Serçeler – 4
Ercüment Akdeniz 22 Temmuz 2025

Serçeler – 4

Ne gündü ama! Ve sen ey Tırsık, bizi ne yordun…

Günlerden pazar, 13 Temmuz sabahı. Saat 07:15’i gösteriyor. Koğuşta 24 mahpus kahvaltının başlamasını bekliyor. Avluya çıkan demir kapı açılmamış. Avludan ana koridora çıkan demir kapı da açılmamış henüz.

Avluda kızılca kıyamet serçe çığlıkları. Mahpus başları pencereye dönüyor. Anca kedi girse, yırtıcı bir kuş dalsa böyle bağırır serçeler!

Karslı Şero’nun sesinde heyecan ve titreme:

“Ercüment hocam koş koş, bak sana ne gösterecem…”

Soluğu pencerenin başında alıyorum. Ellerim demir parmaklıklarda, gözlerim avluda serçeleri arıyor.

“İşte oradalar.”

Yavru bir serçe, avlunun tam köşe yerinde, kanat çırparak yükselmeye çalışıyor. Anne serçe refakatçi, uçması için onu cesaretlendiriyor.

Ama nafile! Baba serçe çatıda, dikenli tellerin üzerinde çevre kontrolü yapıyor. Duvarlar epey yüksek yavruya… Körpe kanatlar kırlıcak böyle giderse.

“Ne yapsak, butona basıp gardiyanı mı çağırsak?”

“Gerek yok. Kapıyı açmak için birazdan gelir zaten.”

10 dakika kadar sonra…

Ana koridordan bizim avluya bakan demir kapı açılıyor. Atik davranarak pencereden sesleniyoruz: “Su köşede bir yavru kuş var, aman dikkat! Koridora kaçmasın, hem belki yuvasına geri koyarız…”

Gardiyan gülümseyerek başını sallıyor. Yavru serçenin kaçamayacağı şekilde demir kapıları açıp avludan çekiliyor. Artık gerisi bizde…

Avluya doluşuyoruz… Ama herkes titiz ve hassas; 24 mahpus bir köşede toplanıp karşı köşeyi anne ve yavru serçeye bırakmış. Baba kuş arada güç gösterisi yapıyor. Kanatlarını şişirip caydırıcı dalışlar gösteriyor.

“Yok yok bizden size zararı gelmez yahu…”

***

Galiba böyle olmayacak. Yavru serçe başaramadı. Üstelik çok yoruldu minik can. Onu yuvasına mı koysak? Kardeşleri uçup gitmiş olmalı. Bir bu küçük kaldı geride. Üstelik çok yoruldu minik can. Onu yuvasına mı koysak? Kardeşleri uçup gitmiş olmalı, bir bu küçük kaldı geride. Ya daha korkak olduğundan ya da daha az beslendiğinden uçuramadı kanatlarını.

“Hadi uç Tırsık, bak kardeşlerin uçtu, hadi üzme bizi.”

Ağzımdan birden çıkıveriyor bu sözler ve böylece serçemizin adı konuyor.

Ve sen ey “Tırsık”, ne yordun bizi…

Avluda, kuş yuvasına sataşan bir ses:

“Nabersiniz devrimciler?”

Mahpus Muhammed’in sesi bu, voleybol müsabakasından ayağı alçıda.

Günlerce o yuvadan ıslık sesine benzer ötüşleri dinledikten sonra nihayet yavru serçelerin o şapşal suratlarını görebilmiştik. Sararmış otların çevrelediği o küçük deliğin ağzında en fazla üç adet yavru serçe sayabildik. Kertenkele ile kurbağa yahut devekuşu ile akbaba yavrusuna benzer çirkin komik üç surat.

Sonra epey hızlı büyüdüler. Başlarını yuva deliğinden çıkartarak o minicik gagalarını sürekli açık tutarak yemek beklediler. Anne baba serçelerin canına okudular. Her 10 dakikada bir böcek bulup getirmek kolay mı?

***

Biz 13 Temmuz pazarına geri dönelim…

Şero ile kafa kafaya verip Tırsık’ı yuvasına koymaya karar veriyoruz.

Ama ele gelmiyor kerata. Hepimizi atlatıyor, çamaşır ipine konuyor. Sonra kapı aralığından fırlayıp koğuşun salon kısmına giriyor. Şero yakalayıp avucuma koyduğunda, minik kalp atışlarını, vücudunun sıcaklığını duyumsuyorum.

Birazdan insan kulesi kurulacak. Plastik masa ve tabureler avluya taşınıyor. Masanın dört kenarına gençler destek veriyor. Şero çıktığında düşmemesi gerek. Masanın üzerine birbirine geçmeli halde 15 kadar tabure bindiriliyor. Şero en tepede. Tırsık’ı avucumdan alıp yeniden yuvasına yerleştiriyor.

