Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt meselesine dair izlenen çözümsüzlük politikaları, ülkede 40 yılı aşkın süredir devam eden savaş ve çatışma koşullarına neden oldu.
Yaşanan ağır savaş, on binlerce can kaybının yanı sıra ülke ekonomisine de büyük bir darbe vurdu. Savaşa harcanan kaynaklar, ekonomik krizleri beraberinde getirdi.
Kürt meselesi, Türkiye ekonomisini nasıl etkiliyor? Bu sorun halka nasıl yansıyor? Savaşa aktarılan kaynaklarla neler yapılabilirdi? Bugün çözümü dayatan etkenler neler? Hangi adımların atılmasına ihtiyaç var?
İktidar cephesinden son haftalarda atılan adımlar ve verilen mesajlarla yeniden kamuoyunun gündemine oturan Kürt meselesine dair yanıtı merak edilen bu soruları, Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası (DTSO) Başkanı Mehmet Kaya cevapladı.
Türkiye’nin acil çözüm bekleyen temel sorunlarından biri ekonomi. Ekonomide istikrarın sağlanması için ise, hukuk devletinin temelini oluşturan demokrasi ve özgürlükleri geliştirecek adımlara ihtiyaç var. Bu bizi Kürt meselesiyle karşı karşıya bırakıyor. Kürt meselesinin ekonomiye yansıması, etkisi nedir? İş dünyası, sanayici bu meseleden nasıl etkileniyor?
Güvenlikçi politikalar nedeniyle etkileniyor. Aslında bugünlerde güvenlik önlemleri ile güvenlik politikası da birbirine karıştırılıyor. Güvenlikçi politika dediğimiz de ticareti öncelemeyen, tamamen güvenliğe endeksli atılan adımlar ve önlemlerden bahsediyoruz. Bu ne demek? Örneğin, Federe Kürdistan Bölgesi’yle ticaretin önüne güvenlik önlemlerini koymak demek.
Aslında dönüp baktığımız zaman bunların hepsinin temelinde Kürt sorunu yatıyor. Halen Türkiye’nin kendi Kürtleriyle, bölgedeki Kürtlerle barışamamasının yarattığı sorunlar yatıyor ki, bunu açıklamalardan görebiliyoruz. Yani işte dönem dönem bakanlar, Irak Federe Kürdistan Bölgesi için işte ‘biz kapıları açmazsak, açlıktan ölürler bakın” gibi söylemler kullanıyor. Yani bu söylenenler aslında genel devlet politikası. Biraz önce Nusaybin sınır kapısının durumunu anlattım. Bakın Irak’ın güneyi ile kuzeyi arasında da Haşdi Şabi’nin kontrolü var, vergi kontrolü var ve Türk TIR’ları geçemiyor oraya veya ilave vergi konuyor. Fakat yine de orada bir dorse değişimi yapıyorlar. Yani gidip malı teslim edebiliyor insanlar. Nusaybin’de buna da izin vermiyorlar. Çünkü karşı taraf da Kürt ve işte bugün Türkiye’nin orayla bir savaşı söz konusu.
İkincisi, yaşadığımız bölgeye özgü sorunlar var. Son 5 yılda ilimizden 430 şirket merkezini batı illerine taşıdı. Şimdi 23 bin üyemiz var. Burada kurulan, bu bölge insanının kurduğu şirketler ve büyük ölçekli şirketlerden bahsediyoruz. Diyeceksiniz ki 23 bin üyeniz varken 430 nedir ki? Fakat büyük ölçekli şirketler, yani finans ve istihdam yoğunluklu şirketler bunlar. Bizler için lokomotif şirketler. Şimdi biz bunları tek tek aradık, gerekçeniz ne diye. Dönüp baktığımız zaman burada yapılan uygulamalar, işte finansa erişim birinci sırada çıkıyor. Şimdi bir bankanın buradaki şubesi 5 milyon krediyi vermezken, aynı müşteriye aynı bankanın İzmir’deki şubesi 20 milyon kredi verebiliyor. İşin içine girip araştırdığımız zaman bunun da temelinde bölgeye bakış yatıyor maalesef. Cumhuriyet’ten beri bu böyle. Sadece bugüne özgü ve önüne geçilebilmiş bir durum değil. Maalesef kentleşen, büyüyen sermaye birikimi olan iş insanları bir süre sonra buradan göç ettirilmek zorunda bırakılıyor.
