• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Romantizmin sıcaklığından reel politiğin soğuk yüzüne
Romantizmin sıcaklığından reel politiğin soğuk yüzüne
Ahmet Faruk Ünsal 23 Şubat 2025

Romantizmin sıcaklığından reel politiğin soğuk yüzüne

“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirtecek günlerden geçiyoruz. Devlet bir taraftan Rojava ile Irak Kürdistanı kırsalında askeri, diğer taraftan Türkiye’deki Kürt illerinde idari ve yargısal operasyonlarıyla hukuki sert yüzünü gösterirken öte taraftan da Abdullah Öcalan’dan Kandil’e, KDP’ye, KYB’ye, Avrupa’daki Kürt hareketine ve Rojava’ya yazmasını istediği beş mektubun Ekim Süreci’ne dönük olumlu etkiler üretmesi için milletvekillerinden oluşan İmralı Heyeti’ni ilgili yerlere göndererek soğuk aklını gösteriyor.

Bu bağlamda Hakkari, Mardin, Tunceli, Siirt, Batman, Van büyük şehir ve şehir belediyelerine ve Esenyurt, Akdeniz, Bahçesaray, Ovacık, Halfeti ilçe belediyelerine kayyım atadı. Bunlardan Esenyurt ve Akdeniz belediyeleri Kent Uzlaşısı çerçevesinde CHP-DEM ortaklığıyla, Ovacık CHP’den, diğerleri ise DEM’den seçildiler. Anlaşılan hükümet, siyasi kanatta, DEM Parti’yi ve onunla seçim işbirliği yapmayı kriminalize etmeye çalışıyor ve Kürt sorunu bağlamında siyaset yapma tekelini elinde tutmak istiyor. Bu arada, Kürt siyasetine yakın basın mensuplarının ve sivil toplum kuruluşlarının sırtından yargı sopasını eksik etmeyi de ihmal etmiyor. “Tüm sorularınızın çözümü için tek adres var, o da benim, kimin ne talebi varsa buyursun bana gelsin” demek istiyor. Sunacağı çözüme de razı olunmasını isteyerek tabii ki.

Hükümetin, “sorgulanamaz tek adres” olma isteğine bir kaç örnek üzerinden bakalım.

Dünya’nın en büyük barosu olan İstanbul Barosu’na, Rojava’da gazetecilik yapmakta olan ve SİHA’larca öldürüldüğü söylenen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin ile ilgili 21 Aralık 2024’te yaptığı açıklama nedeniyle, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlarından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı eliyle soruşturma başlatıldı.

Tüsiad Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras, 13 Şubat’taki dernek Genel Kurulu’nda yaptıkları konuşmalarda, diğer eleştirilerinin yanı sıra “kayyım atamaları”nı da dile getirerek hükümetin hışmını üzerlerine çektiler. Türkiye’nin bir zamanlar en muktedir derneği olan TÜSİAD başkanları, polis nezaretinde ifadeye götürülerek yurtdışı çıkış yasağıyla serbest bırakıldılar. Dün ise 18 Şubat’ta gözaltına alınan, yasal bir kurum olup eş sözcüleri DEM Parti milletvekilleri olan HDK’nin, 15-16 Ekim 2011 tarihinde düzenlenen Kongresi’nde alınan kararlar gerekçe gösterilerek DEM ile yakın siyasi partilerin temsilcilerinin de olduğu 30 kişi tutuklandı. Bu cümleden olarak, aynı kanalda birlikte program yaptığımız, insan hakları alanında ve özellikle de mülteciler konusunda çalışan sevgili Ercüment Akdeniz ve diğer tutukluları anmamak olmaz. Bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını temenni ediyorum.

Devletin, bir taraftan İmralı ile temas kurarken diğer taraftan da Kürt hareketiyle doğrudan ya da dolaylı teması olan çevrelere ya da Kürt hareketinin mağduru olduğu konuları dile getiren İstanbul Barosu ve TÜSİAD gibi kurumlara yönelimi nasıl açıklanmalıdır?

