Özgür Kadın Hareketi tarafından Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle “Umutla özgürlüğe yürüyoruz” sloganıyla Diyarbakır’dan Ankara’ya doğru başlatılan yürüyüş 5’inci gününde devam ediyor. Diyarbakır’dan yola çıkan kadınlar, yürüyüşün 5’inci gününde Adana’dan Mersin’e doğru yürüyüşlerini sürdürerek, ardından yürüyüş Ankara’ya doğru devam edecek. Yürüyüşte yer alan isimlerden Sabahat Tuncel, yürüyüşü ve süreçteki gelişmeleri Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
‘Hafızayı tazeliyoruz’
Yürüyüşün yalnızca bir yürüyüş olmadığını, aynı zamanda halk buluşması olduğunu ifade eden Sebahat Tuncel, yürüyüşle Kürtlerin hafızasında yer edinmiş, mücadelenin değerlerini de bir taraftan andıklarını bir taraftan da hatırlattıklarını belirterek, şunları söyledi:
“Yani bir anlamda hafızayı da tazeliyoruz aslında. Nereden nereye geldik? 50 yıllık mücadele içerisinde Kürtlerin yaşadıkları siyasal, sosyal, ekonomik koşullar; ama aynı zamanda ödedikleri bedeller… Ve bugün yeni bir sürecin eşiğindeyken, barışın inşası sürecinde kadınlar olarak neden öncü olmak gerektiğini de her defasında tartıştığımız bir süreç yaşıyoruz. Toplantılarda, köylerde yaptığımız buluşmalarda da hem halkın sürece dair görüşleri hem de bundan sonraki süreçte neler olacağı açısından önemli fikirler ortaya çıkıyor. Biz, Diyarbakır’da da ifade etmiştik, ‘Umutla özgürlüğe yürüyoruz’ diye. Bu süreci, Kürt halkının eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinde önemli bir aşama olarak görüyoruz.”
‘Sorumluluk üstlendiğimizi ifade ediyoruz’
Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın barışı yeniden konuşma imkanını ortaya çıkardığını ifade eden Sebahat Tuncel, barışı mümkün kılmak için herkese büyük ve görev ve sorumluluk düştüğünü belirtti:
“Tabii ki başta biz kadınlara, Kürt kadınlarına. Biz aslında bu yürüyüşle aynı zamanda bu sorumluluğu üstlendiğimizi de ifade ediyoruz. Sayın Öcalan’a özgürlük talep ederken aynı zamanda Kürt halkına, kadına, doğamıza da özgürlük talep ediyoruz. Yol boyunca yapılan açıklamalarda da aslında bunlar bir şekilde dile getirildi. Her bir durakta, bu yürüyüşün politik amaçlarını, neden yürüdüğümüze dair gerekçeleri arkadaşlarımız dile getirdi. Halkın ilgisi büyük. Kadınların ilgisi var; anlamaya çalışma halleri var. Akşamları halkla yapılan buluşmalar da önemli. Sonuçta arkadaşlarımızın her biri halkın evinde konaklıyor, halkla birlikte kalıyor. Orada yürütülen tartışmalar da oldukça önemli. Bu bir şekilde yeniden bir buluşmaya da vesile oluyor.”
‘Kürtler de dönüşüm var, devlette de olmalı’
Abdullah Öcalan’ın çağrısında 52 yıllık mücadelenin başka bir evreye geçtiğinden bahsettiğini hatırlatan Sabahat Tuncel, şöyle devam etti:
“Sayın Öcalan bunu çok net söyledi; ulus devlet stratejisinden demokratik ulus stratejisine, silahlı mücadeleden demokratik siyasete geçileceğini söyledi. Yani bir dönüşüm var. Ve örgütünü de, yani bütün Kürt siyasi hareketini de buna göre dönüştürüyor. Ama sadece Kürt siyasi hareketini değil, devleti de buna göre dönüştürmeye davet ediyor. O yüzden devletin, yani silahlı mücadele koşullarında Kürtlere, Kürt siyasal hareketine yaklaşımıyla; demokratik siyaset döneminde politikası aynı olamaz. Kürtler açısından da bu böyledir. Yani Kürtler 50 yıllık mücadelesini böyle bir aşamaya getirdi ve şimdi başka bir evreye geçiyorlar. Kürtler buna göre kendini hazırlıyor. Demokratik komünlerin nasıl oluşacağını, demokratik sosyalist bir yaşamın nasıl inşa edileceğini, demokratik siyasetin araç ve yöntemlerinin nasıl olacağını, halkla nasıl bir buluşma yaşanacağını, halkın özgürlük sorunlarına nasıl çözüm olunacağını tartışıyorlar. Yani yeni stratejinin yol ve yöntemlerini tartışıyorlar. Devletin de bunu yapması gerekir. Esas itibariyle, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması ve silahları bırakmış bir örgütün gelip demokratik siyasete katılımının önünün açılması gerekir.”
