Şara yönetiminin merkezi devlet hayali
Yıldız Önen 23 Temmuz 2025

Şara yönetiminin merkezi devlet hayali

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Temmuz başında yaptığı “Hepimizin uzlaşması ve şu sonuca varması gerekiyor: Tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye” açıklaması, Suriye’deki pek çok tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Şam’daki kritik görüşme: Farklı yorumlar, derin ayrılıklar

9 Temmuz’da Şam’da, Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi temsilcileri ile Suriye Geçiş Hükümeti arasındaki toplantıya katılan Barrack, sonrasında yaptığı açıklamalarla Suriye’deki merkeziyetçi Ahmed eş-Şara hükümetini açıkça destekledi. “HTŞ yönetimi Suriye’nin yeni gerçeğidir. Onlarla konuşmadan barış mümkün değil” diyerek, radikal ve tekçi merkeziyetçi yönetimi fiilen meşrulaştıran bir tutum aldı. Bu sözler, özellikle insan hakları örgütleri ile farklı dini ve etnik kimliklere sahip kesimler tarafından eleştirildi. HTŞ’nin sicili göz önünde bulundurulduğunda, böyle bir meşruiyetin verilmesi sadece diplomatik değil, ahlaki açıdan da sorgulanmalıdır. Barrack’ın yaklaşımı, ABD’nin Suriye politikasında bir yön değişikliği mi, yoksa kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli barışın göz ardı edilmesi mi sorularını gündeme taşıdı.

ABD’nin Taliban ile yürüttüğü Doha süreci ve ardından gelen tanınma tartışmaları, bugün HTŞ bağlamında yeniden gündeme geliyor. Tıpkı Afganistan’da olduğu gibi, radikal İslamcı bir hareketle diyalog kurmanın kısa vadeli güvenlik hedefleriyle meşrulaştırılması; uzun vadede insan hakları, kadınların durumu ve azınlık güvenliği gibi temel ilkelerin göz ardı edilmesine yol açabilir. ABD’nin geçmişte benzer örgütlerle yaşadığı deneyimlere rağmen Barrack’ın HTŞ’ye dair “yeni gerçeklik” vurgusu, Washington’un uluslararası normlara dayalı diplomasi çizgisinden uzaklaştığı yönünde yorumlara neden oldu.

Bu görüşmenin ardından ilginç açıklamalar sadece Barrack’tan gelmedi. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Dış İlişkiler Komitesi Eş Başkanı İlham Ahmed, BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, Şam hükümeti ile anlaşmayı “zor ama gerekli” olarak nitelendirdi ve “Suriye’de merkezi bir yönetimle güvenlik ve eşitlik sağlanamaz. Çözüm, adem-i merkeziyetçi, çoğulcu bir sistemdir” diyerek Barrack’ın söylediklerini eleştirdi. Ancak görüşmelerde kapıyı kapatmak yerine, daha sık görüşülmesi gerektiğinin altını çizdi.

Suriye’deki tüm etnik grupların haklarının anayasada tanınmasını savunan Ahmed, yerel toplulukların ihtiyaçlarının karşılanması için yetki sahibi olmalarını sağlayacak bir modeli desteklediklerini belirtti. “Tam olarak talep ettiğiniz modeli nasıl tarif ediyorsunuz?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Yerel yönetişim çerçevesinde adem-i merkeziyetçilik ifadesi bu ortak bir arada yaşama durumunu ifade ediyor. Bu, içinde yaşayan tüm gruplar tarafından temsil edilen, adem-i merkeziyetçi yetkilere sahip bir bölgeniz olduğu anlamına geliyor. Başka bir deyişle, bu bir yerel yönetişim biçimidir.”

PYD yetkilisi Salih Müslim de “Diyaloğa devam edeceğiz ama taleplerimizden de vazgeçmeyeceğiz. Şimdiden peşinen bir şey söylenmez ama kazanımlarımızı koruyacağız. Şam, halifeliğe dönmek istiyor; bütün dünya bizim yanımızda duruyor. Diyalog sürecini sürdüreceğiz” diyerek Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin taleplerini desteklemeye devam edeceklerini belirtti.

Dini ve etnik kimliklerin direnişi: Dürziler ve Aleviler

Suriye’de tek tip merkeziyetçiliğe direnenler sadece Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi değil. Suriye’nin güneyinde, özellikle Süveyda bölgesindeki Dürziler de merkezi yönetime karşı direnç gösteriyor. Kendi milis güçlerini oluşturarak yeni hükümetin ordu birliklerini bölgelerine sokmak istemiyorlar. Bu direncin ardında hem tarihsel hem de güncel nedenler var. Baas döneminde göreli bir özerklik kazanmış olan Dürziler, radikal İslamcı eğilimleriyle öne çıkan HTŞ rejiminin hedeflerinden biri haline gelmekten çekiniyor.

Süveyda’da Temmuz’da yaşanan son çatışmalar, (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, 10 gün süren çatışmalarda binden fazla kişi hayatını kaybetti, 128 binden fazla kişi yerinden edildi) Dürzi halkının bu endişelerini daha da artırdı. İsrail’in “Dürzileri koruma” gerekçesiyle Süveyda ve Şam yakınlarında Suriye ordusuna yönelik gerçekleştirdiği hava saldırıları da çatışmaları bölgesel bir vekâlet savaşına dönüştürme potansiyeli taşıyor.

