Sese, söze ve insana dair
Ahmet Özer 15 Ekim 2025

Sese, söze ve insana dair

Bugün size farklı bir konudan, dengbejden, bir dengbejin ölüm anından, dengbejlerin şahı ünlü dengbej Evdalê Zeynikê’den bahsedeceğim. Ama onu anlatmadan önce “şehvet, servet, sevgi ve şahsiyete” dair bir anekdot aktarmam gerekiyor.

Paşa ve üç karısı

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten bir paşa ile dört eşi varmış. Paşa en çok dördüncü eşini severmiş; bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verir, onunla yatar onunla kalkarmış.

Üçüncü eşindeki güzelliğin onu terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş. Malını mülkünü bunun üstüne yapmış.

İkinci eşini de severmiş; kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, padişahın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek verirmiş.

Asıl karısı birinci eşiymiş. Onu karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, padişah onunla hiç ilgilenmez, yüzüne bile bakmazmış.

Gel zaman git zaman Azrail Paşa’ya haber göndermiş: “Paşa, tedbirini al, canını almaya geliyorum” diye.

O hiç ölmeyecek gibi düşünen, her emri yerine getirilen, kendini güçlü sanan dünyanın en kudretli adamı birdenbire korkmuş, paniklemiş ve şehevi duygularla bağlı olduğu dördüncü hanımın yanına koşmuş: “Sen benimle geleceksin değil mi?” diye sormuş; “Biliyorsun ki ben yalnız kalamam, hele kabirde hiç.”

Dördüncü eşi: “Valla Paşa kusura bakma gelemem” demiş.

“Yahu hani ölümde kalımda beraber olacaktık” diyecek olmuş, kadın “O lafın gelişiydi, şimdi iş ciddiye bindi, gelemem” deyince; Paşa, soluğu üçüncü hanımın yanında almış, nasıl olsa ona bunca mal mülk verdim o gelir diye gidip durumu izah etmiş;

“Sen benimle geleceksin değil mi?” diye sorunca, üçüncü karısı “Yalan yok” demiş, “Mezarın başına kadar gelirim, seni gömeriz, sonra da ben başkasına giderim” demiş.

Bunu duyan Paşa iyice yıkılmış. Ben ne yaptım diye dövünerek çıkmış oradan, ikinci karısına koşmuş.

“Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı ol?” demiş.

İkinci eşinden; “Bunun için ne yazık ki hiçbir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım” karşılığını almış.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan paşa birinci karısının yanından her zaman yaptığı gibi yüzüne bile bakmadan geçip gidiyormuş.

Tam o esnada birinci eşinin sesi ile irkilmiş. “Ne o paşa, bugün çok melül ve mahzunsun” demiş, birinci eş.

Paşa ona cevap verme tenezzülünde bile bulunmamış. Çünkü ona değer vermezmiş. Ama kadın arkasından seslenmeye devam etmiş “Merak etme Paşa, duydum başına geleni, seninle ben geleceğim” demiş.

Bunu duyan Paşa bir kez daha şok olmuş. Hemen oracıkta Allah’a yalvarmaya başlamış, “Azraile söyle, bana biraz mühlet versin, şu yanlışımı düzelteyim, sonra canımı alsın” diyerek.

Azrail’den jet yanıt gelmiş “Pazarlık yok Paşa, sen onu baştan düşünecektin.”

Kısadan hisse: Yaşamda hepimiz 4 eşliyiz:

Dördüncü eşimiz; vücudumuz ve onun arzuları, yemek, içmek, cinsellik vb. Onun için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.

Üçüncü eşimiz; sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür, öldükten sonra başkasına gider. Nitekim bu kadın seni gömer başkasına giderim demişti.

İkinci eş; ailemiz ve dostlarımızdır. Bu sevdiklerimizin de yapabileceği bir şey yok, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamaktan başka.

Birinci eşe gelince; işte o kişiliğimizdir, nereye gidersek gidelim bizimle gelecek olan odur. Bu dünyada o konuşulur, inanıyorsanız öbür dünyada da hesaba çekilecek bu ameldir.

Ne ki yaşarken diğerlerine önem verir bunun yüzüne bile bakmayız. Hatta mal, mülk, para pül, mevki makam için onu bozuk para gibi harcarız, oysa bize asıl lazım olan odur. Adamı, adamlığı belirleyen de odur.

