IŞİD’in Êzidî nüfusa yönelik saldırıları, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu (IICISAR) tarafından hukuken soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak nitelendirilmiştir. Komisyon, 2016 tarihli “‘They came to destroy’: ISIS Crimes Against the Yazidis” başlıklı tematik raporunda, IŞİD’in Êzidîleri dinî bir grup olarak kasten hedef aldığını, erkekleri ve erkek çocuklarını öldürdüğünü, kadın ve kız çocuklarını köleleştirme ve cinsel şiddete maruz bıraktığını, çocukları zorla transfer ettiğini ve grubun fiziksel imhasını gerçekleştirecek yaşam koşulları dayattığını tespit etmiştir.¹ 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin II. maddesi uyarınca bu fiiller, korunan bir grubu kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik özel kast dahil olmak üzere, soykırım tanımının tüm unsurlarını karşılamaktadır. Aynı rapor ve Komisyon’un sonraki çıktıları, IŞİD’in eylemlerini insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak da nitelendirerek, Êzidî sivil nüfusa yönelik saldırının yaygın ve sistematik niteliğinin altını çizer. ¹¹
On yıl sonra çarpıcı bir paradoks ortaya çıkmaktadır: Eski savaşçı adıyla Ebu Muhammed el-Colani olarak bilinen, Irak ve Suriye’de uzun yıllar cihatçı örgütlerde komutanlık yapmış Ahmed el-Şaraa, Suriye’nin geçiş dönemi başkanı olarak Beyaz Saray’da kabul edilmektedir.⁴ Bu gelişme, uluslararası hukuk açısından temel bir soruyu gündeme getirir: Soykırımın gerçekleştiği aynı coğrafyada, kırım üreten bir ağdan çıkan bir aktör siyaseten rehabilite edildiğinde, devletler buna nasıl yanıt vermelidir?
IŞİD Suçları ve Devlet Yükümlülükleri
IICISAR’ın bulgularının hukuki sonuçları açıktır. Soykırım Sözleşmesi’ne taraf devletlerin, soykırımı nerede gerçekleşirse gerçekleşsin önleme ve cezalandırma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük yalnızca kendi topraklarıyla sınırlı değildir; devletin bildiği veya bilmesi gerektiği ciddi bir soykırım riski ortaya çıktığı her durumda devreye girer. Uygun iç hukuk düzenlemelerinin benimsenmesini, yetki alanları içindeki şüphelilerin soruşturulup kovuşturulmasını ve uluslararası soruşturma organlarıyla iş birliği yapılmasını gerektirir.
Komisyon, 2016 yılında, Suriye ve Irak üzerinde yargı yetkisine sahip uluslararası bir ceza mahkemesinin bulunmadığı koşullarda “Suriye’de işlenen suçların mağdurları için hesap verebilirlik açısından tek yolun ulusal kovuşturmalar olduğunu” özellikle vurgulamış ve devletleri soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarına ilişkin ulusal yasalarını tam kapasiteyle kullanmaya çağırmıştır.¹ Benzer yükümlülükler, Cenevre Sözleşmeleri ve ağır ihlallere ilişkin teamüli uluslararası hukuk çerçevesinde de ortaya çıkar: Devletler, bu suçları işlediği iddia edilen kişileri aramak ve ya yargılamak ya da yetkili bir yargı merciine iade etmek zorundadır.
Bu yükümlülüklerin olumsuz (negatif) bir boyutu da vardır. Devletler, öngörülebilir biçimde soykırım ve diğer çekirdek uluslararası suçlar bakımından cezasızlığa katkıda bulunabilecek fiillerden kaçınmak zorundadır. Buna, iddia edilen failleri soruşturmadan korumak, delil toplama süreçlerini engellemek veya fiilen hesap verebilirliği işlevsizleştiren siyasi koruma sağlamak da dahildir.
Ulusal Kovuşturmalar ve BM Soruşturma Mekanizmaları
Son yıllarda ulusal mahkemeler, bu yükümlülüklerin uygulanmasında kilit mekanizmalar haline gelmiştir. Aralık 2024’te Lahey Bölge Mahkemesi, Hollanda vatandaşı Hasan Aarab’ı Rakka’da bir Êzidî kadını köleleştirdiği için on yıl hapis cezasına mahkûm etmiştir.² JusticeInfo’nun aktardığı üzere mahkeme, bu fiilleri insanlığa karşı suç olarak nitelendirmiş ve bunları IŞİD’in Êzidîlere yönelik daha geniş saldırısıyla açıkça ilişkilendirmiştir.² Bu karar, ulusal yargı mercilerinin IŞİD’in ihlallerini basit bir “terörizm” kategorisiyle sınırlamayıp çekirdek uluslararası suçlar olarak ele alabildiğini ve alabildiğini göstermektedir.
