Orhan Kemal’in 12 yıl yaşadığı ev satışa çıkarıldı

Orhan Kemal’in 12 yılını geçirdiği ve birçok eserini ürettiği evin müze olması için çalışmalar yapılmıştı fakat bir sonuç alınamamıştı. Yazarın oğlu Işık Öğütçü konu hakkındaki düşüncelerini İlke TV’ye aktardı.

Orhan Kemal’in 12 yıl yaşadığı ev satışa çıkarıldı
Orhan Kemal’in 12 yıl yaşadığı ev satışa çıkarıldı
Yeşim Yıldız
  • Yayınlanma: 27 Kasım 2024 20:21

Usta yazar Orhan Kemal’in İstanbul Unkapanı’nda yer alan evi satışa çıkarıldı. Kemal’in 12 yılını geçirdiği evin müze olması için çalışmalar yapılmıştı fakat bir sonuç alınamamıştı. Yazarın oğlu Işık Öğütçü konu hakkındaki düşüncelerini İlke TV’ye aktardı.

Türk Edebiyatı’nın usta isimlerinden Orhan Kemal’in yaşamının 12 yılını geçirdiği ve birçok eserini kaleme aldığı ev, 10 milyon TL bedelle satışa çıkarıldı.

Yazarın 1954-1966 yılları arasında yaşadığı, İstanbul Unkapanı’nda yer alan evin müzeye ya da kütüphaneye dönüştürülmesi için geçmiş yıllarda girişimler olsa da bu çabalar sonuçsuz kalmıştı.

‘Bir ilanla sarsıldık’

Daha önce, evi satın almak için ilgili kişilerle temasa geçtiğini belirten Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü, konuyla ilgili İlke TV’ye konuştu.

Temas ettiğim dönemde satılık değil dediler. Sonra da satışa çıkardık dediler. Bu sefer de ekonomik imkanların yetersizliği söz konusuydu. Öyle kaldı. Sonra da şimdiki muhatabı olan kişi bütün hisseleri toplayıp evin sahibi olmuş. Onunla konuştuğumda ‘Anneannem buradan gelin olarak çıktı. Burayı bakımını yapıp bir nostalji evine dönüştüreceğim. Ama kapıya da ‘Orhan Kemal burada oturdu’ diye tabela koyacağım’ dedi. Fakat arada geçen zamanda ne oldu bilmiyorum. Bir ilanla sarsıldık.”

Öğütçü, Orhan Kemal’in, Cibali’nin dokusunu anlattığı “Suçlu”, “Sokakların Çocuğu”, “Müfettişler Müfettişi”, “Üçkağıtçı”, “Evlerden Biri” gibi eserleri de bu evde kaleme aldığını belirtti:

“Bazı öykülerini Cibali’yi ve etrafındaki mekanları içine alacak şekilde öyküleştirmiştir. Hatta Cibali Tütün Fabrikası vardı. Sonradan Kadir Has Üniversitesi oldu. Oranın mesai borusunun çalışını hala duyarım. Babam da oradan geçen işçileri sürekli izlermiş. Oradaki kahvede oturup onlarla sohbet etmiş. Orada bir esnaf lokantası var. O lokantada o insanlarla oturup onların dertlerini dinlemiş. Onların hikayelerini yazmış.”

Öğütçü, konu hakkında yetkililerin üzerine düşenler hakkında, Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi veya İstanbul Valiliği’nin önayak olarak mekânı korunması ve bir kültürel miras olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

‘Belki bir kafe veya bir lokanta olacak’

“O bölgeler çok popüler oldu. Orası belki bir kafe veya bir lokanta olacak. Bu çok üzücü bir şey” diyen Işık Öğütçü önceki yıllarda sonuçsuz kalan girişimlerden de bahsetti:

“5 yıl önce yine böyle bir haber çıktı. Evin önüne gittiğimde İstanbul Valiliği’nden yetkililer vardı. İlgilendiklerini söylediler. Fakat sonra sonuçsuz kaldı. Bu çok üzücü. Herkesin harekete geçtiğini, olumlu konuşmalar yapıldığını görüyorsunuz ama sonrasında bir şey olmuyor. Orası kültürel bir miras olarak kamulaştırılabilir. Tabii ki hak sahiplerine rayiç bedeli neyse o ödenir. İş sadece evin satışıyla da bitmiyor. Bina kâgir bir yapı. Şu anda 3-5 kişi gidip orada dolaşsa bina sallanır. Tekrardan aynı düzende yapılması ve korunması lazım.”

‘Bir çocuk atölyesi olabilir’

Öğütçü, evin “kültürel miras” olarak değerlendirilmesi yönündeki dileklerini aktardı:

“Sağlamlaştırdıktan sonra oraya bir ‘Orhan Kemal Evi’ tabelası asılabilir. Birtakım tarihçeler yazılabilir. Dış ve iç duvarına Orhan Kemal’in resimleri konabilir. Fotoğrafların çoğu zaten bizde var. Orası mesela bir çocuk kütüphanesi olabilir. Çocuklar için resim, yazı, müzik öğrenecekleri küçük bir atölye olabilir. Orhan Kemal zaten pek çok eserinde çocukları konu etmiştir. O dokuya da çok uygun. Zaman zaman o çevreye gidiyorum, çocuklar cıvıl cıvıl oynuyorlar. Orada çocuk dokusu hiç değişmedi ve oraya çok müthiş bir katkı da sağlar.”

Işık Öğütçü, Unkapanı’ndaki evlerinde babasıyla yaşadığı bir anısını da anlattı:

“4-5 yaşlarındayken babamın çalışma odasından daktilosunun sesini duyardım. Babam orada yazılarını yazardı. Ben de zaman zaman kapısının önünde dolanırdım. Bana seslenirdi. Ailenin en küçüğü olduğum için biraz torpilliydim. ‘Oğlum koş gel, kuş sana ne getirdi’ derdi. Yıldırım hızıyla odadan içeri girdiğimde yatağın üzerinde gofret görürdüm. Benim gofreti yiyişimi seyrederdi. Tabii gofret biter ama içimdeki çikolata hasreti bitmediği için o parlak kâğıtta kalan çikolatayı da yalardım. Ve bir gün babamın bir öyküsü gözümün önüne geldi. Öykünün ismi “Çikolata” idi. Oradaki kahraman da o çikolata kağıdını yalıyordu. Bu benim için unutulmaz bir anı.”