Tepemizde anne-baba serçelerin taciz dalışlarına aldırmasak, bu işi başaramazdık. Ama iyi ki bırakıp gitmediler. Anne-baba serçe, Tırsık’ı yeniden beslemeye başladı.

Mahpusların öğlen uykusundan sonra…

“Hoca bak yine uçmayı denerler.”

Pencereden avluya bakıyorum, o da ne? Çatının üzerinde tam üç yavru serçe. Bunlar Tırsık’ın kardeşleri. Başlarında anne baba, uçuş antrenmanındalar. O dikenli telden bu dikenli tele… Bizim Tırsık dördüncüsü. O da yuvadan çıkıyor. Hay Allah, yine başarısız. Duvarı aşıp çatıya yükselemiyor bir türlü.

Avluya koşuyoruz yeniden. Yirmi dört mahpus, Tırsık ve annesini bir köşede bırakarak karşı köşeye kuruluyoruz yine. En fazla çamaşır ipi, pencere, pervaz… Daha yükseğe çıkamıyor Tırsık. Anne baba ne yapsın? Üç yavru serçe hızla ekosisteme hazırlanmalı. Böyle giderse Tırsık’tan vazgeçecekler. Kritik dakikalar…

Şero’nun sesi: “Ben kuş beslemeyi bilirem. Bana verin, iki gün sonra bakın nasıl uçiyi.”

Şakacı Mirkan durur mu hiç? “Yahu Şero, geç bunları. O üç yavru serçe var ya, senin korkunç suratını görünce uçup kaçtılar.”

Avluda kahkahalar…

Bugün mavi bir gün ve bizler muhteşem bir tanıklıktayız. Güneş ışınları altında sarıya, kahverengiye çalıyor renkleri üç yavru serçenin. Çatının üzerinde kanat çırpıyor, yorulunca güneşleniyorlar. Dördüncüsü de gitse, hani sevincimiz tam olacak.

Derdo gönüllü olmuş. Üst pencereden çarşaf sarkıtıyorlar. Derdo tırmanıp Tırsık’ı çatıya bırakacak. Yok, nefesi yetmiyor. Astım hastası Derdo. Yolu yarılayamadan inmek zorunda kalıyor. Üst pencereden çatıya atmayı deneyelim. Yok, yine olmuyor. Tırsık küçük daireler çizerek avlunun zeminine iniyor.

Atilla abi bile çileden çıkıyor artık. “Yahu kuş beyinli misin sen? Niye çatıda durmuyorsun?”

Şu minik çatıya çıksa, herkes derin bir “oh” çekecek. Şero bir koşuda kafes bulup getiriyor. İçine salam parçaları koyuyor. Tırsık yemiyor.

Akşam üzeri saat 18.30. Mapuslar akşam yemeğini yediler. Avlu kapısı 19.30’da kapanacak. Bu arada başardık, başardık. Yoksa Tırsık için sonun başlangıcı olacak.

Avludaki uğultunun içinden bir ses: “Hüseyin de tırmanmayı biliyor.” Genç adam, dört çocuk babası. Yavru nedir, herhalde en iyi o bilir. Çarşafa asılarak üç beş adımda üst pencereye çıkıyor. İçeriden Tırsık’ı avucuna veriyorlar.

Çatıdaki telleri aşmak ne mümkün?

Sadece kolunu uzatıp tırsıkı çatının ucuna bırakabiliyor. Bu sefer oldu galiba. Çatıda Tırsık görünmüyor artık. Anne babasını çağıran ıslık sesi duyuluyor. Onlar da tepesinde fır dönüyorlar tırsıkın. Avluda alkışlar ve kapı kapanmadan önce son muhabbet.

“Döner mi dersin Şero bunlar?”

“Yok artık, onlar gitti. Belkim seneye gelirler.”

Araya giren bir başka ses: “Bence yanlış yaptınız. Kuşları doğa dengesine bırakmak lazım. Böylesi insan eliyle ekosisteme müdahale değil mi?”

“İyi de dört duvar arası ne kadar doğal, ne kadar doğa? Hem sekiz metre duvarı aşamıyor yavru, ne yapsın?”

“Doğru, sen de haklısın.”

Ve avlu kapısı kapanıyor. Ardından sert sürgü sesi. Pencerenin önünde durmuş, birazdan kararacak mavi göğe bakıyorum. Yüzümde mutlu bir gülümseme. Yüreğimde Ahmet Arif dizeleri:

“Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular…
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin…
Sağıyor yeşil.”

Salonda mapuslar televizyon izliyorlar. Süreç haberleri, barış görüşmeleri… Ne diyelim: İyi şanslar tırsık. Sana şans, barışa şans.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.