Şimdi eğer siz burada finansa erişemiyorsanız iş kapasitenizi büyütme şansınız yok. Burada ulaşamadığınız finansa batıda ulaşıyorsanız ister istemez merkezinizi oraya taşıyıp orada büyüyeceksiniz. O zaman buraya biz hangi büyük yatırımcıyı getireceğiz? Diyarbakır’daki yatırımcı profiline dönüp bakın, bir tane ikinci kuşağımız yok. Neredeyse hepsi son 20-30 yıl içerisinde sanayileşmiş ve bir sanayi kültürü oluşmuş. Şimdi bunların özel destek alması lazım. Ama bizim gördüğümüz şu ki, yani Kürt sorunu çözülmeden devletin bu bölgeye bakışını düzeltme olanağımız yok. Bu yalnızca bir politika değil. Yani Cumhurbaşkanı’nın alacağı bir karar tek başına bazen yeterli olmuyor, bunun bürokrasiye kadar inmesi lazım.
Bakın size iki tane sulama yatırımı örneği vereyim. Bu Türkiye’ye de zarar veren bir şey. Yani bugün Dicle ve Kral Kızı barajları neredeyse 20 yıldır tamamlanmış ve 202 kilometrelik ana kanal yapılmış bakın. Ayrıca Batman bölümünde sulama için 148 km ana kanal yapılmış. 20 yıldır neredeyse enerji üretiyor ama halen bölge için gerekli olan su yok. Son iki yıldır Dicle ve Kral Kızı barajlarından gelen su ile sadece 20 bin dönümlük bir alan sulamaya açıldı. Şimdi bunu neyle izah edeceksiniz? Bir barajın ömrü vardır, 50 ila 100 arasındadır. Şimdi siz bir barajı yaparken hem enerjisini hem sulamasını birlikte kullanacaksınız ki o yatırım fizibilitesi olsun. Yani yaptığınız yatırımdan katbekat para kazanasınız. Evet, enerjinde 10 yılda hemen parasını çıkarıyorsunuz ama sulamasını da yapacaksınız ki ülke kazancı daha da çok artsın. Bunun yapılmamasını ihmal ile anlatamazsınız. Hele bir de gelişmemiş bir bölgesiniz ve bölgenin tarımsal yapısı belli. Bakın sadece Diyarbakır’ı ele alalım 7 milyon hektarlık alanımız tarım alanı. Bunun 4 milyon hektarı sulanabilir alan ama şu ana kadar 1,5 milyon hektarı sulamaya açabilmişiz.
Şimdi bunların Kürt sorununun çözülememesi ve bölgeye dönük sorunlu bakış açısıyla şekillenmiş politikalardan kaynaklandığını görebiliyoruz. Onun için barışın en fazla bölge ekonomisine, bölge insanına, hatta Türkiye’ye faydası olacağını özellikle ifade ediyoruz.
Kürt meselesinin gözden kaçırılan, yeterince konuşulmayan bir boyutu da Türkiye’nin batısında yaşayan bir yurttaşın bu meseleden nasıl etkilendiği. Kürt meselesindeki çözümsüzlük, sıradan bir yurttaşın hayatına nasıl etki eder?
Batıdaki bir çiftçide mazotuna, gübresine gelen zammın sanki bu bölgeye verilen teşviklerden veya buraya aktarılan kaynaklardan olduğuna yönelik bir inanç var. Bu konuda doğru bir algı oluşturulmuyor. Yani bölgenin geri kalmışlığının sebebi bölgeye gönderilen teşviklerin yanlış kullanılması veya bölge insanının buraya yatırım yapmamasından kaynaklanmıyor. Tamamen politikanın yanlışlığından kaynaklanıyor.
