(Melike Şeker, Munzur Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, Öğretim Üyesi)
13 Haziran sabahı İsrail’in nükleer zenginleştirme programını gerekçe göstererek İran’a yönelik “Yükselen Aslan” saldırısıyla başlayan ve İran misillemesiyle karşılık bulan savaş halihazırda sürmekte ve taraflar bu savaştan farklı yoğunluklarda zarar görmektedir.
Saldırıya ilişkin analizler, kimi zaman İsrail’in dünyanın gözü önünde Gazze’ye uyguladığı soykırımının yarattığı öfkenin de etkisiyle, İran’ın “emperyalist bloğa karşı direnişi” olarak görülürken kimi zaman da İran iç muhalefeti için “şans” olarak değerlendirilmektedir. Bu yazıda, İran’ın toplumsal yapısına ve toplum-iktidar ilişkisi açısından dışsal süreçlerin içeriyi nasıl etkilediğine/ etkileyeceğine dair kısa bir değerlendirme yapılacaktır.
İsrail mevcut saldırgan tutumuna “İran’ın İsrail’in bekasına yönelik tehdit unsuru” oluşturmasını gerekçe göstermektedir. Ayrıca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yayınladığı video konuşmasında 13 Eylül 2022’de Mehsa Jina Emini’nin Tahran’a seyahati sırasında başını İslami kurallara uygun örtmediği gerekçesiyle maruz kaldığı şiddetin ölümle sonuçlanmasının ülkede Zen( زن ), Zendegi( زندگی ), Azadi ( ازادی ) (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganıyla başlayan rejim karşıtı protestoları referans vermesi, İsrail’in rejime karşı yürütülen muhalefeti hem bölgesel hem de küresel düzeyde kendi amaçları için araçsallaştırdığını göstermektedir.
İsrail’in kendi saldırılarına meşruluk kazandırmak amacıyla vurguladığı İran’daki mevcut yönetimin meşruiyet krizine yakından bakmakta fayda var. Zira İran’ın uzun zamandır içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi darboğaz, İran sınırlarını zayıflatmakta ve yönetimin savaş sırasında halktan beklediği yeterli desteği görememe ihtimali üzerine yapılan senaryoları da güçlendirmektedir.
19. yüzyılda İran, benzer ölçekteki imparatorluklardan (Osmanlı/ Türkiye ve Mısır) farklı yoğunluk ve hızda eklemlenme biçimiyle uluslararası kapitalist sisteme ulus devlet biçimiyle dahil olan bölge imparatorluklarından biriydi. Görece daha zayıf sermaye birikim yoğunluğuna sahip İran İmparatorluğu’nun yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar egemeni olduğu topraklarda yaşayanlarla kurduğu ilişkinin “sınırlı doğası” İran (İslam) Devrimi’ne kadar süregelmiştir. Bu süreçte batısında Türkiye, doğusunda Afganistan, Kuzeyinde Çarlık Rusya/Sovyetler Birliği /Rusya ile komşuluğu olan İran coğrafyasında ulusal devlet modeli bir yandan merkezi imparatorluğun sahip olduğu sınırlı sermaye birikiminin neden olduğu kurumsal zayıflıkla öte yandan bölgede Şii/Fars bileşenlerinin merkeze alınarak kendini var etme arayışıyla inşa edilmiştir.
Ulusal yönetim modelinin kurulma biçimi çeşitli tarihsel nedenlerle farklı şekillerde sürdürülmüştür. Nitekim günümüzde İran devleti otuz bir eyaletten oluşmaktadır. Vilayetler arasında nüfusun çoğunluğunu oluşturan grubun ismiyle müsemma bölgelerin de (Azerbaycan, Kürdistan, Luristan vb.) bulunduğu Ostan (استان) yönetimi eyalet-merkezi yönetim karışımı bir sisteme sahiptir. Türkçe’ye eyalet olarak çevrilen Ostan ( استان ) sistemi, her bölgenin yönetimde doğrudan merkeze bağlı olduğu ve ancak kültürel biçimlerin varlığını sürdürebildiği bir çeşit ulus devlet idari mekanizma örneğini oluşturur. Ostan yönetimi ülkenin tek resmi dili (Farsça) olmasına rağmen her bölgede görece kendi dilini konuşma serbestliğinin olması ve kültürel çeşitliliklerin ulusal olana entegre olmadan varlığını sürdürebilmesine olanak tanımaktadır. Bu idari yönetim tarzı, İran’ın tarihsel olarak sermaye birikim yoğunluğunun farklı aşiretleri yalnızca zor değil, “rıza” mekanizmalarıyla da sisteme entegre edememesinin bir anlamda zorunlu sonucunu oluşturmaktadır. Bu nedenle İran tarzı ulusal devlet modelinde çeşitli grupların hem zor hem de rıza mekanizmaları aracılığıyla ulusal sisteme dahil edilmesinde farklı bir biçimin takip edilmesi yüzyıllık devlet yönetim pratiğiyle ilişkilidir.
