İktidara, çevre taleplerini merkeze taşıma iddiasıyla gelen, merkeze yerleştikçe merkezin yeni/Cumhuriyetçi ve eski/İttihatçı reflekslerini seven AKP de bu işbitirici kolaycılığı sevmişti. Bir tuşa bas, hafızayı sil; bir tuşa bas, yeni bilgiyi boş hafızaya yükle hokkabazlığı. Esad-Esed dönüşümü ve Colani-Cevlani-Şara dönüşümü bu refleksin en güzel örnekleri. Ya da er-Rai yerine Çobanbey, Girespi yerine Tel Abyad, Serekaniye yerine Re’sulayn demek.
Arap Baharı etkisi altındaki Suriye’de, Dera’da başlayan barışçıl gösteriler, Baas yönetimince şiddetle bastırılıp olayların hızla silahlı çatışmalara evrildiği günlerdi. O günlerde, henüz kayyım atanmamış bir insan hakları derneğinin genel başkanıydım. Şiddet sarmalının tüm ülkeyi ve bölgeyi yıllarca kan gölüne çevireceği öngörüsüyle hem Baas’a aklını başına topla uyarısı yapmak hem de çeşitli görüş ve kesimlerden oluşan muhaliflere makul ve meşru taleplerini barışçı olarak dile getirme imkanı sağlamak amacıyla 16 Temmuz 2011’de İstanbul Pendik’te Ulusal Kurtuluş Kongresi düzenlemiştik. Toplantının afişlerini, panolarını hazırlamak üzere tasarım işleri yapan reklamcı SK’yi görevlendirmiştik. Günün yoğunluğundan fırsat bulup oteldeki hazırlıkları görme imkanım olmamıştı.
Toplantının başlayacağı günün ilk saatlerinde, hazırlıkları yerinde görmek için saat 02.00 civarında derneğin yöneticilerinden CS ile otele vardığımızda, otel içinde ve toplantı salonunda çeşitli ebatlarda hazırlanmış, yerlerine özenle konulmuş panolarda ve görsellerde bir yanlışlığı fark etmiştim. Görsellerde “Suriye Cumhuriyeti” yazılması gerekirken “Suriye Arap Cumhuriyeti” yazılmıştı. Hemen tasarımcı SK’yi aradık. Toplantının yapılmasına 6-7 saat vardı ve yeni görsellerin hazırlanması, İstanbul’un öbür yakasındaki atölyeden getirilmesi, yerlerine asılması neredeyse imkansızdı. Hele toplantının ana oturumunun yapılacağı salondaki dev panonun indirilip yenisinin asılması mümkün değildi.
Hemen SK’ye, küçük panolardan bizim istediğimiz şekilde iki üç tane hazırlamasını, diğer panolardaki ve büyük panodaki “Arap” kelimelerini yama ile kapatmak için zeminle aynı renkte vinil bez, yapıştırıcı ve makas alıp gelmesini söyledik. Gece yarısı yatağından kalkıp bütün bu işleri yapması ve İstanbul’un öbür yakasından Pendik’e getirmesi için S’ye iki saat yetmişti. Sabaha karşı 4 sularında, otel görevlilerinden uzunca bir merdiven isteyip ana salondaki panoda yazılı “Suriye Arap Cumhuriyeti” ibaresinin “Arap” kısmını, zeminle aynı renkteki yama ile ustaca örterek “Suriye Cumhuriyeti”ne dönüştürmüştük. Zor olanı bitirdikten sonra küçük panolarda da aynı rötuşu gecikmeli olarak bitirdik.
Burada amacın Arap düşmanlığı olmadığını söylemeye gerek bile yok. Bizim açımızdan asıl amaç, Suriye’nin, Baas’ı olmayan, “Arabist Suriye” değil; tüm renklerin Suriye’si olması gerektiğinin altını çizmekti. Ta ki toplantı başlayana kadar.
