Pera Müzesi, 20. kuruluş yıldönümünde önemli bir sergiye ev sahipliği yapıyor. ‘Marcel Dzama: Dancing in the Moonlight’ adlı sergi, sanatçının savaşlar, kötü yönetim ve çevre felaketleri gibi konulara bakışını yansıtıyor. Sergi, Marcel Dzama’nın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olma özelliğini taşıyor.
İronik ve kendine özgü anlatımıyla insanlık tarihinden ve günümüzden kesitler sunan Dzama, güçlülerin dünyasında daha adil bir düzen çağrısında bulunuyor. Küratörlüğünü Alistair Hicks’in üstlendiği sergide, sanatçının resim, heykel ve film gibi farklı disiplinlerdeki işleri bir araya geliyor.
Hicks sergi kataloğunda soruyor: ‘Neden bugün Dzama’ya ihtiyacımız var?’
Sergi kataloğunda yer alan yazısında Alistair Hicks, Dzama’nın eserlerini “baştan çıkarıcı, neredeyse aşırı derecede dokunaklı şiirler” olarak tanımlıyor. Hicks şöyle devam ediyor:
“Dünyada hiç olmadığı kadar çok özgür insan var ama Dzama’nın diktatörler, savaşlar ve gezegenimizin yok oluşu hakkında yaptığı kehanet gibi uyarılar, vahşi doğadan gelen yalnız bir ses gibi yankılanıyor. Goya’nın, ‘Savaşın Felaket Sonuçları’ adını verdiği gravürler dosyasını 35 yıl boyunca sakladığını unutmayalım. Goya’nın eserlerinde olduğu gibi, Dzama’nın işlerinde de dehşet ve güzellik yan yana. Sanatçının büyüsü de burada; iyi, kötü ve çirkini aynı potada eritmesinde.”
Dzama’nın üç temel teması: kötü yönetim, çevre yıkımı ve savaş
Dzama, çalışmalarında kötü yönetime, çevresel yıkıma ve savaşın yıkıcı sonuçlarına odaklanıyor. Sanatçı, bu konuları kara mizah ve Marcel Duchamp’tan ilham aldığı satranç metaforu üzerinden işliyor. Dzama’nın dili sadece politik yapıları eleştirmekle kalmıyor, sanatın dönüştürücü ve izleyiciyle etkileşim kuran yapısına da vurgu yapıyor.
Sanatçının Raymond Pettibon ile yaptığı iş birlikleri de dikkat çekiyor. Dzama ve Pettibon, eserlerini yaratırken tıpkı satranç tahtasındaki iki rakip gibi yaratıcı bir diyalog kuruyor. Dzama’nın sürreal karakterleri, Pettibon’un politik eleştirileriyle birleşerek izleyiciyi sosyal meseleler üzerine düşünmeye davet ediyor.
Öne çıkan eserler: Savaş ve oyun arasında ince bir çizgi
Sergide, Dzama’nın dört videosu öne çıkıyor: The Infidels (2010), A Game of Chess (2011), Living on the Moon (For Lorca) (2023) ve Death Disco Dance (2024). Videolar, oyun ve savaş arasındaki ince çizgiyi vurgularken satranç tahtasını politik güç ve toplumsal düzenin bir metaforu olarak kullanıyor.
Dzama, otoriter rejimlerin sanat üzerindeki etkilerini sorgularken, popülist liderlerin kitleleri nasıl manipüle ettiğine de dikkat çekiyor. Dzama’nın felsefesi, Albert Camus’nün şu sözüyle örtüşüyor: “Özgür olmayan bir dünyayla baş etmenin tek yolu, varlığınızın kendisini başkaldırı haline getirecek kadar özgür olmaktır.” Bu anlayış, Dzama’nın eserlerinin ruhunu oluşturuyor.
Sanatçıdan itiraf: ‘Sanat bir tür günah çıkarma’
Dzama, Ulya Soley ile yaptığı söyleşide sanatını şöyle anlatıyor:
“Ne yazık ki haberleri takip ediyorum ve siyasi işlerimin çoğu, o gün beni öfkelendiren şeyleri dışa vurduğum bir tür günah çıkarma ritüeline dönüşüyor. Bu şekilde içimdekileri boşaltıp, en azından gece rahat uyuyabiliyorum. Sanat dünyayı değiştirir mi bilmiyorum ama en azından birilerinin zihninde bir değişim yaratabilir.”
Çok disiplinli bir sanat pratiği
Dzama’nın eserleri, popüler kültür ve çağdaş politikanın tanıdık unsurlarını mizahi bir dille harmanlıyor. İlk bakışta eğlenceli görünen işler, derinlemesine incelendiğinde sanat tarihinden beslenen ve evrensel meselelere dokunan çok katmanlı anlatılar sunuyor.
Sanatçı sadece çizim ve resimle sınırlı kalmıyor; diorama, kukla, kostüm tasarımı, sahne tasarımı, film, şarkı, fanzin ve heykel gibi birçok alanda üretim yapıyor. Spike Jonze, Maurice Sendak, Beck, Kim Gordon, Raymond Pettibon, Bob Dylan ve New York City Ballet gibi isimlerle yaptığı iş birlikleri, Dzama’nın çok yönlü sanat anlayışını ortaya koyuyor.
Sergi, 17 Ağustos’a kadar Pera Müzesi’nde ziyaret edilebilir.