Diğer yandan Aleviler de yeni yönetime güven duymuyor. Mart ayında Lazkiye kırsalında Alevi köylerine yönelik saldırıların (SOHR’a göre 6 Mart 2025’ten bu yana yaklaşık 1.068 sivil, Suriye hükümetini destekleyen silahlı milisler tarafından öldürüldü) Şam destekli gruplarca yapıldığını düşünen Alevi topluluklar, yeni rejimin Sünni ağırlıklı ve radikal İslamcı karakteri nedeniyle geleceğe dair ciddi kaygılar taşıyor.

Çözüm arayışı: Daha az merkeziyetçi bir sistem mi?

Gelinen noktada, birçok gözlemci ve siyasi aktör Suriye’de kalıcı barış ve bir arada yaşam için daha az merkeziyetçi bir sistemin zorunluluğuna dikkat çekiyor. Federal ya da konfederal modeller, farklı etnik ve dini grupların kendi kimlikleriyle yaşamasına olanak tanırken, merkezi bir devlet yapısı altında ortak bir zemini mümkün kılabilir.

Ancak HTŞ liderliğindeki yeni hükümetin radikal ideolojisi ve otoriter eğilimleri bu tür çözümlere kapalı görünüyor. Önceliği, kendi otoritesini pekiştirmek ve muhalif bölgeleri kontrol altına almak olan bu yönetim, yerel özerklik taleplerini potansiyel tehdit olarak görüyor. Bu yaklaşım ise yeni çatışmaları tetikleme riski taşıyor.

Vekil savaşlar ve bölgesel aktörlerin gölgesi

Suriye’deki mevcut durum sadece iç savaş dinamikleriyle değil, aynı zamanda dış aktörlerin vekâlet savaşlarıyla da şekilleniyor. ABD’nin SDG üzerindeki etkisi, İsrail’in Dürzileri gerekçe göstererek gerçekleştirdiği müdahaleler, İran’ın Şii milisleri aracılığıyla sahadaki varlığı, Türkiye’nin kuzeydeki askeri mevcudiyeti ve Ahmed eş-Şara aracılığıyla müdahaleleri ülkeyi fiilen bölünmüş nüfuz alanlarına ayırıyor.

Suriye’deki kriz ortamının kilit dış aktörlerinden biri olan Türkiye hem askeri varlığı hem de diplomatik manevralarıyla çok katmanlı bir rol üstlenmiş durumda. Daha dün 22 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Lübnan’da katıldığı bir basın açıklamasında Suriye’deki son gelişmelere ilişkin olarak şöyle dedi: “Bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalışırsanız müdahale ederiz.”

Türkiye, bir yandan HTŞ’yi terör örgütü listesinden çıkarmamışken, diğer yandan özellikle İdlib ve Tel Rıfat çevresindeki silahlı gruplar üzerindeki etkisini sürdürüyor. Bu ikili yaklaşım, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını korumaya dönük pragmatik bir strateji olarak yorumlansa da aynı zamanda çelişkili ve şeffaflıktan uzak bir dış politika izlenimi yaratıyor.

PYD yetkilisi Salih Müslim’in son Şam görüşmesi sonrası sarf ettiği “Tom Barrack ve Colani, Türkiye’nin sözcülüğünü yapıyor” sözleri, Ankara’nın HTŞ ile olan dolaylı ilişkileri konusunda soru işaretlerini artırdı. Aynı günlerde Türkiye’den bir heyetin Şam’da bulunduğuna dair iddialar da bu söylemleri destekler nitelikte. Türkiye’nin, Suriye’deki tüm taraflarla “diyalog kanallarını açık tutma” politikası, sahada kiminle ne tür bir ilişki yürüttüğüne dair daha fazla şeffaflık ihtiyacını beraberinde getiriyor.

Buna ek olarak, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kurduğu güvenlik bölgeleri ve yerel yönetim yapıları da Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği konusunda tartışmaları alevlendiriyor. Her ne kadar Ankara, bu varlığını “terör tehdidine karşı meşru savunma” olarak temellendirse de, bu yaklaşımın uzun vadede Suriye’nin yeniden birleşmesini kolaylaştırmak yerine, fiili bir bölünmeye hizmet edip etmediği sorgulanıyor.

Suriye bugün, çatışmaların, başarısız diplomatik girişimlerin ve artan toplumsal güvensizliğin kesiştiği bir dönemeçte bulunuyor. Yeni hükümet, kapsayıcı ve çoğulcu bir yönetim modeli oluşturamazsa, ülke yeni vekâlet savaşlarına sahne olabilir. Belki de Suriye, fiilen etnik ve mezhepsel bölgelere ayrılabilir. Uluslararası toplumun, Suriye’deki tüm etnik ve dini kesimlerin temsil edildiği adem-i merkeziyetçi bir çözüm modeli üzerinde durması, bölgesel barış için kritik bir adım olabilir. Aksi takdirde, birleşik bir Suriye idealinin yerini çok başlı, parçalanmış bir yapı alabilir ve bu durum sadece Suriye’yi değil, tüm bölgeyi istikrarsızlaştırabilir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.