Ve kabuk çatladı. Yavru serçeler yumurtalardan çıktılar. Koğuş avlusu şen şakrak. Kol saatinin saniye atışındaki “çik çik” sesleri gibi yavru ötüşleri… Mapusların öğlen uykusunda daha belirgin o ötüşler.
Avlu duvarı, 12 metrelik büyük bir surat. Üzerinde iki göz: biri büyük, diğeri küçük. Ucu geniş, büyük deliği güvenli bulmadı kuşlar. Altın sarısı ot ve başaklarla çevrili küçük delik artık bizim gözbebeğimiz. Otlar ve sapı sarkan başaklar yeşildiler önce. Yosun yeşiline büründüler sonra ve sarardılar. Yaz ortasında hem kamuflaj hem de serinlik şimdi, serçelerin taşıdığı o otlar…
Bir kara karga uçup geçti az önce. Yok, tehlike yok. Avlumuz, yavru serçeler için gayet güvenli. Akıp gidiyor yine gökte bulutlar. Uzaklardayken top top pamuk şekeri, yakına varınca Zeus’un tahtı mübarek. Serin rüzgar, bulutlara, serçelere, mapuslara dost bugün.
Aha, bak hele, Maltepe’de (Maltepe Cezaevi) bele yavrilemişti kuşlar. Delikten düştiler sonra. Gardiyana söyledik, yuvaya geri koy diye. Konuşan Karslı Şero. Delikanlı Kürt ama şive Terekeme’ye kaçıyor.
“Ne yani? Buradan da düşme ihtimali var mı?”
“Olabilirdir valla.”
Galiba bugün 20. sefer oldu. Delikte açlık sesleri, anne baba serçeyi ava çağırıyor. Solucan, kelebek, çekirge, sinek gibi ne buldularsa kapıp geliyorlar. Bebek ağlaması gibi şu bıcırtılar… Böyle, onlar da nöbeti bırakıp birlikte ava çıkıyorlar.
Acaba yuvada kaç yavru serçe var? Başlarını delikten daha çıkarmadık keratalar. Üç mü, beş mi, yedi mi? Tahminler neden hep tekli sayılar?
İsrail ile ateşkes sağlanmış, Gazze’de yardım kuyrukları taranmış. Ateşkes yakın deniyor. Yaralar yeniden sarılacak, yuvalar yeniden toparlanacak daha.
Zozan ninemin sözü geliyor aklıma: “Kuş yuvasını bozanın günahı büyük olur, yavrum.”
Yavru serçeler, hoş geldiniz. Yaşama sırası sizde.