Öcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler

Öcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler
  • Yayınlanma: 10 Aralık 2025 09:37

Öcalan, geçenlerde İstanbul’da toplanan DEM Parti’nin düzenlediği uluslararası barış deneyimlerinin konu edildiği konferansa bir mektup gönderdi. Öcalan mektubunda diyor ki:

“Başlattığım ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ süreci bir diyalog sürecidir. Orta Doğu gibi karmaşık etnisiteler, dinler, mezhepler bölgesinde diyalog ve demokratik müzakere ile başarılacak çok şey vardır.”

Öcalan’ın burada kullandığı ‘demokratik diyalog’ kavramına ne kadar ihtiyacımız olduğu bugün Türkiye toplumuna bakan herkesin rahatlıkla onaylayacağı bir tespittir. Bugün toplumun neresine bakarsanız bakın insanlar arasında ‘diyalog’dan ziyade, küfür, kavga ve çatışmanın daha baskın bir norm olduğu ortada. Onun için Öcalan’ın bu tespitini bence normatif olarak okuyup ‘müzakere’ ve ‘diyalogun’ her konuda yaygınlaşmasını ve bir ilke olarak kabul görmesini arzu ettiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeninin ise yine aynı cümlede söylediklerinden çıkarabiliriz. Öcalan, her ne kadar Orta Doğu özelinde ifade etmiş olsa da modern ulus-devletlerin içinde ‘karmaşık etnisiteler, dinler, mezhepler’in var olmasının bunlar arasında tehlikeli çatışma potansiyelleri üretebileceğine ve bu nedenle de ‘diyalog ve demokratik müzakereye’ ihtiyacımız olacağına dikkat çekiyor.

Tabii bu ifadelerle anlatılmak istenen dünya ile Marx’ın yaşadığı dünya belli yönleriyle farklıydı. Marx’ın yaşadığı dünyada, kapitalizm; köylüleri, küçük esnaf ve zanaatkarları kendi mekanizması içine alarak onları ‘ücretli emek’e dönüştürürken homojen bir sınıf olarak proletaryayı oluşturuyordu. Proletaryanın ulusal burjuvazi (o da homojen) karşısında sömürülüyor olması gerçeği ise iki sınıf arasında proletaryanın aleyhine bir ‘mağduriyet’ ilişkisi yaratıyordu. Marx ve Engels, bu mağduriyet ilişkisinin zaman içinde proletaryanın bir sınıf olarak güçlenmesiyle gelişerek kapitalizmin ‘mezar kazıcısı’ olacağını öngörmüşler ve devrimler çağına hoş geldiniz demişlerdi.

Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ulus-devletler içinde ortaya çıkan çatışma türü olayların hemen hemen hepsinin ‘sınıf’ niteliğinden çok ‘kimlik’ niteliğinde olması da bu çerçevede ayrıca düşündürücüydü. Düşündürücüydü çünkü, burada çok ayrıntısına inemeyeceğimden kısaca söylersem ‘küreselleşme’  sürecinde ulus-devletlerin norm ve değer üretme kapasiteleri zayıfladığı için ulus-devlet içinde farklı kimliklerle ilgili bazı değişiklikler olmuştu. Bunlardan birincisi, ulus-devletin ‘yurttaş’ olarak kabul ettiği insanlar arasında etnik ya da inanç bakımından benzer olanların bir tür kümeleşmesi gerçekleşti. İkincisi; bu kümeleşmeler içinde bir ‘biz’ duygusu gelişti. Üçüncüsü ise bu kümeleşmelerin aralarında bir ‘yabancılaşma’ ortaya çıktı. Grupların, ya da kimliklerin birbirlerine ‘yabancılaşmaları’ ise ‘çatışma’ iklimlerinin oluşmasına neden oldu.

Bu gelişmelerin sol düşüncede farklılıklar yaratması bence kaçınılmazdır. Çünkü bugünün dünyasında kimliklerin varlığı sınıfların varlığının önüne geçmiş görünüyor. Nitekim yukarıda da söylediğim gibi bugünün dünyasında ulus-devlet çatısı altındaki çatışmalarda ‘kimliklerden’ kaynaklanan çatışmalar ‘sınıflardan’ kaynaklanan çatışmalardan çok daha fazla yer almakta. Ama buradan ‘sınıf’ meselesi sona ermiştir gibi bir sonuç da çıkarılmamalıdır. Çünkü farklı kimliklerin taleplerinin karşılandığı bir dünyada ‘kimlik meselesi’ bir mesele olarak buharlaşıp uçacak ve biz yine kapitalizmin temel çelişkisi olarak bildiğimiz sınıflar dünyasına geri döneceğiz.

Benim anladığım kadarıyla Öcalan’ın bu mektubunda özellikle ‘demokratik diyalogun’ altını çizmesinin nedeni de günümüz sosyalizminin kuruluşunda, benim yukarıda altını çizdiğim ‘kimlikler arası yabancılaşma’ olgusunun çatışmaya evirilmesinin önüne geçmek gerekir düşüncesidir. Çünkü bir ulus-devlet içinde farklı kimlikler olabilir, bu farklı kimliklerin içlerinde bir ‘biz’ duygusu da üremiş olabilir. Ama bu durumun çatışmaya dönmemesi için ‘demokratik diyalog ve müzakere’ bir ilke olarak benimsenip taraflar arasında hayata geçirilirse ‘yabancılaşma’ gerçekleşmez dolayısıyla da ‘çatışma’ ortaya çıkmaz. Bu nedenle de bugünün dünyasında ‘demokratik diyalog ve müzakere’ çatışmaları önleyerek gerçek bir demokratik toplum yaratmakta en önemli araçlardan biridir.

Nitekim Öcalan mektubunu şöyle bitiriyor:

“Hatta anlamlı bir sosyalizmin şiddet dolu bir devrim anlayışından ziyade, pozitif bir inşa ve varoluş sistematiği olarak kendini örgütlemesini, bunun da demokratik diyalog biçiminde gerçekleşmesini uygun bulmaktayım. Kapsamlı ve derinliğine demokratik bir diyaloğa dayanmadan sosyalizmin inşa edileceğine, inşa edilse bile kalıcı olabileceğine inanmak zordur. Lenin de ‘Kapsamlı, gelişmiş bir demokrasi olmadan sosyalizm inşa edilemez’ diyordu.”