Kanaatimce bu, siyasal iktidarın iş tutma biçimi ile doğrudan ilgilidir; şunu söylemek istemektedirler:

Devlet işi her önüne gelenin fikir beyan edeceği basitlikte bir iş değildir. Sıradan insanlar(!) ve ilgisiz(!) kurumlar, “Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini ve kamu düzeniyle ilgili gerçeğe aykırı bilgileri kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yayma ve yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu işleyebilir ve âli menfaatlerimizi zedeleyebilirler. Kaldı ki, bu tür işlere dönük herkesin fikir beyan etmesi, diğer taraftan da, taleplerin maximalize edilmesine ve devletin karşılayabileceğinden fazla olmasına neden olabilir. O yüzden herkes, devletin lütfedeceğine razı olmalıdır. Yani süreçlerin demokratikleştirilmesinin, meseleyi ne kadar ihata ettiklerine ilişkin ufuklarının ve lütuflarının gerçek boyutunu ortaya koyan bir tehdit oluşturduğunu da zımnen ifade etmiş oluyor hükumet.

Devletin yurt sathında yargısal ve idari giyotini çalışırken, sınırları dışında da, içeriği henüz açıklanmamış olan Öcalan Mektupları’yla ilgili İmralı Heyeti’nin KDP ve KYB temasları gerçekleşti. Irak Kürdistanlı her iki siyasi partiden de Ekim Süreci’ne dönük destekleyici yaklaşım geldi. İmralı mektubu öncesi, Kandil’in detaya inmeyen, genel destekleyici açıklamaları sayılmazsa, Avrupa’dan ve Kandil’den henüz müzakereye esas teşkil edecek bir açıklama gelmiş değil.

Rojava’dan ise, Türkiye’yi rahatlatan sinyaller gelmekle birlikte hali hazırda meselelerin nihai çözüme kavuşturulduğuna dair kanaate varmak için çok erken. Mazlum Abdi, tamamen HTŞ gruplarının yer aldığı Alevisiz, Kürtsüz, Dürzisiz bir topluluk tarafından Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilan edilen Colani’yi Cumhurbaşkanı olarak tebrik edip Kuzeydoğu Suriye’ye davet etti. Aynı Colani’nin, 7 kişilik Ulusal Konferans Hazırlık Grubu’na, ne SDGli ne de SDGsiz tek bir Kürt bile koymayı aklına getirmediği de hatırda tutulmalı. Bu arada Colani’nin ABD tarafından resmen akredite edilmemiş olsa da Paris ve Moskova’dan davet aldığı da unutulmamalıdır. Colani, Suriyeli olmayan HTŞ savaşçılarına vatandaşlık verip yeni Suriye ordusuna ve bürokrasisine yerleştirirken, Mazlum Abdi, Suriyeli olmayan savaşçılarından Suriye’yi terketmesini isteyeceğini açıkladı. Diğer taraftan da, SDG yönetimi, IŞİD tutuklularının gözetimini ve merkezi hükumet kurumlarının kontrolünü Şam’a devretmeye razı olacağını ve SDG’nin Suriye ordusuna katılımını kabul ettiklerini açıkladı. Ayrıca yerlerinden edilmiş insanların (muhtemelen Afrin, Tel Rıfat, Munbic, Serêkanye, Girê Spî) geri dönüşleri için komisyon kurulmasını da talep etti. Niyet beyanı düzeyinde yapılmış bu açıklamaların detaylandırma aşamalarında neler getireceği konusu ciddi bir konu olmakla birlikte zamanın ne göstereceğini şimdiden kestirmek zor.

Sonuç itibarıyla, Türkiye devletinin, gerek Irak gerek Suriye sahasında yaşayan Kürtlerin sürece dahlini istemiş olması gösteriyor ki, devletin Kürt meselesine dönük yaklaşımı, bölgedeki tüm Kürtler’in ilgisi ve desteği söz konusu olmadıkça halledilebilecek bir şey değildir. Diğer taraftan da, birlik ve beraberliklerini sağlamış Kürtler’le yapılacak ittifak, bölgedeki en etkili ittifakın siyasi ve coğrafi sınırlarını belirlemekte olup, 1. Dünya Savaşı sonrası statükosunun unuttuğu çözüm, bir asır sonra, şöyle ya da böyle kendini dayatmaktadır.

Son söz olarak söyleyecek olursak, gerek Türkiye sathında gerekse de Başur ve Rojava’da yaşanmakta olan şey, doğrudan güçle ilgilidir hakla veya hukukla değil. Siyaset dünyasının anladığı ve hesaba kattığı tek geçer akçe, güçtür ve reel dünyada dikkate alınmanın tek ölçütü,
romantizmin maximalist talepleri değil sonucu değiştirmeye yeterliliği olan güce ne kadar sahip olduğunuzdur.

Fazlasını isteyen gücünü fazlalaştırmayı ve gerektirdiği fedakarlığı göze almalıdır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.