CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Suriye’de devam eden entegrasyon ve güvenlik tartışmalarına ilişkin İLKE TV canlı yayınında değerlendirmelerde bulundu. SDG’ye yönelik “silah bıraksın, dağılsın, bireysel entegrasyon sağlansın” çağrılarını eleştiren Özel, sahadaki güç dengelerinin bu söylemlerle örtüşmediğini söyledi.
Özel, Suriye’de “içine katılsın” denilen ordudan çok daha büyük silahlı güçlerin varlığına dikkat çekerek, “Fiiliyatta kim kime katılıyor, nasıl katılıyor? Bu soru zaten ortada duruyor” dedi. “Ayrılsınlar, tek tek gidip buraya katılsınlar” şeklindeki ifadelerin gerçeklikten kopuk olduğunu vurgulayan Özel, “Açık konuşmak lazım, çocuk mu kandırıyoruz? Kim kiminle neyi, nasıl konuşuyor?” ifadelerini kullandı.
SDG’ye yönelik sert söylemlerle entegrasyon çağrılarının bir arada kullanılmasını da tutarsız bulan Özel, “İsterseniz ‘SDG dağıtılsın, bayrak indirsin, kabul etmiyoruz; olmazsa operasyon’ dersiniz. Bu bir tercihtir, açıkça söylenir. Ama bir yandan bunu deyip, diğer yandan sahadaki gerçekliği yok sayarak konuşmak tutarlı değildir” diye konuştu.
Suriye’de yeni bir durumun ortaya çıktığını belirten Özel, eski güvenlik ezberleriyle sürecin yönetilemeyeceğini söyledi. “Bugün Suriye’de Kürtler var, Araplar var, Dürziler var, Aleviler var, Sünni Araplar var, Alevi Araplar var. Bu çeşitliliği yok sayarak ‘sen terör örgütüsün, öbürü cihatçı’ diyerek bu tabloyu açıklayamazsınız” dedi.
Özel’e göre çözümün anahtarı, bu toplumsal çeşitliliği tanıyan demokratik bir anayasa. Türkiye’nin rolünün de bu yönde olması gerektiğini vurgulayan Özel, “Türkiye eğer bir inisiyatif alacaksa, bunu dayatma üzerinden değil, Suriye’de demokratik bir anayasanın oluşmasına katkı sunmak üzerinden almalı. Bu sürece uluslararası kuruluşlar da dahil edilmeli” ifadelerini kullandı.
Demokratik bir anayasa çerçevesinde yeni bir ordu kurulacaksa, mevcut silahlı yapıların bu orduya nasıl entegre edileceğinin adil ve hakkaniyetli biçimde tarif edilmesi gerektiğini söyleyen Özel, “Adil biçimde inşa edilmeyen bir yapıdan devlet çıkmaz. Herkesin birbirini gayrimeşru gördüğü bir denklemden istikrarlı bir devlet de çıkmaz” dedi.
Özel, Suriye’de kalıcı istikrar için yapılması gerekenin açık olduğunu belirterek, “Suriye’nin bugünkü realitesini görmek, bu realite üzerinden anayasal bir devlet inşa etmek ve buradan hareketle hep birlikte yaşama, hep birlikte var olma ve o ülkeyi hep birlikte savunma iradesini ortaya koymak gerekir” değerlendirmesinde bulundu.
‘Suriye’nin bir an önce istikrara kavuşması için Türkiye inisiyatif almalı’
Özgür Özel sözlerine şöyle devam etti:
“Oranın bir an önce istikrara kavuşmasını sağlamanız lazım. Bunun için de Türkiye’nin inisiyatif alması gerekiyor. Bugün Şara üzerinden kurulan ilişkiler buna örnek. İngiltere çıkıp “Biz onu yetiştirdik, bugünler için hazırladık” diyor; eski hâlinin rol, bugünkü kravatlı hâlinin gerçek olduğu söyleniyor. Nedir bilmiyorum ama bir gerçek var: Zamanında dünyanın en fazla sentetik uyuşturucu üretilen, 16 Selefi örgütün bir arada yaşadığı bir alandan söz ediyoruz. Bu yapılar oradan bütün Suriye’ye dağıldı.
Şimdi sen kafayı kesenleri, amfetamin üretenleri, bütün dünyayı zehirleyenleri muhatap alıyorsun. Bunlardan birinin hepsine hâkim olduğunu ve hatta İngiliz istihbaratı tarafından bugüne özel yetiştirildiğini kabul ediyorsun, muhatap kabul ediyorsun. Öbür taraftan da görüştüğün bu gerçeği gizlemeye çalışıp bugün bambaşka bir dil kuruyorsun.
