Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un “fikirlerin konuşulduğu yeni bir döneme girileceği” sözüne güvenerek, “barış hukuksuz olmaz” tartışmasına devam etmek istiyorum.
Hazır Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yer alan bir grup milletvekili, İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA) ve Birleşik Krallık deneyimini incelemek üzere Dublin’e gitmişken, bunu yapmak isterim.
Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallık silahlı çatışmayı nasıl sonlandırmış, bu sürecin hukukunu nasıl inşa etmişler, 1998 yılının Nisan ayında o tarihi Hayırlı Cuma Anlaşması nasıl imzalanabilmiş?
Dönüşte kamuoyu ile paylaşacaklardır elbette neler duyduklarını ama müsaadenizle ben de hem IRA ve Birleşik Krallık’ın hem de dünyanın çeşitli bölgelerindeki çatışma çözümü tecrübelerinden öğrendiğim bazı önemli detayları dikkatinize sunayım.
Kim bilir belki Hayırlı Cuma Anlaşması’nda kilit bir rol oynayan İrlanda eski Başbakanı Bertie Ahern de uluslararası hukuk açısından hatırlatmış olabilir şu önemli ayrımı:
Terör örgütleri ile silahlı örgütler farklı hukuk rejimlerine tabidir.
Terör örgütleri ceza hukukuna, silahlı örgütler ise uluslararası insancıl hukuka göre değerlendirilir.
Bu fark, müzakere, arabuluculuk ve geçiş dönemi adaleti süreçlerini doğrudan etkiler.
Uluslararası insancıl hukuk, terörizmden farklı olarak, devlet dışı silahlı örgütleri çatışmanın tarafı olarak tanımlar.
Bu yaklaşımın temelini 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli II Numaralı Ek Protokol oluşturur.
Ek Protokol II’nin 1. maddesine göre bir iç çatışmanın varlığından söz edebilmek için:
taraflardan birinin bir devlet, diğerinin örgütlü bir silahlı grup olması; bu grubun komuta zinciri ve iç disiplin sistemine sahip olması; belirli bir toprak parçası üzerinde kontrol sağlaması ve çatışmaların sürekli ve yoğun nitelikte olması gerekir.
Bu şartları sağlayan gruplar, uluslararası insancıl hukukun tarafı (party to the conflict) kabul edilir ve insancıl hukuk yükümlülükleri taşır.
Devam edeyim.
Kuzey İrlanda’daki silahlı çatışma döneminde, 1968-1998 arasındaki yaklaşık otuz yıl boyunca binlerce insan hayatını kaybetti, kimlik, egemenlik ve meşruiyet temelli derin bir politik kriz yarattı. Katolik milliyetçiler ile Protestan birlikçiler arasındaki bu çatışma, yalnızca dini veya etnik bir mesele değil, aynı zamanda Birleşik Krallık’a bağlılık ile İrlanda’yla birleşme arzusu arasındaki siyasal bir gerilimdi.
1998 yılında imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması, bu uzun ve yıkıcı dönemi sona erdiren en kapsamlı barış anlaşması oldu. Anlaşmanın merkezinde yer alan ‘silahsızlanma’ (decommissioning) süreci, barışın kalıcılaşması için temel bir güven inşa mekanizması olarak tasarlandı.
Buradaki ‘silahsızlanma’ kelimesi için neden ‘disarmament’ yerine ‘decommissioning’ kavramını kullandıklarını da anlatmıştır Ahern, Komisyon’a diye düşünüyorum…
Silah bırakma süreci, yalnızca teknik bir mesele olarak değil, aynı zamanda sembolik ve politik bir dönüşüm olarak ele alındı. Taraflar, silahların teslimini “teslimiyet” anlamına gelmeyecek şekilde, karşılıklı güvene dayalı bir sürecin parçası olarak yapılandırdılar.
Bu nedenle silahsızlanma süreci, disarmament (silahsızlanma) kavramının yerine “decommissioning” (silahların hizmet dışı bırakılması) terimiyle tanımlandı. Bu dil tercihi, özellikle IRA açısından büyük önem taşıyordu.
Zira IRA, politik olarak yenilmiş bir örgüt olarak yer almak istemiyordu bu süreçte. Anlaşmada silahsızlanma, müzakere sürecinin bir ön koşulu olarak değil, onun bir sonucu olarak kabul edildi.
Barışın güvencesi olarak 1997 yılında kurulan Uluslararası Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu (Independent International Commission on Decommissioning /IICD), tarafsız bir uluslararası gözlemci kurum olarak görev yaptı. Komisyonun başkanlığını, eski Kanada Genelkurmay Başkanı General John de Chastelain yürüttü. IICD’nin görevi, silahların toplanması, kayıt altına alınması, imhası ve bu sürecin doğrulanmasını sağlamaktı.