Bu kovuşturmalar büyük ölçüde BM organları tarafından toplanan ve muhafaza edilen delillere dayanır. 2011’den beri IICISAR, IŞİD de dahil olmak üzere Suriye’deki tüm tarafların işlediği insan hakları ihlallerini ve uluslararası suçları belgelemiş ve önemli bir olgu ve hukuk kaydı üretmiştir.11 Buna paralel olarak, 2016’da BM Genel Kurulu tarafından kurulan Uluslararası, Tarafsız ve Bağımsız Mekanizma (IIIM), Suriye’de işlenen ağır suçlara ilişkin delilleri toplamak, konsolide etmek, muhafaza etmek ve analiz etmek ve ulusal, bölgesel veya uluslararası mahkemelerde kullanılmak üzere dava dosyaları hazırlamakla görevlendirilmiştir.¹¹
Irak bağlamında UNITAD, IŞİD’in, Êzidîlere karşı işlenenler de dahil olmak üzere suçlarının soruşturulması ve dünya çapında yürütülebilecek kovuşturmalar için delil dosyaları hazırlanmasıyla görevlendirilmiştir. UNITAD’ın erken kapatılmasına ilişkin 2024 tarihli bir JusticeInfo değerlendirmesi, devletler toplanan delilleri etkin biçimde kullanmadığı takdirde, IŞİD’in işlediği ağır suçlar için hesap verebilirlik sağlama fırsatının kaybedilebileceği konusunda uyarmaktadır. ³ Birlikte ele alındığında, bu mekanizmalar bir tür delil omurgası niteliğindedir: Soykırım ve insanlığa karşı suçlara ilişkin soyut normatif mimariyi, somut ve yargılanabilir vakalara dönüştürürler.
Ahmed el-Şaraa’nın Yükselişi
Ahmed el-Şaraa’nın kariyer rotası, IŞİD’in faaliyet gösterdiği aynı ulusötesi cihatçı çevreye dayanır. Irak ve Suriye’deki isyan hareketleri içinde komutan olarak ortaya çıkmış ve Suriye’de El-Kaide bağlantılı El-Nusra Cephesi’nin kurucu lideri olmuş, daha sonra da Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) başına geçmiştir.⁴ ⁵ ISPI tarafından Aralık 2024’te yayımlanan “Leader to Watch 2025: Ahmed al-Sharaa, aka Abu Mohammad al-Jolani” başlıklı profil, el-Şaraa’nın hem kendisini hem de HTŞ’yi Suriye merkezli bir aktör olarak yeniden konumlandırma girişimini, örgütü El-Kaide’nin küresel gündeminden kısmen uzaklaştırmaya çalışırken Suriye’nin kuzeybatısında geniş alanlar üzerinde sıkı askerî ve güvenlik kontrolünü elinde tutmaya devam etmesini anlatır.⁵
Bunu izleyen ISPI değerlendirmesi “Syria, a (Former) Jihadist in Washington: What to Know about the Trump–Al-Sharaa Meeting”, el-Şaraa’nın Kasım 2025’te Suriye’nin yeni başkanı olarak Beyaz Saray’a yaptığı ilk resmî ziyareti inceler. ⁴ Analiz, bu görüşmenin ABD–Suriye ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturduğunu ve “eski bir El-Kaide bağlantılı” aktörün stratejik bir ortak olarak muhatap alınması şeklindeki realpolitik mantığı vurgular. Aynı kaynağa göre ziyaret, el-Şaraa’ya daha önce cihatçı ağlardaki rolü nedeniyle uygulanan BM ve ABD yaptırımlarının kaldırılması sayesinde mümkün olmuştur. ⁴
Uluslararası hukuk, fiilî otoritelerle diplomatik temas veya müzakere yürütülmesini yasaklamaz. Ancak diplomatik tanımanın hukuken aklanma (beraat) anlamına geldiğini de kabul etmez. Esas hukuki mesele, devletlerin el-Şaraa ile konuşup konuşamayacağı değil; ciddi iddialar bu kişiyi ağır suçlarla ilişkilendirdiğinde ne yapmak zorunda olduklarıdır.
Êzidî İddiaları ve Uluslararası Raporlar
Şubat 2025’te Kürt gazetesi Özgür Politika, Êzidî sosyolog Azad Barış ile “Colani’nin elinde Êzidî kanı var” başlıklı bir söyleşi yayımladı.⁶ Barış, el-Şaraa’nın Êzidîlere yönelik şiddete karışmasının 2014 Şengal saldırısından önceye uzandığını hatırlatmakta ve adının, Şengal bölgesinde 14 Ağustos 2007’de Êzidîlerin yaşadığı Qahtaniyah ve Jazira yerleşimlerini hedef alan ve yüzlerce sivilin ölümüne yol açan kamyon bombalamaları bağlamında yerel kayıtlarda ve tanıklıklarda geçtiğini belirtmektedir.⁶ Bu saldırılar, BM bağlantılı ve insan hakları odaklı raporlamalarda 2003’ten bu yana Iraklı sivillere karşı gerçekleştirilen en ölümcül bombalamalar arasında sayılmakta ve doğrudan Êzidî köylerini hedef almış olarak tanımlanmaktadır.⁸
Barış ayrıca, uluslararası bir insan hakları örgütünün Suriye temsilcisi Aras Celal’den aktardığı bilgilere göre, IŞİD tarafından kaçırılan yaklaşık 800 Êzidî kadın ve çocuğun akıbetinin hâlâ bilinmediğini ve bunların Suriye’nin kuzeybatısında HTŞ kontrolü altındaki bölgelerde yer alan gözaltı veya tutma tesislerinde tutulduğuna inanıldığını ifade etmektedir.⁶ Eğer doğruysa bu iddialar, Êzidîlere yönelik saldırının unsurlarının – köleleştirme, hukuka aykırı hürriyetten yoksun bırakma, muhtemel cinsel şiddet ve zorla kaybetme – yalnızca geçmişte kalmış fiiller olmadığını, el-Şaraa’nın siyasi ve askerî etkisindeki alanlarda hâlâ sürdüğünü düşündürür.