Bakın ekonomik alan olarak “6’ncı Bölge” diye insanları buraya getiriyoruz ama bugün işte en son Tekstil Organize Sanayi Bölgesi’nde 70 tane fabrikamız var ama dönüp baktığınız zaman hepsi bölge insanı, yani İstanbul’dan, Ankara’da gelip burada yatırım yapmışlar. Kendileriyle konuştuğumuzda bu vicdani sorumluluğumuz, bu topraklarda büyüdük, batıda veya yurt dışında güçlendik, şimdi gelip burada yatırım yapıyoruz diyorlar. Kürt sorununun oluşmasının nedenleri, demokratikleşme eksikliği, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin olmaması ve bunun neden olduğu ekonomik kaybın doğru bir şekilde anlatılması gerekiyor ki gerçekten o söylediğiniz batı ile doğu arasındaki kutuplaşma, yani oradaki insanların bölgedeki sorunu doğru anlaması anlamında bir mesafe kat edilsin. Diğer türlü bunlar doğru tartışılmadığı zaman yarın bir barış süreci başlattığınızda bunlar bir engel olarak önünüze çıkacaktır.
Sanki bölgenin Türkiye’nin üzerinde bir kambur olduğuyla ilgili bir kanı ve engel oluşacak. Her yerde bunu söylüyorum, bugün rakamlar da önümüzde. Diyarbakır Kayseri’den fazla vergi veriyor. Şimdi bunu dediğiniz zaman insanlar ilk başta inanamıyor ama evet öyle, Diyarbakır’ın böylesi bir ticari gücü var aslında
8 yıldır bu ülkeyi kayyumla yönetiyorsunuz. 2018’den beri başkanım, inşallah bir daha bu kayyum uygulaması da olmaz ama ben 2018’de bugüne 6 yılda 5 tane belediye başkanıyla çalıştım. Yani öyle bir kent yönetimi olmaz. Burada bir istikrar, güven, ekonomide bir hafıza, kent hafızası oluşmalı. Bunun da dönüp baktığımız zaman kayyuma uygulamalarından, teşvikin yanlışından, yatırımcının gelmemesinden, bölgeye gelirken yaşadıkları endişelerden, turizmin gelişmemesinden, ki son dönemde en önemli gelirlerden biri bu. İşte kırsaldaki yasaklar, insanların gidip orada köyünün etrafında çalışamaması, hayvancılık yapamaması ve diğer hepsinin temeline dönüp baktığınız zaman Kürt sorununun çözülmemesinin yarattığı sorunlar olduğunu görebiliyoruz.
Ülkede yaşanan ekonomik krizde savaşa harcanan kaynaklar büyük bir pay tutuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019 yılında artan enflasyona yönelik tepkilere “Ne diyorlar patlıcan, sivri biber; düşünün bir merminin fiyatı nedir?” diyerek cevap vermişti. O dönem bir merminin fiyatı 3,84 TL iken, 2024’te bu 28,97 TL’ye çıkmış. Yani yüzde 700’lük bir artış söz konusu. Tek başına bu durum ne anlatıyor sizce?
Ülkeler savunma sanayilerini güçlendirmek zorundadır. Hele bir de Ortadoğu ülkesinde ise, bir anda hiçbir neden olmadan bir ülke size savaş ilan edebilecek bir pozisyondayız. Herkesin Ortadoğu’da bir şekilde parmağı var, burayı karıştırmaya yönelik. Dönüp baktığımız zaman tabii ki Ortadoğu ülkelerindeki rejimlerin yapısı da buna müsait. Bunları görünce her ülkenin savunma sanayisinin olması gerekiyor. Bu doğru ama siz savunma sanayini güçlendirirken kendi içinizde ve komşularınızla ilgili sorunu barış üzerine kurarsanız, bu kadar büyük yatırımlara gerek kalmayabilir.