16. yüzyıldan 20. yüzyılın ikinci yarısındaki devrime kadar uzanan arka planda İran’da, Batı Avrupa tarzı modern kurumların birçok bölgeye yayılımının, benzer ölçekteki devletlere kıyasla, daha “sınırlı kalması” İran’ın ulus devlet inşa modelinde kendine özgü bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. İran ekonomik olarak bölgede önemli yeraltı kaynaklarına sahiptir ve birçok bölgesinde kendi kendine yeterli ekonomik yapı önemli ölçüde sürmektedir. Ayrıca kültürel olarak Ostanlar arası göçün “görece yoğun olmaması” (ülke içinde merkezi şehirlere göçün daha sınırlı kalması her toplumu kendi bölgesinde yaşayan ve kendi kültürü bağlamında var olmaya uygun koşulu sağlaması), İran’da yaşayan birçok toplum için Tahran’ın başkent olmanın ötesinde bir anlamının olmamasının da nedenidir.
İran Devrimi sonrası İslami kodların sistem inşasının güçlü bileşenlerden olan Şii inancına mensup olmanın Fars/Pers değerleriyle eklemlenmesi, İran’ın hem iç hem dış siyasetinin temel kolonları olmuştur ve bu durum oluşturulan mekanizmalarla da sürekli yeniden üretilmiştir/üretilmektedir.
İslami gerekçelerle kadının kamusal alanda varlığını sınırlayan yasalar, kamu hizmetlerinin ülkenin her eyaletinde eşitsiz dağılımı, bürokratik araçları kullanma veya devlet kademelerinde yer almanın hem inanç hem siyasi gerekçelerle toplumun farklı kesimlerine neredeyse kapalı olması, ülkenin kırsal bölgelerinin devlet aygıtlarıyla olan ilişkisinin sınırlı olması ve merkezi devlet aygıtlarının ülkenin her bölgesine “görece eşit” dağıtılmaması İran’daki yönetim ve toplumsal gruplar arasındaki yapısal eşitsizliklerin temelini oluşturur. Ülkede dolaşımı (meta, insan, para) sağlayacak altyapı yetersizliği ise, mevcut eşitsizlikleri yeniden ve yeniden üreten mekanizmaları güçlendirmektedir.
2000’ler sonrası dünya ekonomik kriziyle eş zamanlı olarak ambargo ekonomisine sahip İran’da yakın zamanlarda tarım sübvansiyonlarının kaldırması, kaynakların eşitsiz dağılımının giderek derinleşmesi, petrol ve doğalgaz zengini ülke olmasına rağmen son üç dört yıldır ülkede elektrik kesintilerinin artması ve çeşitli meslek gruplarının bundan olumsuz etkilenmesi ve rejimin neredeyse dar bir çevreyle sınırlı kalan “zenginleşme” süreci gibi birçok gelişme, savaşın hemen öncesinde İran’ın merkezi şehirlerinde başlayan ve giderek yayılan kamyon şoförlerinin, fırıncıların ve işçi grevlerinin artışına neden olmuştur.
İran’da bu ekonomik kötüleşmeye siyasi kısıtlılıklar eşlik etmektedir. Seçim sisteminin kelimenin tam anlamıyla “görüntüye” indirgenmesi, seçimle mecliste temsil gücünü kaybeden toplumsal grupların taleplerini ifade edecek meşru zemini tamamen kaybetmesi ve başörtüsü yasağının bölgeden bölgeye farklılık arz etmekle birlikte rejimin keyfi uygulamalarıyla birçok insanın ölümüne neden olan protestolar ülke genelinde oluşan gerilimlerdir. Bu süreç İran’ın tarihsel özgünlüğünü dezavantaja dönüştürerek mevcut yönetimin içerde meşruiyet krizini derinleşmesine sebep olmaktadır.
Rejimin halk muhalefetine/taleplerine karşı tutumu ise, tüm ülkede bölgeden bölgeye farklılık arz eden keyfi uygulamalar olmakla birlikte çıplak şiddetin kullanılması olmaktadır. İçerdeki grupların ekonomik ve siyasi taleplerine “Allah’ın hükmüne karşı geldiği” gerekçesiyle baskı araçlarıyla karşılık verilmesi ise, devlet-toplum ilişkilerinin (her bir grubu farklı biçimlerde olmak kaydıyla) zayıflamasına ve hatta neredeyse ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Rejimin toplumsal talepleri idam veya hapis suçu olarak görmesi, halkın muhalefetini öfkeye dönüştürmekte ve içerden rejimin değişeceğine olan inancın kalmadığı atmosferde dışsal güçlerin müdahalesini “tarihsel fırsat” olarak görme eğilimini güçlendirmektedir.
Değişimi arzulayan toplumsal grupların adalet ve eşitlik talepleri yukarıda ifade edilen bağlamda yeniden gündeme gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, farklı grupların (Kürtler, Azeriler, Lurlar, vd.) yönetime karşı kendi bölgelerinde egemen olma eğilimleri tarihsel gerekçelerden beslenmekte ve günümüz koşullarında yeniden açığa çıkmaktadır.
İran’da oluşan yeni düzen ve onun örgütleyicileri ne İran’daki mevcut statükoyu ne de İsrail aracılığıyla dayatılan yolu takip etmek zorunda değildir. İran toprağının/toplumunun tarihsel süreçteki evrimi iki çıkmazı da aşabilecek imkanlara sahiptir. İran toplumsal muhalefetinin sahip olduğu imkanlar başka bir yazının konusu olarak tartışılabilir.