Toplantı saatine yakın, odalarımızdan çıkıp salona doğru gittiğimizde, panolarda yaptığımız operasyonun bazı Arap katılımcılarca fark edildiğini, diğerlerinin sessiz onayı altında, öfkeyle “Arap” kelimesini örten yamaların kaldırılıp “Suriye Cumhuriyeti”nin tekrar “Suriye Arap Cumhuriyeti”ne dönüştürüldüğünü, ana salonda bulunan büyük panodaki yamanın ise merdivene çıkan bir başkası tarafından sökülmekte olduğunu gördüğümüzde, artık müdahale imkanının çoktan geçmiş olduğunu fark etmiştik.
Açılış konuşmaları yapılıp ara verildiğinde, şimdilerde basında çokça yer alan ve Kürtlerin yeni Şam yönetimi nezdinde yapacağı toplantıya kendi aralarındaki ihtilafı bırakıp tek bir grup olarak gitmesi gerektiğini söyleyen Şeyh Xaznevi’yi, fuayede, tıpkı bizler gibi, büyük bir hayal kırıklığı ile söylenirken bulduk. “Eğer Suriye hepimizin cumhuriyeti değil de yeniden Arap Cumhuriyeti olacaksa, bizleri niye buralara getirttiniz?” diye sitem ediyordu. Durumu düzeltmeye çalışacağımızı, olanlardan bizlerin de en az kendisi kadar rahatsız olduğumuzu söylememize rağmen, toplantıyı terk etti ve gitti.
Bir taraftan 13 yıl önce yaşadığımız bu olayın sahada aktörleri teslim alması ve yeni Suriye’nin eski “Arabist” akla teslim olması kaygısını yaşarken, diğer taraftan da Kürdofobik reflekslere teslim olacak Türkiye’nin irredantist hülyalara kapılarak hem Arap dünyası ile hem Kürt dünyası ile köprüleri atması kaygısını hep yaşadım.
Tarihin bu coğrafyada nasıl akacağını, büyük devletlerden çok, sahadaki aktörlerin aklı, vicdanı, dünya görüşü ve dirayeti belirleyecek. Türkiye’nin lojistiği ve planlaması ve Arap aklının ve parasının desteğiyle oluşan yeni Suriye, gerek İsrail’le ilişkilerde gerek Suud güzellemesi yapan reforme edilmiş laik selefiliğiyle kendi yolunu çizmiş görünse de, Cemal Paşa İttihatçılığının acı tadı hâlâ damaklarında duran Suriye, Ürdün, Suud Araplığı ve Mısır kibri ile neo-Osmanlıcı hülyalara kapılan Türklüğün kapışmasının temelleri, bu Suriye’nin “Suriye Cumhuriyeti” mi yoksa yeniden “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak mı nihayetlendirileceğine bağlı olarak bu günlerde atılacak.
Eğer yeniden “Suriye Arap Cumhuriyeti” kurulacaksa, Kürtlerin, Türkmenlerin, Ermenilerin, Çerkeslerin ve Süryanilerin beklentileri boşa çıkacak; “Suriye Cumhuriyeti” kurulacak ise bu sefer de Türkiye’nin tekrar edip durduğu korkuları nedeniyle Kürtlerin beklentileri boşa çıkabilecek.
Laikleşmiş 2. Suud’a gelince, hem Alevilerin hem de Dürzilerin taleplerini karşılayabileceği gibi, İsrail ilişkilerinde de bu kesimlerle ortaklaşabilme olasılığı ihtimal dahilinde görünüyor.
Öyle anlaşılıyor ki, tarihin bu kavşak noktası, nasyonalist Araplık karşısında makul Araplar, Türkler ve Kürtler, düşmanlaşmak yerine yine ortaklaşarak bölgeye barış getirme misyonunda buluşmak zorunda kalacaklar.
Umarım aktörler, tarihin bu zorunluluğuyla inatlaşmak yerine gereğini yapacak akla uygun davranırlar.
Unutmamak gerek, coğrafya kaderdir.