Küçük Kardeş: Yaramaz, sorgulayıcı, sevimli, duygu yüklü, hayalperest bir çocuk.
* “Akşamları,
dereler ölü yılanlar gibi yatarken
ve demetlenirken
dağ selvilerinin eteğinde nilüferler
anıların sımsıcak kucağında,
seni hatırlamadan duramam ben
gözlerim senin için yolda…”
Oysa şiirler ve şarkılar çığlık çığlığa gidenin arkasından bağırsa da… Oysa şiirler ve şarkılar bir devrimden önce ya da sonra yazılmış olsa da… Oysa bir çocuk, sadece bir çocuk değilken, geçmişin de yüklenicisi, anne babanın mirasçısı ve yola düşmüş en gürültücü kahramanken, bu şarkıların dansında bir yaramaz değil, bir “çok yaramaz” olsa da… Hatta aslında bir devrimci olsa da… Yol devam eder. Yol, hep devam eder.
3 H kuralı: Haylaz, hokkabaz, hayalperest…
Film boyunca tıpkı annesi gibi adını hiç duymadığımız küçük çocuğa bir isim koysak ne olurdu acaba? Babası Hüsrev, abisi Ferit, köpeği Jessy, en sevdiği kahraman Batman ve ibadeti eğilip toprağı öpmek olan bu çocuğa en çok hangi isim yakışırdı? O zaten isimsiz bir kahraman mı olmalı ya da? Biz adına Küçük Kardeş diyelim…
Bütün haylazlığı, hokkabazlığı ve hayalperestliğine rağmen, yaşama karşı dramatik ve mana arar bir tavır geliştirmeyi de ihmal etmez kahramanımız. Ailesi yasakladığı halde, aşkı Fahriye Hanım’la (kendi yaşlarındaki, hiç görmediğimiz küçük kıza böyle seslenir) iletişimi kopmasın diye gizlice telefonunu yanına alacak kadar sorumluluk sahibi; kendisine koyulan yasaklara diklenip sorgulayacak ve ısrarla bunun cevabını isteyecek kadar anarşist; her farkındalık anında önündeki manzaraya bakıp şükredecek ve kendi çocuk ibadetiyle secde edip toprağı öpecek kadar yaşamın mucizesinin ayırdında; annesinin buruk anlarını her idrak edişinde ondan iltifat ve sevgisini, kısa da olsa usluluk ve öpücüklerini esirgemeyecek kadar centilmen; gökyüzünde yanan yıldızları izleyerek, film kahramanları üzerine düşünüp, haklarında uzun uzun yorum yapacak kadar hikayeci; günün hangi saati olduğu farketmez, yakaladığı her tatlı anı, dans ve şarkılarla güzelleştirip etrafıyla paylaşacak kadar filmci; kendisine her söyleneni hemen yapmayacak, her getirilen eleştiriye hemen kulak asmayacak, her iddia edilene hemen aldanmayacak kadar da şahsiyet sahibidir. Kırkını, ellisini, seksenini çoktan devirmiş birçok insandan daha fazla hayatın farkındadır Küçük Kardeş. Sadece bir çocuk olduğu, çocuk duyarlılığıyla hayatı yaşadığı için değil ama. Yol ve hikaye boyunca gördüğümüz aile profilindeki etkin kimliğin, yaşadığı coğrafyanın, koşturup oynadığı sokaklarda şahit olduğu dramların, acılar ve zorbalıkların kazandırdığı bir çeşit kara mizahın, yine bu yol ve muhtemelen başka yollar boyu süren konuşmaların, dinlenen müziklerin, kendisine aktarılan şahsiyet kodlarının… Hepsinin etkisi vardır bu farkındalığa. Ne de olsa “devrimin çocukları”ndan biridir bu Küçük Kardeş de.