Türkiye’de Kürt sorunu 2013’te iyi bir noktaya geldi. 2015’te maalesef bozuldu. Neredeyse işte 9 yıldır Türkiye hem güneyde Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde hem Suriye’de sürekli bir savaş halinde. Sürekli bir askeri kaybı var, sürekli insan kaybı var, sürekli bir savaş bütçesi ayırmak zorunda. Ama dönüp baktığınız zaman sadece kendi Kürtleriyle değil, işte Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki referandumdan sonra orasıyla da aynı sorun yaşandı. Dönüp bakın bir süre sonra bir barış ortamını yakalayabildik Federe Kürdistan Bölgesel yönetimiyle. Demek ki politikalarınızı barış üzerine kurarsanız, iç politika ile dış politikayı birbirine karıştırmayan doğru bir politika izlerseniz savunma sanayine bu kadar büyük bütçeler ayırmanıza da gerek yok. Çünkü buradan kısılacak olan bütçeyi siz eğitim, sağlık gibi ülkenin en önemli sorunlarını ayırabilirsiniz.
Bir de her ne kadar yerli desek bile şu an yerli sermaye desek bile savunma sanayiinde tam da yüzde 100 yerliden bahsetmiyoruz. Biz genelde yerli derken üzerine koyduğumuz isme bakıyoruz ama içeriğine baktığımız zaman, işte gerek İHA’lar olsun, gerek diğer silahlar olsun, hala araçta bile yani otomotivde büyük bir ihracatçı gibi görünmekle birlikte ihraç ettiğimizin yüzde 80’i ithale dayalı ihracatlar bunlar. Mesela şöyle bir karşılaştırma yapıyoruz. Avrupa ile yaptığımız ticaret hacminin büyük bir kısmı, bizim Avrupa’dan aldığımız sattığımızdan daha fazla ve aldıklarımızı işleyerek satıyoruz. Fakat Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ne sattığımız ürünlere baktığımızda taş, toprak, mermer, gıda, demir…. Bunların hepsi bizim yerli ürünlerimiz. Katma değeri, istihdamı tamamen bölgeye, Türkiye’ye kalan ürünlerden bahsediyoruz. Yani ticarette de sonuçta bizim en çok kazançlı olduğumuz bölge güneyimizdeki komşu ülkelerimiz.
Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporlarına göre; Türkiye, Kürt meselesinden kaynaklı 40 yılı aşkın süren savaşta 3 trilyon dolarlık bir kaynak tüketti. Savaşa aktarılan bu kaynakla neler yapılabilirdi?
Yeni bir Türkiye yaratılırdı diyebiliriz. Biz de ‘Barışın kar payı’ diye bir çalışma yürütüyoruz. Türkiye’de bu rakamlara dönüp baktığınız zaman, bu rakamlar daha çok savunma sanayiine harcanan paralar veya bir şekilde giderleri yansıtan bir rakam. Bir de şöyle bakın. Savaştan dolayı veya bölgedeki güvenlik politikalarından dolayı gelişmeyen bir ticaret var, yapılanmayan bir hayvancılık var, yapılamayan komşularla ilişki ve gelişebilecek ticaret hacmi var.
Bunlar birbirini destekleyen artan unsurlar yani o rakamların ölçülebilirliği yoktur, ölçemezsiniz, yaşayarak görebilirsiniz. Basit bir şey, barış sürecinde Irak’la ihracatımız 14 milyar dolardı. 2014 rakamını söylüyorum. 2015’te sürecin bozulması ve bölgesel yönetimdeki referandumla birlikte ihracat 7 milyar dolarlara kadar düştü. 2022’de biz 14 milyar doları tekrardan yakalayabildik.
Şimdi şöyle bakın bu ticaretteki bu tür artışlar daima bir olağanüstü bir durum gelişmezse, savaş hali engel olmazsa artar, adım adım artar gider. Yani 2014’te yakaladığımız 14 milyar doları, bizim normalde 2022’de 30 milyar dolara çıkarmamız gerekiyordu. Ama biz o arada neredeyse 8 yılı harcamış olduk. 8 yıl sonra aynı rakamı yakalayabildik. İşte bunları ölçemezsiniz. Bunlar daha büyük kayıplardır aslında dönüp baktığınız zaman.
