Şair savunması

Bugünlerde Tahir Abacı’nın yazdığı Şair Savunması kitabını okuyorum. Dört şair hakkında yazılanları, daha doğrusu onlar hakkında sarf edilen sözleri, onlara yapılan bazı haksız suçlamaları, ki Nazım dışında diğer üçüyle olan dostluğu münasebetiyle masaya yatırıyor. Enver Gökçe, Can Yücel ve Arkadaş Zekai Özger’dir diğer üç şair. 

Nazım’a özellikle Kuvayi Milliye Destan’ı üzerinden milliyetçilik ve tutsaklığından kurtulmak için yazıldığına dair yapılan suçlamalar bağlamında geniş bir yazıyla yanıt veriyor Abacı. Sadece şiiri değil aynı zamanda dönemi ve tanıklıkları da aktarıyor. Enver Gökçe için yapılan “örgütü çökertti” suçlamaları, Can Yücel’in “küfürbazlığı” ve Arkadaş Zekai Özger’in “cinsel kimliğine” yönelik öne çıkarılan tartışmalara, onların şair kimlikleri ve şiir birikimlerini ele alarak yanıtlıyor. Bana göre iyi de yapıyor. Genç kuşak şairlerin ilgisini çekmese de böyle kitaplar, bizim kuşağı ilgilendiriyor nihayetinde.

Kitabı okuyunca ister istemez yazar ve şair savunmalarını anımsadım. Emile Zola’nın “Suçluyorum” dediği yer ile Yaşar Kemal’in “Bu Bir Çağrıdır” dediği yer aynı yerdir. Çağlar aksa da savunmalar hiç değişmeyecek. Çünkü birileri susarken, birileri görmezden gelirken, birileri de onlar adına konuşacak ve tarihe not düşülmeye devam edilecek. Bazıları çok konuşulacak, bazıları sadece o anın ruhuyla anlaşılacak. Ancak hiçbir şey unutulmayacak. Unutulsaydı şayet, bugün ne Zola’yı ne de Yaşar Kemal’in tarihe geçen “suçlamalarını” bilecektik. 

Konu konuyu açıyor. Daha birkaç gün önce “kent uzlaşısı” nedeniyle tutsak edilen insanların mahkemeleri ve savunmaları vardı. Onlardan biri de şair Nesimi Aday’dı. Belediye meclis üyeleri, başkan yardımcıları var içlerinde. Ortak suçları Kürt olmaları. Kent uzlaşısının Kürt tarafları. Konuyu başka yerlere çekmeden şair Nesimi Aday’dan devam edeyim yine. Basına yansıyan savunmasında “katıldığı konferanslar ve yazdığı yazılar” suçlama konusu yapılarak içeride tutulmaktadır. Oysa bir şairin sözcüklerinden başka neyi olabilir ki! Hele barış sürecinin bu denli sıcak olması ve insanların sahiplenmesi ortadayken. Şair ve şiir bu süreçlerin en büyük destekçisidir. Şiir barışın ve demokrasinin sesidir. Şiir özgürlüğü kalplere taşır. Şiir sözün aşkla buluşmasıdır. Nesimi Aday’ın şiirleri onun referansıdır. Onun savunmasının ruhu şiirleridir.

Şiir toplumda en çok karşılığı olan yazın türüdür. Mesele kitap satışlarıyla ilgili değildir. Şiir en çok okunan, paylaşılan, birleştiren ve sevilendir. Çaresiz insanın içine düşen ve orayı avutan dert ortağı, sevgiliye uzanan kalp çarpıntısıdır. Mesafe tanımayan, fırtınalarla boğuşan, dalgalara rağmen denizleri aşan, ulaşmak istediği yere uçan, konan ve ses olandır. Tutsak şair Cengiz Sinan Çelik böyle bir şairdir. Onun şiiri ve şairliği popüler kültürden uzak kendi mecrası içinde akmaktadır. O çok konuşmaz, sadece şiir söyler ve şiirini kalplere gönderir. Bir tanışma ve kucaklaşma faslı onun şiiri. 

Cengiz Sinan Çelik ne hastalığına ne de edebi çevrelere sığınır. Onun kuşları ve bağlamasının teli dizelerinin özünü oluşturur. Daha doğrusu şiirini emanet ettiği ve konuştuğu ortaklarıdır. Cengiz Sinan Çelik şiirini oluştururken uzun bir zaman diliminde her dizeyi düşünür ve sonra kağıda döker. Kağıtla konuşur anlaşır ve tamam der. Hastalığı da, sevinci de, özlemi de şiire yüklemiştir. Birlikte bir yol oluşturup, o yoldan okyanusa doğru yol almaktadırlar. Nasıl ki yaşamak için nefes alıp vermek bir gerçeklikse, şiir de Cengiz’in yaşamak için nefesine karışan ve yaşamına ortak olan olmazsa olmazdır.