Komisyonun çalışmaları, şeffaflıkla birlikte tarafların onurunu koruyacak bir biçimde yürütüldü.
Komisyonun nihai raporu 26 Eylül 2005’te yayımlandı; bu raporda IRA’nın tüm silahlarını kalıcı olarak hizmet dışı bıraktığını doğrulandı.
Silah bırakan örgüt mensupları için yasal düzenlemeler yapıldı.
Barış sürecinin hukuki zeminini güçlendirmek amacıyla 1998 sonrasında bir dizi yasa çıkardı. Bunların başlıcaları şunlardı:
Kuzey İrlanda Ceza Yasası 1998
Bu yasa, silahlı grupların üyelerine yönelik ‘koşullu serbestlik’ niteliğinde bir düzenleme getirdi. Şiddet eylemleri nedeniyle hapiste olanların, eğer örgütleri ateşkese uymuşsa ve siyasi sürece katılım sağlamışsa, iki yıl içinde serbest bırakılmaları öngörüldü.
Bu düzenleme, barış sürecine katılımı teşvik eden bir ‘koşullu serbestlik’ mekanizması olarak işledi. Ancak bu hak yalnızca Kuzey İrlanda Bakanı tarafından onaylanan örgütler için geçerliydi.
Silahsızlanma Yasası 1997
Bu yasa, örgüt üyelerinin silah teslimini güvenli ve cezai yaptırımdan muaf bir biçimde gerçekleştirmelerini sağladı.
‘Af maddesi’ (Amnesty clause) olarak bilinen hükümle, teslim edilen silahların geçmişteki kullanımı nedeniyle kimse yargılanmadı. Yasa, silah teslim eden kişi veya grupların kimliklerinin gizli kalacağını da garanti etti.
Böylece silahlı örgüt mensupları hem yasal hem de toplumsal güvence altına alınarak sürece dahil edildi.
Silahsızlanma Yasası’nın Yenilenmesi Kararnameleri
1998–2007 yılları arasında her yıl yenilenen bu kararnameler, silahsızlanma sürecinin sürekliliğini sağladı. Bu çerçevede devlet, silah teslim eden örgütlerin üyelerine yönelik ceza muafiyetini sürdürdü ve IICD’nin görev süresini uzattı.
Burada IRA’nın silahları hizmet dışı bırakma (decommissioning) sürecinin yaklaşık 10 yıl sürdüğünü ve Hayırlı Cuma Anlaşması’nın bu sürecin başında imzalandığını ve siyasi aktörlerin yani iki tarafın liderlerinin bu anlaşmadan geri adım atmamak için muazzam bir kararlılık ve irade gösterdiğini de vurgulamalıyım.
Kuzey İrlanda barış sürecinde silahsızlanma bir teslimiyet değil, karşılıklı tanıma ve güvenin inşası süreci olarak tasarlandı. Hukuki düzenlemeler, örgüt üyelerini cezalandırmak yerine toplumsal entegrasyonu önceleyen bir yaklaşımla şekillendi.
Hayırlı Cuma Anlaşması’na giden süreç bu anlamda, hukuk ile siyasetin barışın hizmetinde yeniden kurulduğu çarpıcı bir deneyimdir.
Bir devletin iç hukukuna göre terör örgütü olarak tanımladığı bir grupla müzakere yürütmesi çok zordur. Ancak aynı grup, uluslararası insancıl hukuk ölçütlerine göre silahlı örgüt statüsünde ise müzakere hukuken meşru hale gelir.
Kuzey İrlanda sürecinde IRA, İngiltere iç hukukunda yasa dışı olsa da uluslararası düzeyde terörist olarak listelenmemiştir, bu durum siyasi çözümün önünü açmıştır.
Terörle mücadele hukukunun ceza merkezli yaklaşımı, çatışma çözümü süreçlerini dondururken; uluslararası insancıl hukuk, tarafları hukuken tanınabilir aktörler haline getirir.
Dünyanın her yerinde bu süreçlerin adı ‘çatışma çözümü’dür.
Bir tarafta devlet bir tarafta silahlı örgüt vardır.
Bu çatışma çözümü sürecinin mutlaka bir hukuku vardır onun adı da geçiş dönemi adaletidir.
Son olarak kişisel bir merakımla bitireyim…
Gitmeden önce AA muhabirine ziyaretle ilgili yaptığı açıklamada “Terörsüz Türkiye süreci” diyen AK Parti Malatya Milletvekili Abdurrahman Babacan bu ifadeyi buluşmada da kullandıysa, Bertie Ahern kendisine ne demiştir acaba?