Oradaki ivme devam etmiş olsa, biz 30 milyar dolara yakalarsak, Türkiye’de biraz daha söylediğim Irak ile olan ihracatımızın temelinde de Türkiye’de ürettiğimiz ürünler geçiyor. Bu ne demek? Bu rakamların hepsi istihdamı, katma değer, Türkiye ekonomisinin gelişmesi, vergisi, hepsinin artması demek. Tam da bunu anlatmaya çalışıyoruz.
Yani aslında büyüyen Kürt meselesi küçülen Türkiye ekonomisine mi tekabül ediyor?
Kesinlikle. Büyüyemeyen Türkiye ekonomisi diyelim, daha da büyüyebilecek. Çünkü bir petrol ya da doğalgaz ülkesi değiliz. Her ikisini de ithal ediyoruz. Şu an işte gelişen bir GES, yani yeşil enerji çalışması var. Türkiye ekonomisiyle, girişimcisiyle ürettiği ürünlerle bölgede bir güç. Yani biz tacir bir ülkeyiz, ticaret yapan, üreten bir ülkeyiz.
Halep esnafının güzel bir sözü var; ‘Eğer ticaret yapıyorsan, müşterin köpekse bile beyefendi diyeceksin’… Şimdi bu ne demek? Bunun içinde büyük bir mecazi anlam var. Hem petrolünüz, doğalgazınız olmayacak hem de komşularınızla kavga edeceksiniz. Bu Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüktür.
İşte bugün tekstil sektörü Mısır’a gidiyor. Türkiye’nin kendi içindeki tekstilcisi Mısır’a gitmek zorunda kalıyor. Oradan dünyaya mal satıyor. Yani bu hacim varken. Şimdi siz öyle bir şey yapacaksanız ki komşularınıza her zaman mal satabilir, onlarla ticareti her zaman canlı tutabilir bir politika izlemeniz gerekiyor. Zaten bunun da özü barıştır. Kendi içinizde ve komşularınıza barıştır. Ama dönüp bakın Türkiye’nin komşularıyla barışmamasının temelinde de Kürt sorunu yaratıyor. Suriye, Irak ve İran’a baktığınız zaman reel anlamda Kürt sorunu her zaman önünüzde duruyor.
2013-2015 yıllarında bir çözüm süreci yaşadık. Bu dönemin ekonomiye etkisini dile getirdiniz. Şimdilerde iktidar kanadından yeniden çözüme yönelik mesajlar geliyor. Bu mesajlarla çözüme dönük oluşan havayı nasıl okuyorsunuz? Çözüm ihtiyacı kendisini ne derece dayatıyor bugün?
Barış için yapılan her şey bizim için değerlidir. Onu net olarak ifade edeyim. Arkasında ne var? Böyle mi düşünüyorlar? Şöyle mi düşünüyorlar demiyoruz. Çünkü biz diyoruz ki eğer barış süreci yakalanırsa işin ekonomik büyüklüğünün gelişmesi, komşularla ilişkinin gelişmesi bir süre sonra kafasının arkasında bir şey olanın bile bu süreci görüp bu süreci değerli kılmasını sağlar.
Şimdi çözüm süreci 2015’te bittikten sonra Cumhurbaşkanı’nın “dolaba koyduk” sözleri vardı. Dönem dönem bizler sivil toplum aktörleri hükümetle temaslarımızda “evet biz bir çözüm süreci yapacağız ama kesinlikle geçmişteki yöntemler olmayacak” diye bunu çok sık duyuyorduk.
Bana göre bu çözüm süreci evet dolaptan çıkarıldı ama yöntemi başka bir şekilde. Bir önceki çözüm sürecine iyi bakalım. O zamanki Başbakan şunu söylüyordu: “Ben askerlerle, herkesle konuştum, Kürt sorununu biz güvenlik politikası ile yani öldürerek bitirebiliyor muyuz? Hepsinin ortak yanıtı hayır bitiremeyiz, bizim adım atmamız gerekir, dedikten sonra biz işe girdik” demişti.
