Sığınmak yetmez görülmek gerek
Esra Çiftçi 18 Aralık 2025

Sığınmak yetmez görülmek gerek

18 Aralık Uluslararası Mülteciler Günü. Takvimlerde bir gün, resmî metinlerde birkaç cümle. Oysa mültecilik bir tarihe sığmaz. Uzayan, ağırlaşan, insanın içine yerleşen bir hâlidir. Yerinden edilen yalnızca beden değildir zaman da yerinden edilir. Hayat bir “önce”ye bölünür, bir de gelmeyen “sonra”ya.

Mültecilik sınırı geçmekle bitmez asıl sınav sınırdan sonra başlar. Dilin tanınmadığı, emeğin ucuz, hayatın geçici sayıldığı bir yerde tutunmaya çalışmaktır. Yarın için cümle kuramamak, çocukların geleceğini belirsizliğe bırakmaktır. Bir yerde bulunup oraya ait sayılmamaktır.

Türkiye uzun süredir bu hâlin en ağır yaşandığı ülkelerden biri. Savaşın, yıkımın, ölümün içinden milyonlarca insan buraya geldi. Farklı diller, farklı inançlar, farklı hikâyeler ama mültecilik çoğu zaman tek tip bir kimlik üzerinden konuşuldu. Oysa her kimlik bu hâli başka bir yerinden yaşar.

Bazıları için mültecilik yoksulluk ve güvencesizliktir. Bazıları için buna görünmezlik de eklenir. Çünkü kimliğiniz sizi kaçtığınız yerde de hedef hâline getiriyorsa, kaçış tamamlanmış sayılmaz.

Suriye’den Türkiye’ye gelen Aleviler için mültecilik tam da bu noktada ağırlaşır. Savaş başladığında yalnızca bombalardan değil, mezhepsel hedef olmaktan kaçtılar. Evlerini terk ederken yanlarına birkaç eşya değil, derin bir sessizlik aldılar. Kimliğini açık etmenin bedelini bilenlerin sessizliği…

Türkiye’ye geldiklerinde bu sessizlik çoğu zaman sürdü. Çünkü bu topraklarda Alevilik, yerleşik nüfus için bile eşit yurttaşlık zemininde tanınmış bir inanç değil. Cemevlerinin ibadethane sayılmadığı, inancın kamusal alanda eşit kabul görmediği bir ülkede, mülteci Aleviler için eşitsizlik daha da derinleşti.

Özellikle Arap Alevileri için inanç, tarihsel olarak kapalı, sözlü ve cemaat içinde aktarılan bir alandı. Sürgünle birlikte bu alan daha da daraldı. İnanç kamusal görünürlükten çekildi; korunması gereken bir hafızaya, sakınılan bir kimliğe dönüştü. Hayatta kalmanın yolu çoğu zaman kimliğini açmamaktan geçti.

Kamplar güven hissi vermedi; kentlerde ise dağınık ve kayıt dışı bir yaşam kuruldu. En ağır işlerde, en güvencesiz koşullarda çalışıldı. Çocuklar hem ana dillerinden hem de inanç hafızasından uzak büyüdü. Mültecilik bu noktada barınma meselesi olmaktan çıktı yavaş yavaş aşınan bir bellek meselesine dönüştü.

Bugün mültecilik rakamlarla konuşuluyor. Kaç kişi var, kaçı gidecek, ekonomiye etkisi ne… Oysa asıl soru şudur: Kimler bu ülkede yalnızca “katlanılan” olarak kalıyor, kimler gerçekten görülüyor? Kimler hayat kurabiliyor, kimler yalnızca hayatta kalmaya zorlanıyor?

18 Aralık bu yüzden yalnızca mültecileri hatırlama günü değildir aynı zamanda mültecilik hâlinin içindeki eşitsizlikleri görme günüdür. Bu ülkede Alevilerin dahi eşit yurttaş olamadığı bir zeminde, Alevi mültecilerin yaşadığı kırılganlığı anlamak için büyük cümlelere gerek yoktur.

Suriye’den gelen Alevi mülteciler için sığınmak yetmedi. Güvende olmak için geldikleri yerde var olabilmek adına susmayı öğrendiler. Bugün hâlâ çoğu için mültecilik bitmiş bir durum değil, askıda kalmış bir hayat, ertelenmiş bir gelecek.

Eğer bu ülkede gerçekten barıştan, birlikte yaşamdan ve insan onurundan söz edilecekse, mültecilik geçici bir sorun değil, derin bir adalet meselesi olarak ele alınmak zorunda. Aksi hâlde bazı insanlar için sürgün, yalnızca sınırın öte yanında değil; tam da burada, gündelik hayatın içinde devam eder.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.