Röportaj |  “Bazen bir gün 365 saat gibi gelebilir insana”

“Yola çıkmak korkutucu olabilir; hukuki bir süreç başlatmak, hatta kendinle yüzleşmek bile korkutucu. Ama korkuyu aştığınızda yalnız olmadığınızı görüyorsunuz. Ve bu, her şeye değiyor”

Röportaj |  “Bazen bir gün 365 saat gibi gelebilir insana”
Röportaj |  “Bazen bir gün 365 saat gibi gelebilir insana”
Rozerin Yüksel
  • Yayınlanma: 19 Ocak 2025 14:24
  • Güncellenme: 19 Ocak 2025 14:28

Toplumsal travmaların içinden geçip hayatta kalan üç kadının hikâyesini anlatan “Bir Gün, 365 Saat” belgeseli geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Asya, Leyla ve Reyhan’ın yaşamlarından kesitlerle dokunan bu belgesel Eylem Kaftan, Burcu Salihoğlu imzası taşıyor. Toplumda sistematikleşmiş şiddet ve istismar sorununu ele alan belgeselin ana ekseninde dayanışma, umut ve adalet mücadelesi var. Filmin merkezindeki karakterlerden Reyhan’ın şu sözleri, bu mücadeleyi en çarpıcı şekilde özetliyor: “Bazen bir gün 365 saat gibi gelebilir insana.” Belgeselin merkezinde yer alan karakterlerin yalnızca birer oyuncu olmadığını, aslında kendi yaşamlarının izlerini ve deneyimlerini sahneye taşıdıklarını görmek, bu röportajı çok daha anlamlı kıldı.

Asya ve Leyla ile konuşurken, hikâyelerinin sadece kendilerine ait olmadığını, bu toplumda birçok insanın sesi olduğunu görüyoruz.

‘Kendi hikâyemi anlatmak büyük bir cesaret gerektiriyordu’

Leyla, Bir Gün, 365 Saat belgeseline nasıl dahil olduğundan ve bu süreçte yaşadığı duygusal değişimlerden bahsederken, ilk başta bu fikre mesafeli yaklaşsa da zamanla başka insanlara cesaret verebilme ihtimali projede yer alma konusunda etkili olduğunu belirtiyor. “Toplum önünde kendi hikâyemi anlatmak büyük bir cesaret gerektiriyordu,” diyen Leyla’nın bu adımı aile içi istismarı görünür kılmak için bir fırsata dönüşmüş.

Bu süreçte Leyla ile aynı kaygıları paylaştığını belirten Asya, Saraybosna Film Festivali’nde kendi hikâyesini izlerken yaşadığı deneyimi şöyle paylaştı:

“Süreç boyunca Eylem ve Burcu ile çok kez konuştuk. Kendi hikayemi defalarca kez anlattığım için haliyle aştığım bir şeydi artık. Saraybosna Film Festivali’nde yanımda insanlar ağlarken ben kendime gülmekle meşguldüm. Bu, iyileşmenin mümkün olduğunu fark etmemi sağladı.”

3 kadının gerçek yaşamlarında arkadaş olması da izleyiciye doğal ve gerçek bir perspektif sunarken Leyla, çekim boyunca ekibin onları desteklediğini ve arka tarafta bir dayanışmanın var olduğunu belirtti. Bu ‘doğallığın’ yanı sıra bazı sahnelerin onu zorladığını belirten Leyla, “Galata Kulesi sahnesinde, o kuleye gerçekten çıktığım Leyla’yı gördüm yanımda ve ona ‘bak ölmedin, hayattasın ve şu an bunu çivi gibi çakıyorsun’ dedim. Bu, yeniden travmatize olmak yerine, iyileşmenin başka bir haliydi.” dedi.

‘Konu istismar olduğunda dünyanın her yeri cehennem’

Film sadece Türkiye’de değil, dünya çapında pek çok festivalde de izleyiciyle buluştu. Oradaki geri dönütleri Asya şu şekilde ifade etti:

“Belgeselde bir kazanım olmuş olması sebebiyle pozitif yönde bir yaklaşım vardı. Ama genellikle Türkiye’deki mevcut durum hakkında bilgi almak istiyorlardı. Mesela Helsinki de şey sorulmuştu. Kadın sığınma evlerinin hukuki pozisyonunu sormuşlardı. Ya da ‘Siz bu filmi Türkiye’de gösterebiliyor musunuz?’ diye sormuşlardı. Şaşırmıştık bu soruya nihayetinde belgesel de hukukun karşılık bulduğu bir sonuç çıkıyor. Ve seyirci şunları da soruyor. Siz bu noktada ülkenizde nasıl hareketlerin içerisindesiniz? Mevcutta ve bizlere neler önerirsiniz? Biz neler yapabiliriz bu noktada? Ama böyle bir filmin çekilmiş olması, bu konunun bir şekilde gündem haline getirilmiş olması iyi karşılanıyordu.”

Leyla ise Saraybosna’da bir izleyicinin sorusuna karşı verdiği cevabı şu sözlerle paylaştı:

“Ben Boşnağım Türk değilim, benim ailem göçmen. Sadece İstanbul’da doğdum. Bir adam ‘siz böyle bir belgesel yapmışsınız ama bu olaylar sadece Türkiye’de mi oluyor?’ dedi. Ben de mikrofon alıp Boşnakça bir şekilde Ben Türkiye’de doğdum ama ben Boşnağım. Adam sustu. Hayır sadece Türkiye’de olmuyor, dünyanın her yerinde oluyor. Biz sadece Türkiye’den çıkan örnekleriz. Hani konu istismar olduğunda, konu şiddet olduğunda, Konu kadın olduğunda maalesef dünyanın her yeri cehennem. Yani sadece bir yer daha iyi cehennem, bir yer daha kötü cehennem.”