Büyük kardeş Ferit neden kaçar peki? Bütün ailenin ödünç bir arabayla çıktığı bu zaruri yolculuk ne içindir? Birbirinden ayrılmayı belli ki hiç istemeyen ailenin, Ferit’in ülkeden kaçması için yasadışı yollara baş vurması ne içindir? İran’ın baskı rejiminden kaçtığı üzerine tek kelime ya da sahneye ihtiyaç duymaz elbette film. Sinemanın o büyüleyici az konuşan, çok gösteren dilinin tavrı değildir bu sadece. (Tüm dünyanın bildiği bir yakın tarihin etkisini izlediğinin farkındadır muhtemelen bütün seyirci.) 1978 yılında Şah’ın devrilişinin ardından 1979 yılında ilan edilen İslam Devrimi ile birlikte yaşanan rejim değişikliği ve beraberinde gelen yasakların yıllar içinde başka bir hayat arzusuna yol çizdiği kesindir. Arabanın içinde süren zaman ve mekan aralığında, ailenin genel profilinden modern bir aile olduklarını, daha iyi ve daha modern bir hayat arayışı içine girdiklerini anlıyoruz. Ailede kadına, çocuğa, tercihlere, eğitime ve karşı tarafın fikirlerine değer verildiği bellidir. Anne-babanın yaşlarından, ilk gençlik yıllarının İslam Devrimi’ne rastladığını anlıyoruz. Devrim zamanı ergenliğinde, yani en hareketli zamanında olan babanın, şimdi ise arabanın arka koltuğunda oğlunu uğurlamak üzere yola çıktığını görüyoruz. Alçıdaki bacağından, biraz çaresizliğini, biraz ortada kalmışlığını belki anlıyoruz. Topallamanın vakfedildiği baba, bir yola bakan, bir arkada duran ve daha az etkin olanken, devrim zamanı genç kızlığa adım atan anne ise şimdinin iki kulaklı bir devi, dört bacaklı rehberi oluyor aslında. Ülkede yaşanan olayları aklında ikiye ayırır, hissedilen acıları kalbinde ikiye böler. Aynası sağlam, penceresi geniştir bu annenin. Bu yüzden iyi bir şoför, iyi bir yol çizici, iyi bir anne ve lafını esirgemeyen bir eştir. Bu yüzden bir memleket şarkısı söylerken acıyla kendi yüzünü tokatlayıp, bir yandan da oğlunu kurtarabilmenin mutluluğuyla sevinçten ağlayabilendir.
Devrimin çocuklarının anne-babasıdır bu anne-baba. Büyük çocuklarını ülkeden kaçırmak için evlerini arabalarını satan, psikolojilerini zorlayarak kör topal yola çıkan, içleri kan ağlasa da güle oynaya oğullarına başka bir hayat yolu açmaya çalışan bu anne-babanın çocuğudur ne de olsa Küçük Kardeş de. Bu yüzden özgüveni yüksek, kendini ifade tarzı özgürce, sevgisini ifade dili özgün, öfkesini yansıtma hali ise eleştirel ve tatlı bir mesafeye sahiptir.
**“Evim buluttur benim
üstelik buluttur yeryüzü…
Yıkık, harap, mest bir dönemeçten
çılgın bir rüzgar döneniyor
dünyanın dört bir yanı onunla harap
ve arzularım
neredesin
ey neyinin nevasıyla yolunu yitirmiş neyzen?”
“Kederliydim ama onlara yorgunum dedim”
Küçük Kardeş, tavır olarak Şeker Portakalı’ndaki Zeze’ye biraz benzese de filmin sonlarına doğru, babasının göğsüne sırt üstü uzanıp gökyüzünü izleyerek sohbet ettiği sahnede, bizlere Küçük Prens’ten kareleri çağrıştırır. Küçük Kardeş de Küçük Prens gibi kendine özgü bir kahraman mıdır aslında? Gökyüzüne doğru uzanıp eleştirdiği ve aslında pek de bir kahraman olarak görmediği Süperman’i ise belli ki pek olgun bulmaz. Belki uçmak kendisi için imkansız ve ama Süperman için mümkün olduğundan, çocukça bir kıskançlıkla üstünü çizer kim bilir. Abisinin gidiş sebebi ısrarla gizlenip, kendisine üst üste yarım yamalak yalanlar uydurulsa da, abisinin yokluğuna alışması gerektiğini hisseder ya da. Bu yüzden iki kahramanı, izlediği yıldızların arasında hikayeci diliyle çarpıştırır. Bu yüzden Süperman’e sataşır, Batman’ın maskesini hayal eder ve sonunda gökyüzüne bir yıldız gibi kendi gidip yavaş yavaş yerleşir. Birer nokta gibi durur yıldızların arasında babasıyla beraber. Hayatın içindeki milyarlarca hikayeden biridir yine çünkü O da. Ama Küçük Kardeş’in şöyle bir farkı vardır belli ki. Gerçek bir kahraman gibi hayatı yaşamaya kararlıdır. Gündüzü görür şükreder, geceyi görür büyülenir, manzarayı farkeder heyecanlanır… Her defasında toprağı öpüp hayata sevinir. Her defasında bir çocuk gibi, tam da bir çocuk gibi hayata hakkını vererek, çocuklukla devinir. Anne babası, secde edip toprağı öpmesine yine her defasında kızsalar da dinlemez. Gecenin ayrı, gündüzün ayrı hakkını verir. Geceleri geç uyur, sabahları neredeyse güneşle beraber güne selam verir. Büyükler bunu pek anlamazlar. Erkenden kalkar ama zaten değil mi yaramazlar?
“Evim buluttur
ama bu bulut yağmur bulutu
çekip gitmiş aydınlık günlerimin hayaliyle
güneşime dönüyorum
denize çeviriyorum bakışlarımı
gördüğüm,
bütün dünyanın rüzgarın pençesinde savrulduğu
ve yol,
aralıksız ney çalan neyzen
bu kara bulutlarla kaplı dünyada
yürüyor kendi yolunu.”