Unutmayalım!… Yediklerimiz değil, hazmettiklerimiz bizi güçlü kılar. Kazandıklarımız değil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar.

Okuduklarımız değil, hatırladıklarımız bizi bilgili yapar. Başkalarına verdiğimiz öğütler değil, bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar. Bizi biz yapan kişiliğimizdir.

Şimdi bu minval üzerine gelelim EVDAL’a.

Deng ve Evdal

İşte Evdal bize yaşamı ve yapıtlarıyla bunu söylemiştir.

Deng, sestir; bej ise söylemek demektir. Dengbej söyleyen, sesi söze döken adam demektir.

Nitekim insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri eliyle alet, edevat ve teknoloji yaratmaksa; diğeri de sesi eğip bükmesi, ondan kelimeler türetmesi, kelimelerden cümleler kurması, cümlelerden destanlar, masallar, kitaplar oluşturmasıdır.

Renkler, çizgiler, kokular 

Çünkü yaşam en nihayetide çizgilerden, renklerden, kokulardan ve seslerden müteşekkildir, hatta bunlardan ibarettir desek abartmış olmayız.

Bütün varlıklar bir uzun bir kısa çizginin eğilip bükülmesi ile şekil alır ve bu şekiller renklerle çeşitlenir, bizim onları tanımamızı, hatırlamamızı sağlarlar.

Siyah ile beyazın karışımından ve ayrışmasından onlarca renk meydana gelir, biz bir çok şeyi renkler sayesinde bilir ve birini diğerinden ayırırız. Öte yandan kokular vardır yaşam boyu unutmadığımız. Annemizin yaptığı bir pastanın kokusunu ya da sevdiğimiz bir insanın kokusunu ya da kırlardaki çiçeklerin kokusunu yıllar yılı unutmayız.

Ses 

Ve nihayet sesler, evet düşünsenize eğer ses olmasaydı bu dünya nasıl olurdu?

Sağırların diyaloğundan daha ağır ne olabilirdi ki; sessiz bir dünya yaşanmaz olurdu herhalde.

Sözsüz bir dünya iletişimsiz, sevgisiz, duygusuz bir dünya olurdu ki böyle bir dünya tatsız tuzsuz bir dünya olurdu.

İşte bu yüzden sesler çok önemli ve daha da önemlisi bu sesleri eğip bükenler, yani dengbejler, yani stran söyleyenler çok değerli.

Stran   

Stran, dengin söze türlü avazlarla dökülüşüdür, dokunuşudur. Stranbej da tıpkı dengbej gibi sesi söze döker, sözleri ise avaz avaz söyler. Tıpkı kılam ile kılambej gibi.

Öylesi de var ki sözü ve söylemi ile, destanlar yaratır. İşte onlardan biridir dengbejlerin şahı ‘Evdalê Zeynikê’dir.

Evdal  

Evdalê Zeynikê bir dengbejdir. Bir stranbejdir. Bütün dengbejlerin şahı kılamların efendisidir.

O Evdal’dır, Evdalê Zeynikê, yani Zeynê’nin oğlu Evdal.

Değerli dostum, Mehmet Uzun, o müthiş tekniği ve engin bilgisi ile dengbejlerle ilgili bir deneme kitabı yazmış ve “Abdalın Bir Günü”nü romanlaştırmıştı.

Ben de onun yolundan giderek Evdal’ı yeniden başka bir tarzda yazmak istiyorum.

Bu bağlamda Çaldıran’daki Ewdiyê Lep Zêrîn’i, Bayazıt’taki İsak Paşa’yı, Toprakkale’deki Sürmeli Mehmet Paşa’yı, Dersim’i, Kozan’ı, kanadı kırılmış turnayı, yoksulluğu ve Evdal’ın sesini, avazını, sözünü yazmak istiyorum.

Giden ve kalan

Yukarıdaki hikâyede olduğu gibi, insanlar yaşarlarken bu dünyada genellikle makam, mevki, servet, şan ve şöhret peşinde koşarlar. Bunun için türlü işler yaparlar.

Ama bu amaçla yola çıkanlar kalıcı olamazlar. Çünkü sonunu düşünen kahraman olamaz. Fakat bunu düşünmeden iş yapanlar, değer yaratanlar kalıcı eserler bırakırlar ve bu esrleri ile yaşarlar.