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” sözlerini hatırlatan Sabahat Tuncel, şunları da kaydetti:
“Bu, siyasete bir davettir. Sayın Öcalan, bu davete ‘Evet’ dedi. O zaman siyasetin önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Yani TMK başta olmak üzere, düşünce ve ifade özgürlüğü, Siyasi Partiler Kanunu’ndaki anti-özgürlük yasalarının kaldırılması, özgürlük, demokrasi ve eşitliği esas alan bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var. İşte budur hukuki ve siyasi boyutu. Siz özgürlükleri, barışı güvence altına alacaksınız. Dün heyetimizin yaptığı görüşmede de Sayın Öcalan demokratik müzakerelerden bahsediyor. Bunlar bağlantılıdır. Yani müzakere ederek bunu geliştirmek gerekir. Sonuçta Türkiye’de yaşayan 35-40 milyon Kürt, bu ülkenin yurttaşı değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı. Metnin sonunda yapılan demokratik cumhuriyet vurgusu da bu açıdan önemli. Yani eğer demokratik cumhuriyetin yurttaşıysa, bu yurttaşların dil, kimlik ve kültür hakları devlet tarafından güvence altına alınmalı. Kürtler de aslında yıllardır bunun mücadelesini yürütüyor. Biz kadınlar da tam olarak bunları talep ediyoruz. Yani fiilen yurttaşlıktan çıkartılmış, hak ve özgürlük talebi terörizm kıskacına alınmış Kürtlerin taleplerinin karşılanması gerekiyor. Özgürlük yasalarının çıkması, eşit yurttaşlık talebinin karşılık bulması gerekiyor. Bu sadece Kürtlerin değil; Alevilerin, Ermenilerin, Türkiye’de yaşayan bütün halkların talebi. Demokratik cumhuriyetin unsurları; tüm bu inançlar, kültürler ve halklar olacaktır. Asıl önemli olan budur.”
‘Baskı politikası Türkiye’ye beka sorunu yaşattı’
Yürüyüşün 6-8 Ekim Kobani protestolarının yıl dönümüne denk geldiğine dikkat çeken Sabahat Tuncel, şöyle devam etti:
“Kobani’nin özgürleşmesi ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin Kobani ile dayanışması, devlet tarafından kriminalize edilmiştir. HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonları devreye konulmuş, binlerce Kürt siyasetçi gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Hala arkadaşlarımız cezaevinde. Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve o dönemin MYK üyesi arkadaşlarımız hâlâ cezaevinde. Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Semra Güzel cezaevinde. Aslında bu bir dönemin politikasıdır. Çöktürme Planı’ydı. Daha sonra ortaya çıkan bu plan, AKP’nin 2013-2015 sürecinde diyalog ve müzakere yürütürken, bir yandan da Çöktürme Planı’nı devreye koyduğunu göstermektedir. Bu planın bir sonucu olarak demokratik siyaset alanı ortadan kaldırılmıştır. Bu sürecin bağlantısı burada yatıyor. Demokratik siyasete yönelik baskı ve zor politikası, en nihayetinde Türkiye’yi çözümsüzlük siyasetine, siyasi ve ekonomik krize sürüklemiştir. Ortadoğu’da da ciddi bir beka sorununun yaşanmasına neden olmuştur.”