Şair Savunması’ndan tutsak şairlere geldim. Yeniden kitaba dönüyorum. Hayat bir mücadele tarihi. Zaten böyle olduğu için tarih denen olgu var. Çoğu yalan ve yanlışlarla dolu. Resmi tarih ve öteki tarih var. Öteki tarihtir aktarılan. Kendine yer bulan. Resmi olan devletleri ilgilendirir. Resmi olmayan ise halkın kuşaktan kuşağa kayıt altına aldığıdır. Şair savunmaları bu nedenle önemlidir.  Nesimi Aday ve Cengiz Sinan Çelik’i de o nedenle aktardım. Onların savunması şiirlerindeki imgelerdir dedikten sonra, Şair Savunması’na kesin olarak dönüş yapıyorum. Nazım’ın sipariş kitap yazmadığını düşünenlerdenim ben de. Sosyalisttir ve kendi bakışa açısına göre, kendilerinin örgütleyemediği bir halka devrimin ruhunu aktarmayı düşünmüştür. Bazı şeyleri değerlendirirken dönemi ve koşullarını da anlamak gerekir. Bugünü de konuşurken yine bugünün gerçekliğiyle anlamak ve konuşmak gerek. 

Enver Gökçe acılı bir şair. Gördüğü işkenceler, örgütsel savunması ve sonrasında duyduğu vicdani rahatsızlık onu yalnızlaştırmış ve içine kapanmıştır. O nedenle hep yalnız ve yoksul kalmıştır. Tahir Abacı, Enver Gökçe bağlamımda da yine dönemin olaylarını, tanıklıkları aktarıyor. Özellikle Ahmed Arif ile olan ilişkilerini de etraflıca aktarıyor. Enver Gökçe faslından şu düşünceyi öne çıkarmak ve o günkü TKP tevkifatına bu düşünceyle bakılması gerektiğini doğru buluyorum. “Siyasal etkinlikleri nedeniyle ağır bedeller ödemiş Enver Gökçe’yi ajanların sızdığı bir örgütü neredeyse tek başına ele verip çökerttiği” fikri kesinlikle doğru değildir. Çünkü o dönemi, parti ilişkilerini ve aslında bir avuç insan etrafında dönen örgütlülüğü en çok da partiye sızan ajan aktarımlarından biliyoruz. 

Can Yücel ise hem şiirin hem siyasal örgütlülüğün yüz akıdır. Onun içi kullanılan “ayyaş” sözcüğü sadece söyleyenlerin utancı olarak kalacaktır. Bizim Can Yücel’imiz eylemlerin insanıdır. Ölünceye kadar politik kalan bir şairdir. Hakkında aktarılan yalan yanlış şeyler onu bağlamaz. Yanından bile geçmez. Tahir Abacı Can Yücel’e dair de ilginç anılara değinmekte ve aktarmaktadır. Bilinen bir meseledir. Yine de aktarmayı hem nüktedanlığı hem de politik bir tavır nedeniyle olduğundan yapıyorum. “Can Yücel, çoğu kez hayatı da espriye çeviriverirdi. Ünlü 142. madde (komünizm propagandası) yüzünden aldığı iki tane yedibuçuk yıllık cezanın biri Gerilla Harbi adıyla yayımlanan bir çevirisi yüzündendi. Kitapta Che’nin ve Mao’nun yanı sıra, bir kontr-gerillacı Amerikalı generalin anıları da vardı. Ceza gerekçesi, generalin anılarını da içermekteydi. “CIA’nın oyununu gördük” diyen Can Yücel, söz konusu generale bir telgraf çekti. “Buralara sakın uğrama, 142 var!”

Arkadaş Zekai Özger için diyebileceğim ve alıntılayacağım en güzel not şu olurdu. “Arkadaş Kafkaesk bir ortamda yaşıyordu.” Bir kitaptan şairlere ve şiirlerine ve tutsak şair dostlarıma gelmek benim için kitabın değerinden kaynaklı. Şair Savunması hem şiir tarihine hem de ülkedeki siyasal dönemlere bakmak açısından bir arşiv niteliğinde. Arkadaş faslı ile noktalamalı öyleyse. “Arkadaş, narin, kırılgan yapısıyla bir Kafka kişisi gibi yaşadı ve bir Kafka kişisi gibi de ölmüş oldu.” Ölen şairlere saygı, yaşayan şairlere uzun ömürler diliyorum.

* Şair Savunması, Tahir Abacı, Sözcükler Yayınları, Ocak 2025

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.