Aslında beş can olarak çıkılan yoldan dönüşte, artık üç kişi kalırlar. Abisinin başka bir ülkeye kaçışı ve hastalığıyla yol boyunca onlara yarenlik eden köpeğinin ölümüyle yolun, yani hayatının kalanına devam edecektir artık Küçük Kardeş. Yedi sekiz yaşlarında bir çocuktur ama ölüm kelimesini sık sık cümle içinde kullanır. Peki bunca hayat dolu ve mutlu bir çocuk olmasına rağmen film boyunca neden sık sık ölümden söz eder ki Küçük Kardeş? İçine doğulmuş coğrafyanın, evin odaları arasında konuşulan mevzuların “ölüm” meselesidir bu. Ölüm kavramının sık telaffuzuna her yerden maruz kaldığı için, herkesin fark edemeyeceği Zeze gibi dramatik bir yaramazlığa sahiptir ama bir yandan da “büyükler çok garip oluyor” ya da “Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, o zaman yıldızlar benimdir” diyecek bir Küçük Prens’tir aynı zamanda.
Uçsuz bucaksız bir bozkıra gömülünce köpeği Jessy, Küçük Kardeş ölümle asıl o zaman tanışır. Sarılıp ağladığı annesiyle beraber Jessy’nin mezarını düzelttikçe, eğilip öptüğü bu topraklara gözyaşları bir şarkıyla karışır. Bazı filmler müzikleriyle başkalaşır, müzikleriyle karışıp yarışır. Biraz öyle bir filmdir Yola Devam da. Anlatılan coğrafyanın, o coğrafyadan daha iyi bir hayat için çocuklarını kaçırmaya çalışan farkını hissettirir bir ailenin hikayesini kendi oryantaliyle vermek isteyen filmin, müzikleriyle iç içe geçmesi çok anlaşılır.
Ayrılığa çıkan yollar…
Ayrılmak için birlikte çıkılan bir yol, yaşamın en dramatik yanlarından birini hatırlatır. İmkansızlığı… Belli ki bir bitiş vardır bu yol ayrımında çünkü. Bir tükenme, bir vazgeçiş, bir irade kaybı. Bir uzaklaşma, mesafe geliştirme, arkasını dönüp bırakma. Bırakmanın, zamanı gelince bırakabilmenin üzgüsünü geçirir yolun çizgili sarmaşıkları insanın boynuna. Boğulmakla kendini yola bırakmak arasında bir yerde gerçek bir yolcuya döner işte insan. Birlikte ayrılmak için çıkılan bu yolun hikayesinde ise en az Ferit kadar, Küçük Kardeş’in arkasından el sallamak geliyor içimizden. Renkli pijamalarıyla arabanın cam tavanından başını, kollarını çıkarıp dans eden Küçük Kardeş, bizlere aslında yol boyunca bir çok duyguyu ve dünyayı hatırlatır. Aşkı, müziği, dansı, hüznü, hırçınlığı, anarşizmi, birdenbire öpmeyi, yıldızlara bakmayı, ölümü ve hayatı… Gerçekten hayatı…
Büyük Kardeş’in bırakıldığı yerden geri dönülür eve. Hangi eve? Yeniden başlayacak olan Ferit değildir sadece. Ailenin geri kalanı da yeniden başlayacaktır. Belki Küçük Kardeş’in Fahriye Hanım’la aşkı, arkadaşlarıyla ilişkisi devam edecektir ama abisinin yokluğunda ne yapacaktır? Çıktıkları bu yolculuğun ardından, başka bir evin odaları arasında koşturup dururken, kendini hep bir yolcu gibi hissetmeyecek midir artık? Büyüyünce muhtemelen abisi gibi düşeceği yolun bütün eğimlerini farkında olmadan öğrenmiş, geleceğin bir göç yolcusudur aslında Küçük Kardeş de. Ya da kalıp savaşacak bir kahraman, hatta anti kahraman olacaktır. Abisi Ferit gibi, yüzündeki acıyla ülkesini terketmeyecek, içindeki başka türlü bir hayata tutunur tavırla yerinde kalıp, bir şeylerin değişmesine ön ayak olacaktır. Bir film çekecek, bir şiir yazacak, bir şarkı yapacak, bir devrim yapıp diğer abilerin, mutsuz kadınlar ve çocukların gitmek istememelerini sağlayacaktır.
“İnsan bazı günleri kitapların arasında saklayıp kurutmak istiyor” diyen Küçük Prens’ten esinlenerek, insan bazı filmleri hatıraların arasına saklayıp, yeniden izlemek üzere durdurmak istiyor diyelim.
Ve Küçük Kardeş’in daha bu yaşta geliştirmeyi başardığı tavır üzerinden, birbirimize yine içten içe herkesin bildiği bir sır verelim; “insan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir”.
*Nima Yusic-Toplu şiirleri 1967
** Nima Yusic-Nima ve sonrası 1984
- Başlık Küçük Prens’ten alıntıdır.
Filmin yönetmeni Panah Panahi, Küçük Kardeş rolündeki oyuncusu ise Rayan Sarlak’tır.