‘Sadece Kürtler değil, Türkiye büyük zarar gördü’
Demokratik siyaset alanının açılmasının Türkiye’nin geleceği açısından önemli olduğunu dile getiren Sabahat Tuncel, şunları söyledi:
“6-8 Ekim, Türkiye siyasetinde önemli bir hafızadır. Dayanışmayı cezalandıran bir süreçtir. Kobani’nin özgürleşmesine verilen bir cevaptır. Aynı zamanda Türkiye’deki Kürt karşıtı politikanın sonucudur. Bu 10 yıllık süreç, sadece Kürtlere değil, Türkiye’ye de büyük zarar vermiştir. Ülkeyi faşizan, otoriter, tekçi bir ortama sürüklemiştir. Bugün insanlar nefes alamaz hâle gelmiştir. Şimdi bu sürecin bağlantısını kurarsak; evet, tam da böylesi bir süreçte, yeniden demokratik siyaset alanının açılmasının yolu, belki de Kobani Kumpas Davası’nın tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması ve arkadaşlarımızın özgürlüğüne kavuşmasının sağlanmasıdır. Demokratik siyaset alanı buradan mümkün olabilir.”
‘Çözüm isteniyorsa hukuki ve siyasi zemine geçilmeli’
Hükümetin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük politikası ile Suriye politikasının değişmesi gerektiğini ifade eden Sabahat Tuncel, şunları söyledi:
“Barış ve demokratik çözüm için Rojava gerçeğini doğru okumak gerekir. Türkiye’deki barış süreciyle Rojava’daki gelişmeleri birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Türkiye’de barışı inşa etmeye çalışırken, Rojava’da Kürtlere karşı bir siyaset yürütmek isteyen bir politika sürdürülemez. Dolayısıyla, Türkiye’deki barış sürecine katkı sunacak her aktör, aynı zamanda Rojava halkının eşitlik ve özgürlük talebini de doğru anlamalıdır. Rojava’da demokratik bir entegrasyonla, Kuzeydoğu Suriye’deki Kürt halkının kendi sorunlarını çözmesine ve Şam yönetimiyle demokratik temelde bir ilişki kurmasına destek verilmelidir. Türkiye’nin mevcut politikası ne yazık ki çözüme değil, çözümsüzlüğe hizmet etmektedir. Bu anlayışın değişmesi ve yeni bir siyaset inşa edilmesi kaçınılmazdır. Eğer Türkiye gerçekten Kürt meselesini barışçıl ve demokratik yollarla çözmek istiyorsa, savaşı ve çatışmayı sonlandırıp hukuki ve siyasi zemine geçmeyi hedefleyen bir yaklaşımı benimsemelidir.”
Demokratik siyaset alanının mümkün olabilmesi için yapılması gerekenleri ve atılması gereken adımları sıralayan Sabahat Tuncel şunları dile getirdi:
“Sayın Abdullah Öcalan ile diyalog; Sayın Öcalan, geçmiş barış süreçlerinde rol almış ve bu sürecin doğal bir aktörü olarak kabul edilmiştir. Onunla yeniden diyalog kurulmalı ve özgürlük koşulları sağlanmalıdır. Demokratik siyaset için hukuki zemin; silahlı mücadeleyi geride bırakıp demokratik siyasete geçmek isteyen yapılar için gerekli hukuki ve siyasi zemin hazırlanmalıdır. Kürt karşıtı politikaların terk edilmesi; Türkiye, artık Kürtlere karşı yürüttüğü ayrımcı politikalardan vazgeçmeli; kardeşlik ve eşit yurttaşlık temelinde bir siyaset geliştirmelidir. Bu yeni siyaset, Rojava’dan başlamalıdır. Türkiye, Rojava’da Kürtlere karşı duran değil; onların özgürlüğünü ve eşitliğini esas alan demokratik bir yönetime destek sunmalıdır. Bu, yalnızca bölgesel barışı değil, Türkiye’deki iç barışı da güçlendirecektir. İç cephenin güçlenmesi, içerideki toplumsal barış ve birlikle mümkündür. Bu nedenle iktidarı, Kürt karşıtı politikalardan acilen vazgeçmeye; Kürtlerle eşit yurttaşlık temelinde, demokratik bir Ortadoğu’yu birlikte inşa etmeye ve Türk-Kürt ilişkilerini yeniden kurmaya davet ediyorum.” (MA)