Müslimler gibi değişik başlıklar da vardı. Ama gayri Müslimler nüfus olarak bir tehdit olmaktan çıkartıldılar bir şekilde geçmiş politikalarla. İslamcılık ya da şeriatçılık olarak tarif edilebilecek yaklaşımlar da Erdoğan döneminde devlet tarafından yutuldu. Artık devlet için tehdit oluşturan bir anlayış yok. Devletin bir aparatına dönüştüler. Türkiye’de geçmişte devletin laiklik adına kaygı duyduğu ve baskıladığı bütün sosyal kesimler bugün devlet tarafından yutuldu ve devlet tarafının bütün kötücül politikalarının savunucusu haline geldi. Yuttular o sosyal gerçekliği. Geriye Alevilerle Kürtler kaldı. Aleviler açısından da yaygın silahlı bir varlık söz konusu olmadığına göre, elinde Kürtlerin bir kısmından onay alan ve değişik sosyal ve siyasal alanlarda destek bulan bir silahlı varlık olarak PKK kaldı. Doğru olan örgütüm silahsızlandırılması aynı zamanda Kürtlerin insanı, siyasi kültürel taleplerinin karşılandığı devleti dönüşümü ile birlikte düşünülmesidir.
Önce silahsızlanırsa sonra yasalar ve anayasal süreçler mı sağlıklı yürür, yoksa yasal ve anayasal süreçler sağlıklı yürürse silahsızlanma başarılı olur. Ben silaha karşı bir insanım dolayısıyla bir an önce silahsızlanma talep ediyorum.

Barışın toplumsallaşması nasıl mümkün olur peki? Barış sadece Kürtleri ilgilendiren bir mesele mi?

O zaman başlık neydi “analar ağlamasın” yani ben bir gün AK Partili etkili bir arkadaşa dedim ki: Sayın Erdoğan’ın Kürt meselesine bakışındaki sorunların kaynağı siz olabilirsiniz. Niye dedi? Dedim ki “çünkü o arkadaşlar, büyükler Sayın Erdoğan’a her meseleyi anlattığında muhtemelen şöyle anlattı: “Köylerde insanlara cop sokuluyor, bok yediriliyor, köyler yakılıyor, insanlar büyük ayrımcılığa maruz kalıyor.”

Erdoğan da şimdi şöyle düşünüyor. Hatta Erdoğan bir grup konuşmasında aynen böyle ifade etti. Erdoğan: “mealen Kardeşim biz size cop sokmaktan, bok yedirmekten, köy yakmaktan vazgeçtik, siz daha ne istiyorsunuz” dedi
Yani Kürdün talebinin bireysel, kolektif yönüne dair bir farkındalık ve hakimiyet yoktu. Bugün var mı ondan da emin değilim. Sayın Erdoğan açısından bunu söylüyorum.
Anayasal düzlemde olan, büyük ve nihai bir çözüm gündeminin çok ta kolay olamayacağını, bizim bu farkındalıkla bu meseleye yaklaşmamız gerektiğini, en küçük bir sarsıntıda aman olmuyor bu iş olmuyor deyip vazgeçmememiz gerekiyor. En karanlık anda bile, belki bir taşı birbirine çarptırarak bir kıvılcım, karanlığı yaran bir ses ya da ışık yakalamayı hedeflememiz gerekiyor. Sürecin hangi anda başlaması gerektiği hususu Çözüm süreçlerinde çok tartışılan bir meseledir: Yenişememe hali, yorulma hali, bir tarafın kesin galibiyete yaklaştığı an bunlar hepsi başlangıç zamanı için tartışılan mevzular. Benim yakın durduğum tez, bu ise inananların en kesif çatışma yoğunluğunun olduğu dönemlerde veya bir tarafın kesin galibiyet ilan ettiği anda dahi bir fırsat penceresi kovalanması, bunun yakalanmaya çalışması, önce karar alıcılara, sonrasında topluma bu pencereden bir ışık verilebilmesidir. Meseleye iyimser bakışımı, riskli ve sıkıntılı yönlerini görmediğimiz anlamına gelmemeli.

2013 çözüm sürecinde barış talebi olukça yoğundu. Toplumun nerdeyse yüzde 80’i destekliyordu. Siyasetin dili toplumsal iknayı sağlayabilir mi?

O zaman başlık neydi “analar ağlamasın” yani ben bir gün AK Partili etkili bir arkadaşa dedim ki: Sayın Erdoğan’ın Kürt meselesine bakışındaki sorunların kaynağı siz olabilirsiniz. Niye dedi? Dedim ki “çünkü o arkadaşlar, büyükler Sayın Erdoğan’a her meseleyi anlattığında muhtemelen şöyle anlattı: “Köylerde insanlara cop sokuluyor, bok yediriliyor, köyler yakılıyor, insanlar büyük ayrımcılığa maruz kalıyor.”

Erdoğan da şimdi şöyle düşünüyor. Hatta Erdoğan bir grup konuşmasında aynen böyle ifade etti. Erdoğan: “mealen Kardeşim biz size cop sokmaktan, bok yedirmekten, köy yakmaktan vazgeçtik, siz daha ne istiyorsunuz” dedi

Yani Kürdün talebinin bireysel, kolektif yönüne dair bir farkındalık ve hakimiyet yoktu. Bugün var mı ondan da emin değilim. Sayın Erdoğan açısından bunu söylüyorum.

Anayasal düzlemde olan, büyük ve nihai bir çözüm gündeminin çok ta kolay olamayacağını, bizim bu farkındalıkla bu meseleye yaklaşmamız gerektiğini, en küçük bir sarsıntıda aman olmuyor bu iş olmuyor deyip vazgeçmememiz gerekiyor. En karanlık anda bile, belki bir taşı birbirine çarptırarak bir kıvılcım, karanlığı yaran bir ses ya da ışık yakalamayı hedeflememiz gerekiyor. Sürecin hangi anda başlaması gerektiği hususu Çözüm süreçlerinde çok tartışılan bir meseledir: Yenişememe hali, yorulma hali, bir tarafın kesin galibiyete yaklaştığı an bunlar hepsi başlangıç zamanı için tartışılan mevzular. Benim yakın durduğum tez, bu ise inananların en kesif çatışma yoğunluğunun olduğu dönemlerde veya bir tarafın kesin galibiyet ilan ettiği anda dahi bir fırsat penceresi kovalanması, bunun yakalanmaya çalışması, önce karar alıcılara, sonrasında topluma bu pencereden bir ışık verilebilmesidir. Meseleye iyimser bakışımı, riskli ve sıkıntılı yönlerini görmediğimiz anlamına gelmemeli.

Barışın yeşerdiği bir Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu çürüme, kurumsal çürüme ve insanların kendini özgür, eşit ve mutlu hissetmemesinin en büyük kaynaklarından birisi Kürt meselesidir, Kürt meselesinde bir çözümün birçok alanda pozitif sonuçlar üreteceğine inanıyorum. Bundan eminim. Bütün çabamız bunun içindir.

Kürt sorunun çözümünde demokratik bir süreç yaşandığında Türkiye’nin kuruluşundan itibaren başlayan diğer tüm sorunların çözümünde de bir yüzleşmenin yolu açılır mı?

Bu mesele çözülecekse elbette bir çok sorun da daha kolay konuşulur ve çözülebilir olacaktır. En temel korku olan bölünme tehdidinin kalıcı ve inandırıcı bir şekilde sona ermesi, daha önce anlattığım üzere bir çok sorunun çözümünü rahatlatacak, kolaylaştıracaktır.