‘Kişisel sınırların aşıldığı sorular soruluyordu’

Türkiye’deki gösterimlerde geri dönütlerde çoğunlukla erkek izleyicilerin kişisel sınırları aşan sorular sorulduğunu aktaran Asya, “Tabi ki deneyim aktarımı önemli ama özellikle bazı erkek seyirciler kendi deneyimlemedikleri birinci dereceden ya da farklı açılardan arkadaş, akraba çevrelerinden duydukları hikayeleri bize anlatma telaşı içerisindeler. Ya da bazen bizim özel hayatımıza dair kişisel sınırları aşabilen sorular soruluyordu. Yurtdışında Türkiye’ye kıyasla kişisel alana daha ciddi bir saygı olduğunu hissettim.”

Belgeselin bir bölümünde Reyhan ve Asya’nın kadın sığınma evinde tanıştığı bir kesit veriliyor. Belgeselde bu kısma çok yer verilmemiş olmasının arka planını aktaran Asya, “Mekan ve bütçe problemi vardı. Zaten kadın sığınma evlerinde uzun süre kalmadık. Ben bir hafta, Reyhan ise on gün kaldı.” dedi.

“Kadınlar şiddete uğradıkları yere geri dönmek zorunda kalıyordu”

Asya, yaşlarının küçük oluşunun bir bağ kurmalarını kolaylaştırdığını belirterek kaldıkları dönemde kadın sığınma evlerinin durumuna da dikkat çekti:

“Reyhan, transfer olduğu yerdeki koşulların kötü olması nedeniyle orada barınamadı. Aslında ana merkezdeki koşullar da çok kötüydü. Açlıktan bayılacak hale geldim; yemeklerini yiyemedim. Tam da bayram arifesiydi ve normalde 40 kişilik kapasitesi olan merkezde 80 kişi kalıyordu. Üstelik bu sayıya çocuklar dahil değildi.”

Kadınların çoğunun çok çocuklu olduğunu ve çocuklarını kontrol edemedikleri için zorlandığını aktaran Asya, “Merkezde çocuklar için oyun oynayacakları bir alan ya da enerjilerini atabilecekleri bir bahçe yoktu. Çocuklar binanın içinde ciddi sorunlar yaşıyordu. Annelerden çocuklarını kontrol etmeleri bekleniyordu ki bu mümkün değildi. Annelerin önüne yalnızca iki seçenek konuyordu; ya çocuklarını çocuk esirgeme kurumuna göndereceklerdi ya da şiddete maruz bırakıldığı eve geri dönecekti. Çoğu kadın, bu şartlar altında, şiddete uğradıkları yere geri dönmeyi göze almak zorunda kalıyordu” dedi.

‘Güçlü olmak, kendi verdiğin mücadeleyi sahiplenmekle ilgili’

Belgeselin izleyiciye nasıl bir yol gösterdiğini güçlü olmak olgusu üzerinden paylaşan Asya, şunları ekledi:

“Acaba makul olan bir güçlülük mü dayatıyoruz? diye düşündüm. Bu benim hikayemdi, ama bir seks işçisi de olabilirdim ve bu şekilde hayatta kalabilirdim. O zaman da güçlü mü sayılırdım? Seyirci mücadelemize bakıp gururlanıyor, ama bu farklı bir hikâye olsaydı bizi yine alkışlarlar mıydı? Güçlü olmak, kendi verdiğin mücadeleyi sahiplenmekle ilgili bir şey. Filmde bu noktada bir itici güç var; hukuki mücadele mesajı net bir şekilde veriliyor. Örneğin, bir avukat arkadaşım filmi izledikten sonra bir kadına yardım etmeye karar verdi ve birkaç avukat daha sürece katıldı. O kamçılama süreci benim için bir kazanım, bu belgeselin meyvesi. Toplum yararına bir şey bu. O yüzden diyorum ki, hep güçlüsünüz.”

‘Yola çıkmak korkutucu olabilir ama korkuyu aştığınızda yalnız olmadığınızı görüyorsunuz’

Leyla ise hikayesinde acı çektiği noktanın inanılmamak ve yalnız hissetmek olduğunu belirterek Hikâyemin başlangıcı Asya’nın yanına gidip ona açılmamla değişti. Bana ‘Sen bu kadar şeyi nasıl tek başına yaşadın, yalnız değilsin’ dediği an bir dönüm noktasıydı. Filmden sonra birçok kişi yanımıza gelip, ‘Ben de yaşadım’ diyerek hikayelerini paylaştı. Amerika’daki bir gösterimde 70 yaşında bir kadın, ilk kez yaşadığı tacizi onlarca kişinin önünde anlattı. Filmin asıl mesajı bu: Asla yalnız yürümeyeceksin. Yola çıkmak korkutucu olabilir; hukuki bir süreç başlatmak, hatta kendinle yüzleşmek bile korkutucu. Ama korkuyu aştığınızda yalnız olmadığınızı görüyorsunuz. Ve bu, her şeye değiyor” diyerek sözlerini tamamladı.