Türkiye’nin bütün tarafları dikkate alan bir yaklaşım kurması gerekiyor. Oradaki Nusayrilerin, her an katliam tehdidi altındaki Arap Alevilerinin Türkiye’deki akrabalarının ruh hâlini de düşünmek zorundayız. Kürt kardeşlerimizin Türkiye’deki Kürtlerle bağları birkaç kilometre ötede devam ediyor. Buradan bağlıyız. Araplara verilen önemi söylüyorsak, Türkiye’de 6,5 milyon Arap yurttaşımız var ve onların da Suriye’deki akrabalarıyla gönül bağları var.
Türkiye bütün bu yapıları bir masaya oturtup uzlaştırabilir, ev sahipliği yapabilir; buna hiçbir itirazım yok. Ama bu sürece uluslararası kuruluşlar da dâhil edilmeli. Çünkü Suriye’nin istikrarı yalnızca Türkiye’nin değil, bütün Avrupa Birliği’nin meselesi. “Yirmi sığınmacı gelir mi” diye ödleri kopanlar, 5,5 milyon sığınmacıyı Türkiye’nin tuttuğunu unutmamalı. Onların da taşın altına elini koyması sağlanmalı.
Suriye’de kalıcı bir çözüme ihtiyaç var. Suriye’nin barışı Türkiye’nin barışına, Türkiye’nin barışı da Suriye’nin barışına katkı sağlar. İki tarafın birden barışı, Türkiye’nin yüzyılın ikinci çeyreğinde ekonomik ve demokratik olarak çok daha hızlı ilerlemesini mümkün kılar. Yeter ki herkes bu meselede üzerine düşeni yapsın.”
CHP Genel Başkanı Özgür Özel:
“Suriye’nin barışı Türkiye’nin barışına, Türkiye’nin barışı Suriye’nin barışına katkı sağlar”#Canlı izlemek için: https://t.co/J6STxqBcEM pic.twitter.com/S84B0hXqMq
— İlke TV (@ilketvcomtr) December 12, 2025
‘Türkiye’nin ve bölgenin ortak geleceği için cesaretle adım atılmalı’
“Burada gerçekten Türkiye’nin ortak geleceği için cesaretle ve kararlılıkla, hızla atılması gereken adımlar var. Ben Türkiye’deki Kürtler için de, Suriye’deki Kürtler için de önce sağlık ve barış diliyorum. Her şeyden önce ölmemelerini istiyorum. Barış içinde, sağlıklı bir yaşam sürmelerini istiyorum.
Suriye’deki Kürtlerin; oradaki Dürzilerle, Araplarla, Türkmenlerle birlikte anayasal güvenceye sahip olmasını; sınırın bu tarafındaki ve öte tarafındaki akraba Kürtlerin de Türkiye’nin ve Suriye’nin istikrarlı, ortak ve iyi bir geleceğinin teminatı olmasını istiyorum. Bunun için atılacak her adım, yarın Türk’ün de Kürt’ün de çocuğunun karnını doyuracak, milli geliri artıracak, iş imkânı yaratacak.
Burada ayrıca önemli bir imkân var. Cumhuriyet Halk Partisi ile DEM, bölgede bazı rejimlerin çöküşünden sonra seküler çizgide duran iki parti. Orta Doğu’da artık yalnızca İhvan, Müslüman Kardeşler ya da benzeri yapılara değil, başka bir değerin yükselmesine yönelik ciddi bir toplumsal talep var. Bu noktada Türkiye iyi bir örnek oluşturabilir. Ben “sekülerizmi ihraç edeceğiz” gibi bir iddiada bulunmuyorum. Ama CHP’nin varlığıyla, Türkiye’nin Suriye’de barışı savunan tutumuyla; Selefi grupların değil, demokratik bir anayasanın varlığıyla ve oradaki Kürtlerin tüm varlıklarıyla bu anayasal düzene dâhil olup üretmesi, kazanmasıyla birlikte bambaşka bir tablo ortaya çıkabilir.
Ortadoğu’nun sürekli sömürülen, savaştırılan, iki tarafa da silah satılan ve petrolü yağmalanan bir coğrafya olmaktan çıkıp; doğal varlıklarıyla, insan gücüyle kalkınan, kazanan ve dünyada gerçekten güçlü bir aktör hâline gelmesi mümkün. Ortadoğu’daki bu güçlenmenin en büyük kazananları da, hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar, Kürtler ve Türkler olacaktır.”




