Çağatay Yaşmut polisiyesiyle Kadıköy Cinayetleri ( Macaraperest Yayınları-2019 ) romanıyla tanışmıştım. Oradan Ölüm Fırsat Kollar’a gelene kadar altı yıl iki roman geçmiş. Bazı yayınevleri kitap kapaklarında sadeliği seçer ve görür görmez logoya bakmadan hangi yayınevine ait olduğunu anlarsınız. Macarapereset’in Çağatay Yaşmut’a uyguladığı tarife tam da bu türden; uzaktan görür görmez anlarsınız. Biraz önce değindiğim Kadıköy Cinayetleri romanından sonraki Moda Cinayetleri ve Felsefe Cinayetleri romanlarında da aynı sadelik kullanılmış; güzel mi? Sadeliğin ve minimalizmin gücü hafife alınmamalı.
İyi polisiye iyi edebiyattır
Gelelim yazıya konu olan Ölüm Fırsat Kollar romanına. Türkiye yakın ve uzak gündemini takip etmeden polisiye yazılır mı? Ya da şöylesi daha doğru mu olur, yazdığın ülkenin gündemini, sorunlarını, dertlerini sosyoekonomik, politik, sanatsal, estetik çıkışlarını, çalışmalarını takip etmeden, bilmeden polisiye yazılabilir mi? Elbette yazılır, nihayetinde polisiye edebiyat dediğimiz bir kurgudan ibarettir ve bazen gerçek olayların revize edilerek kurgulanmasından da oluşur. Sadece bu mudur polisiye edebiyat, elbette ki hayır. Bunları bana sordurtan Ölüm Fırsat Kollar romanının konusu oldu. Şunu söylersem umarım yazar beni ayıplamaz; bu roman Narin Güran cinayeti ve Yenidoğan Çetesi Türkiye gündemindeyken yazıldığına eminim ama ispat edemem. Gerçi ispatı yazarla bir röportajla mümkün ama umarım birileri kitapla ilgili soru sorarsa bunu da sorar ve ben de ne kadar yanıldığımı anlamış olurum.
Kitabın konusu diyordum; Komiser Galip belki biraz metamorfoz geçirmiş olabilir, bilemiyorum. Yakın ve sadık okuyucular daha iyi karar verirler. Bu kararı verirken yazarın ikide bir göndermede bulunduğu Behzat Ç karakterini ve konuşma üslubunu unutmazlar umarım. Komiser Galip önüne gelen cinayet dosyasını araştırmaya başlarken ülkede ne kadar kronik sorun varsa ki bunlar romanın ana konusu itibariyle sağlık sistemindeki adaletsizlerden dışarı kaçan sağlık emekçilerine, uyuşturucu baronlarının emniyeti teslim almasından devlet içindeki çeteleşmelere, zengin çocuklarının adaletle yüzleşmeden elini kolunu sallayarak dışarıda cirit atmasına, bir tık uğruna ya da fazla takipçi uğruna hayatlarından olan youtuberlara kadar her dert var. Komiser Galip önüne düşen cinayeti çözmeye çalışırken her seferinde başka bir yola sapar. Bu da içgüdülerinin yani hislerinin ne kadar doğru çalıştığını gösteriyor. Burnunun doğru koku almadığını öğreniyoruz. Ama elbette ilk celsede katilin bulunması oldukça nahoş bir durum olacaktır ve iyi polisiye okur bu tür romanlarda ‘katil kim’ sorusundan ziyade iyi polisiye iyi edebiyattır düsturunun peşinden giderler. Kaldı ki katil çarçabuk bulunursa yazar hangi arada edebiyat yapacak. Okuyucu, romanlarda toplumun sinir uçlarını, kaygılarını gördüğü gibi sosoyolojik tahlillerde de bulunabilir yazarın aynasından dolayı. Madalyonun diğer tarafındaki yazar da döneminin hem tanığı hem de sanığı konumunda olabiliyor; pis pis yaşamayı seçmeyip suya sabuna dokunursa. Yazar suya sabuna dokunmayı tercih etmiş bu romanda.
Dünya herkesindir
Emeklilerin ‘geçinemiyoruz’ eylemlerine de değiniyor, failin peşine düşerken, ‘masanın üzerindeki beyaz tozun pudra şekeri olmadığından eminim’ diyerek toplumun aklıyla dalga geçen yakın dönemde yaşanan olayları da metne dahil etmeyi ihmal etmiyor. Düzensiz göç sonrası ‘ülkesine’ sığınmak zorunda kalanları da kadrajına sığdırırken İstanbul’un gettolarında üçbuçuk atarak dolaştırdığı başkarakterini ötekilerle, marjinallerle ve Kürtlerle de temas ettiriyor. Sınıfsal bakış açısından uzaklaşarak yer yer nefrete varan bir bakış açısına meyletmesiyle yazarla izleğimiz değişiyor ve uzaklaşmaya başlıyorum o bakış açısından.
Romanın çoğuna hâkim olan mekân tasviri ve atmosfer oluşturmadaki başarısı okuyucuyu romanda tutarken İstanbul mahalle ve caddelerini bıktırıcı derecede ayrıntılaması romanda sarkmaya ve hantal bir yapıya sebep oluyor. Haliyle okuyucuda tekrar hissi oluşmasına sebep olurken insanın aklına yazar bu romanı sadece İstanbullular için mi yazdı sorusu takılıyor. Kayseri’deki ya da Dersim’deki okuyucu İstanbul’un o sokağını çok merak eder mi bilemedim. Elbette merak eden, özellikle bahsi geçen o sokağı, mahalleyi ya da caddeyi görme isteğini bastırmayıp bizzat yerinde görmek isteyen olacaktır; edebiyatta örnekleri var. Ama benim bahsettiğim bu değil, metnin amacından, meramından sessizce uzaklaştıran pasif öğelerden söz ediyorum. İstanbul ezberletilirken geriletilen, grileşen bir şeyden bahsediyorum. İstanbullu olmayan okuyuculara zul gelebilir.
Yeni bir kadın komiser mi geliyor
İkinci yarının sonlarına doğru anlatma türü değişikliğine giden yazar aynı metin içinde farklı anlatım türlerine de örnek olacak bir eser oluşturmuş. Sevgi komiser özelinde kadın karakterlerde de alışılanın, ezberlenenin dışına çıkarak hoş/tok/sesi gür çıkan, geri vites yapmayan yeni bir karakterin larva dönemine götürüyor yazar bizi. Kimbilir belki bir sonraki macerada Komiser Galip ombudsmanlık yaparken Sevgi suçluların korkulu rüyası oluverir.
Ölüm Fırsat Kollar bir an bile düşmeyen temposuyla okuyucuya İstanbul turu attırırken Türkiye’deki kronikleşmiş sorunlarla da tanıştırmayı ihmal etmeyen su gibi akan enerjisi yüksek bir polisiye.