Şimdi aynı noktalara geldik. 9 yıldır yaşanan ekonomik tahribat, komşu ülkelerle yaşanan sorunlar, Ortadoğu’daki son gelişmeler Türkiye’nin bir çözüm süreci başlatmasını zorunlu kıldı. Evet, yöntem değişti, onu biz de hissediyoruz. Bu durumu yorumlamamız için henüz erken doğrusu ama şöyle bakıyorum; Bir önceki çözüm sürecinden ne farklılıkları var. Bir önceki çözüm sürecinde de sonuçta en çok konuştuğumuz yavaş yavaş Abdullah Öcalan’ın ev hapsi ve adım adım artacak bir demokratikleşme sürecinden bahsediyorduk. Yani bize göre de doğruydu ve destek veriyorduk. Eğer sorunun bitmesini istiyorsanız şiddeti yöntem olarak kullananları bu işten vazgeçireceksiniz. Yani bu topraklarda artık çatışma olmayacak. Ve bu şiddetli doğuran etkenler nelerdir? Yani Kürtlerin ne sorunu var bu ülke ile? Bugün Özgür Özel’in ifade ettiği deyimle Kürtler bu devletin bir vatandaşı olarak, bu devletin sahibi olacaklar. Şimdi bununla bu defaki çözüm sürecinde geçen seferki sürecin son cümleleri en baştan söylendi. Yani bir anda gömlek en üstten iliklendi. Aynı şeyi Özgür Özel de yaptı, o da demokratikleşmedeki son noktayı tarif etti. Yani bizim bunu yapmamız lazım dedi.
Yine de geçen çözüm sürecine göre avantajlarımız da var, dezavantajlar da var. Geçen çözüm sürecinin alan hâkimiyeti FETÖ ile askeri vesayetin artıklarındaydı. Bunu görmemiz lazım ama bana göre şu an çözüm sürecinin alan hakimiyeti şu an bölgede daha çok MHP’nin elinde.
Bu noktadan bakacak olursak çözüme dair ilk adımı MHP Genel Başkanı Bahçeli attı. Cumhurbaşkanı’ndan bunu destekleyici açıklamalar geldi. Baktığımızda iktidarın farklı cephesinden sürece dair farklı farklı açıklamalar var. Bu durum size de tuhaf geliyor mu?
Biraz önce söylediğim çözüm sürecinde provokasyonlar çok olur. Bu provokasyonların önüne geçecek sistemler kurmak zorundayız. Bana göre, Cumhur İttifakı, biraz evvel söylediğim gibi bölgenin güvenlik politikasını MHP üzerinden kurguluyor. Yani buradaki kamu yöneticilerinden güvenlik yöneticilerine kadar bana göre güçlü bir MHP kadrolaşması var. Şimdi bu kadrolaşma belki de Bahçeli’ye bu güveni veriyor. Yani geçmiş çözüm sürecini, hendek olaylarını, bölgede işte yaşanan provokatif asker kaçırmalardan tutun yol kesmelerine, kalekollarına kadar bunlar hepsi böyle iç içe geçmiş karışık ve çözüm sürecini baltalamaya yönelik olaylardı. Tabii ki burada FETÖ’yü göz ardı etmememiz lazım. Bu sürecin farkı, daha çok çözümü Abdullah Öcalan üzerinden, öncelikle çatışmaları bitirecek bir yöntemi öne koyan bir politikayla gidecek. Ama şu da var. Nasıl ki geçen çözüm sürecinde iki tane önemli nüans belirleyici etkendiyse, birincisi işte Özgür Özel’in deyimiyle Kürtlerin devletinin olması artık olmazsa olmaz. Ki bunların da hem MHP tarafından hem CHP tarafından söylenmesi çok çok önemli. Geçen dönemin çözüm sürecinin karşısında olan iki tane güçlü aktörden bahsediyoruz. Her iki aktör de bugün AK Parti ve DEM Parti’nin baktığı yönden bakıyorlar.
Daha önceki süreçte CHP kendini uzak bir noktaya konumlandırmıştı.
Bugün ise tam tersi şekilde iktidar cephesine kurulan her söylemi bir adım daha öteye taşıyan bir politika ortaya konuyor. Bu değişiklik CHP için şaşırtıcı mı?