Böylece ölümün elinden bir şeyler kurtarıp ölümsüzleşirler. Çünkü ölümsüz insan yoktur, ölümsüz eserler vardır.

Veda

Evdalê Zeynikê sesi ile sözü ile stranı ile bunu başarmış ender kişilerden biridir. Yüz on yaşında ölüm döşeğindeyken iki oğlunu ve kızını yanına çağırır, her birinin elini tutar ve onlara şöyle der:

“Evlatlarım, ben Evdalê Zeynikê olarak bu darı dünyaya geldim, yaşadım, şimdi de geçip gidiyorum. Size mal, mülk bırakmadım. Tek sahip olduğum sesimdi, sedamdı, onunla bir şeyler yapmaya, yaratmaya çalıştım. Göçüp giderken bu dünyadan size sesimi bırakıyorum.”

Var olmak ya da varlıklı olmak 

Peki, Evdal isteseydi sesi bir kenara bırakıp, malın mülkün peşinden gidemez miydi?

Gidebilirdi. O zaman, dengbejlerin şahı Evdal olamazdı.

Nitekim bir gün Sürmeli Mehmet Paşa Evdal’i çok beğendiği için, yanında kalması için ona bir köy bağışlar. “Bu köy arazisi ve içindekileriyle senindir” der.

Evdal gidip günlerce o köyün, arazilerin içinde dolanıp durur. Sonunda Sürmeli’nin huzuruna çıkıp, “Ben bu köyü alamam Paşa” der.

Paşa, şaşarak bakar ona “Neden, kim almaz ki bu kadar serveti Evdal?” diye sorar.

Evdal, ona şöyle cevap verir: “Ben dengbejim paşa, ağa değilim. Eğer bu köyü alırsam köy ağası olurum, o zaman da dengbej olamam oysa ben dengbej kalmak istiyorum.” der.

Bunun üzerine Sürmeli yaşadığı müddetçe onu darda komamış, ama ölünce Evdal müthiş bir yoksulluğun pençesine düşmüştür.

Eğer Evdal o gün, o köyü alsaydı bugün bizim andığımız Evdal olamazdı. Sıradan gelip geçen, kimsenin anmaya değer bulmadığı bir köy sahibi olarak yaşar geçer giderdi.

Ama o öyle yapmadı. O Evdal olarak kalmayı yeğledi. Bu yüzden ünü dört bir yana yayılan Evdalê Zeynikê oldu.

Kadim kültürün taşıyıcısı, sözün ustası ve dengbejlerin şahı olarak ün saldı, bu dünyaya nam saldı. Söyledi, yaydı, iz bırakarak göçüp gitti, tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi…

Ölüm meleği ile randevu

Ölüm meleği etrafında dolaştığında çocuklarına sevdiği kılamları ezberlettirmek istemişti.

Son demlerini yaşıyordu. Kendini zorladı,  biraz kaykıldı, ileri çıktı, beline bir yastık daha istedi “Şimdi beni iyi dinleyin” dedi: “Benim çok stranım var, hepsini şimdi söyleyemem, ama içilerinden bir kaçı var ki unutulsun istemem. Oğlum Emin şimdi ben bunlardan Xozanê Lê Xozanê’yi söyleyecem sen tekrarla ve ezberle, kızım sen de Dersimê le Dersimê’yi tekarar et ve ezberle…”

Bir diğerine de “Ölüm yoksulluktan yeğdir” stranını söyledi ve sonra onlara, “biraz uyuyacağım” dedi ve gözlerini kapadı, uzun bir uykuya daldı.

Ve gidiş…

Yüz on yaşındaydı, bir daha bu uykudan uyanamadı. O öldü ama ölümün elinden çok şey kurtardı.

Onları toplumun içine saldı. Herbiri başka yaşamlarda yeniden var oldu, söylendi bugüne kadar geldi.

Özellikle aşka ve yoksulluğa dair destansı kılamları çok etkili oldu, nam saldı, halkın arasında dilden dile dolaştı. Kürtçenin yasaklı olduğu zamanlarda bu kültürün taşıyıcısı oldu.

Evdal bugün yok ama sözü ve stranı hep yaşıyacak…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.