CHP için çok şaşırmadım. Çünkü CHP’de değişimle birlikte son bir yıldır Özgür Özel’in yürüttü politikaya baktığımızda kayyum politikalarına yönelik net tavrını koyması, Selahattin Demirtaş ile ilgili süreç yani oluşturduğu, yönetim kadrosuna baktığımız zaman o kadrodaki insanların büyük bir kısmı DEM Parti’nin dokunulmazlığının kaldırılması ret oyu veren insanlar. Yani partinin bir kanadıyla yürüyor, o kanat da Kürtlere yakın bir kanat, bunu görmemiz lazım. Şimdi o kanat ile yürürken başka bir politika üretme şansı yok zaten.
MHP için ise, doğrusu zamanlama anlamında tabii ki beklenen bir şey değildi. MHP’nin topa bu şekilde girmesi ülke için iyi, önemli ve değerli bana göre. Çünkü yani bugüne kadar Kürt lafını bile ağzına almaktan çekinen bir partinin bizlerle, Kürt bölgesindeki hiçbir sivil toplum örgütü ile görüşmeyen bir partinin dönüp en üst seviyeden çözümle ilgili ifadeler kullanması şaşırtıcıydı.
Şöyle de bakmak lazım. DEM Parti’nin de geliştirdiği son politikaya baktığımız zaman Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kaldırılıp görüşülmesini birinci koşul olarak öne sürmesine cevap MHP’den geliyor. Bu bana göre iyi bir gelişme, bunun doğru değerlendirilmesi lazım. Ama süreç kolay mı? Süreç çok zor. Yine Ortadoğu asıl belirleyici olacak.
İkinci konumuz ise Suriye. Suriye’nin kuzeyindeki mevcut yönetim, bugün çözüm sürecinin yol haritasında önemli bir konumda. Onunla ilgili nasıl bir yol alınacağı önemli. Çünkü dönüp oranın iç yapısına baktığınız zaman Suriye’de hem CHP’nin, hem AK Parti’nin, yani Cumhur İttifakı’nın geçmiş politikalarından farklı bir politika geliştirmesi gerekiyor. Özgür Özel’e Diyarbakır’da bizlerle yaptığı toplantıda bunu net olarak ifade ettik. Suriye’de Esad’ı önceleyen ve onun dışındaki yapıları görmeyen bir politikanın başarılı olma şansı yok. CHP’nin bunu yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.
Aynı şekilde AK Parti’nin de orada selefi bir gruba yönelik politika izlemesi, onlarla yol alması, bugün oradaki Kürtlerin yerinden edilmesine neden olan bir politika izlemesi bana göre doğru değil, onun da gözden geçirilmesi gerekiyor.
Şimdi henüz adı konulmamış olmasa da yeni bir sürecin başladığı havası hakim. Barışın yeniden konuşulduğu bir sürecin inşa edilmesi için öncelikle neler gerekli? Zaman geçirmeden hangi adımların atılmasına ihtiyaç var? Dünya örneklerine baktığımızda iş insanlarının da bu tür çatışma süreçlerinin son bulmasında rol aldığını biliyoruz. Sizler de bu konuda bir sorumluluk hissediyor musunuz?
Barış bizler için çok önemli. Bir insanımızın canı her şeyden daha değerli. Ama sonuçta ekonomi için barış gerekli, barışın sağlanması olmazsa olmaz. Bu konuda iyi bir açılım yakalandı. Bu işin ana unsuru olan dört parti, yani Cumhuriyet Halk Partisi, AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve DEM Parti farklı söylemlerle olsa bile aynı yöne bakıyorlar. Bakın barış sürecinde çok yanlışlar oldu ama yönü doğruydu. Yani çatışmalı süreçlerin çözümünde elinde silah olanla, demokratikleşmeyi ayrı ayrı tutup ikisinin de çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. Biz hep bunu ifade ettik. Yani meselenin geçmişte ‘ekonomik sorundur, şudur budur, Kürt yoktur’ gibi bir noktadan çıkıp bugün geldiği yeri tarif etmeye çalışıyorum. Şimdi de bu dört parti aynı yöne bakıyorlar, farklı cümleler kullanmakla birlikte ama bir de Ortadoğu’da yaşanan son süreç var.
Şimdi yeni bir muhalefet dalgası da var. Yani bazı partilerin de tam da bu süreçten beslenmeye çalıştığını görüyoruz. Maalesef bu çatışmalar ülkede kabaca kandan beslenen büyük bir kitle yarattı. Maalesef diyoruz çünkü bu işin siyasetinde de var bir bürokrasisinde de var, askerinde de var.
Şimdi bunların, bu dört partinin izlediği yolun güçlenmesi için sivil toplum desteği gerekli. Sivil toplumun birlikte yanında yürüyeceği veya o işin sıkıntısız yürümesini sağlayacağı koşulların da oluşturulması gerekiyor.
Bugün ilk açıklamalara baktığımız zaman sanki bir sivil toplum ihtiyacı yokmuş gibi algılansa bile bana göre bu süreci rahat götürebilecek en önemli etken sivil toplumdur. Geçen dönem bu hata yapıldı. Bakın geçen dönem siyaseten AK Parti ve o zamanki HDP görüşerek yol aldı ama bir üçüncü göz yoktu. Şimdi her iki taraf da bunu ifade ediyor. Yani üçüncü bir gözün olmaması bu sorunların çözümünde büyük bir engeldi. Bugün evet önemli bir siyasi irade var, çözümü sağlayacak. Sadece bu siyasi iradeye güvenerek yol almak ileride bazı sorunların çıkmasını sağlar. Özellikle toplumların hazır hale getirilmesi. Bugün çıkalım en çok barışa ihtiyacı olan Kürtlerdir. Ama siz de çıkın röportajlar yapın, ‘Bahçeli bunu niye söyledi?’ deyip kafasının arkasında ‘Yok bir şey var’ inancı var. Bu nasıl gidereceksiniz ? Haklı. Niye haklı? Bugüne kadar Kürtlere olmadık lafı söyleyen bir insan en üst perdeden gelip bir çözüm öneriyorsa, o çözüm müdür diye endişelenmek veya soru işareti oluşturması doğaldır, burada vatandaşı suçlayamayız. Bunun giderilmesini sağlayacak olan, böyle olmadığını ve süreçte Türkiye’nin artık bu sorunu çözmesiyle ilgili Bahçeli’nin de, Recep Tayyip Erdoğan’ın da, Özgür Özel’in de DEM Parti’nin de buna inandığını ve bu yolun desteklenmesi gerektiğini toplumlara ikna sürecini gerçekleştirece sivil toplumdur, iş camiasıdır.
Bu gelişmeler yaşanmadan evvel bölgedeki STK’ler olarak Kürt meselesinin çözümü konusunda girişimlerde bulunmak üzere bir platform kurma hazırlığınız vardı. Bu platform ete kemiğe büründü mü? Yine ihtiyaç olduğunu dile getirdiğiniz üçüncü göz görevini yerine getirebilir mi?
Üçüncü gözü oluşturma konusunda yakın bir zamanda bir toplantı daha yapacağız. Çünkü biz onu sadece il bazında oluşturmak istemedik, bölgesel bazda oluşturmak istedik. Bölgesel görüşmelerimizi yaptık. Tabi biliyorsunuz biz sivil toplum yapılanmasıyız, kimilerimizin seçimleri üst üste gelince biraz zaman kaybediyoruz. O seçimler de yapıldı bitti, platformun yeni üyeleriyle birlikte önümüze aldığımız geçen hafta bu konuyu yöneten kurulumuzda gündem maddesi yaptık, süreci devam ettireceğiz ama şunu da söylememiz gerekiyor. Bunlar hassas dönemler, böyle dışarıdan direkt müdahale yerine, bu işin kurgusunun yapılarak, sivil toplum o kurguda nerede oturtulmak isteniyorsa, tartışarak oturtulması daha doğru bir yöntem.