HTŞ ve El-Nusra’nın BM ve Uluslararası Raporlarda Belgelenen İhlalleri
Ahmed el-Şaraa’nın bireysel suç sorumluluğuna ilişkin hâlen tamamlanmış bir yargı süreci bulunmamakla birlikte, onun liderlik ettiği silahlı grupların – El-Nusra ve ardından Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) – Suriye’de, özellikle de İdlib ve çevresinde gerçekleştirdiği ağır ihlaller, BM Komisyonu raporlarında ve önde gelen uluslararası insan hakları örgütlerinin yayınlarında ayrıntılı biçimde belgelenmiştir. Bu nedenle hukuki açıdan dikkate alınması gereken, yalnızca el-Şaraa’nın “eski cihatçı kimliği” değil, komutasındaki örgütün fiilî şiddet sicilidir.
BM’nin Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun 2019 sonrasında yayımlanan raporları, Suriye’nin kuzeybatısında faaliyet gösteren silahlı grupların – özellikle İdlib’de – sivillere yönelik yaygın keyfî gözaltı, kötü muamele, işkence, zorla kaybetme ve yağma uygulamalarını ayrıntılı biçimde ortaya koymaktadır. Komisyon, 2024 tarihli raporunda, “güvenlik” şemsiyesi altında hareket eden grup ve fraksiyonların sivilleri korumak yerine şiddet, gözaltı ve tehdit yoluyla onları haraç alma ve zorla itaate zorlama aracı olarak kullandığını vurgular ve HTŞ ile ona bağlı birlikleri bu “yırtıcı güvenlik mimarisinin” ayrılmaz parçaları arasında sayar.⁷ ¹²
Bu çerçeve, insan hakları örgütlerinin sahadaki ayrıntılı raporlarıyla da doğrulanmaktadır. Human Rights Watch’un 2019 tarihli “Syria: Arrests, Torture by Armed Group” başlıklı raporu, El-Kaide bağlantılı bir silahlı grubun – raporda açıkça HTŞ olarak tanımlanır – İdlib, Hama ve Halep kırsalında kontrol ettiği bölgelerde onlarca kişiyi keyfî biçimde gözaltına aldığını, sivilleri haftalarca ya da aylarca dış dünyayla bağlantısız ve avukatsız tuttuğunu ve bazılarını “itiraf” koparmak için ağır işkenceye maruz bıraktığını belgelemiştir. Raporda sayılan işkence yöntemleri arasında dayak, elektrik verme ve uzun süreli asılı bırakma yer alır. ⁹
Human Rights Watch’un 2022 Dünya Raporu’nun Suriye bölümü, HTŞ’nin uygulamalarına ilişkin güncel bir tablo sunar; örgütün kontrolü altındaki alanlarda aktivistlere, gazetecilere, insani yardım çalışanlarına ve eleştirel görüş bildiren sıradan sivillere yönelik baskınlar, keyfî tutuklamalar ve yıldırma kampanyaları yürüttüğünü belirtir. Rapora göre HTŞ, ifade özgürlüğünü bastırmak için gözaltı ve zorla kaybetmeyi sistematik biçimde araçsallaştırmakta; eleştirel sesler “güvenlik” ya da “fitne” tehdidi olarak çerçevelenmektedir. ¹⁰
Benzer bir görüntü, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2022 ve 2024 insan hakları raporlarında da karşımıza çıkar. Bu raporlar, HTŞ’nin Suriye’nin kuzeybatısında yargısız infazlar, adam kaçırma, işkence, keyfî ve uzun süreli gözaltı, yargısız infazlar ve sivil mülklere el koyma gibi uygulamalarda bulunmaya devam ettiğini kaydeder. ¹ ⁶ ⁸
Avrupa Birliği İltica Ajansı’nın 2025 tarihli Suriye Ülke Raporu, bazı Alevi köylerini hedef alan operasyonlarda HTŞ güçlerinin baskınlar sırasında silahsız sivilleri öldürmekle, kişileri haber verilmeksizin gözaltında tutmakla ve “Red Bands” gibi elit birlikler üzerinden yıldırma ve bazı vakalarda infaza varan eylemler gerçekleştirmekle suçlandığını belirtir. ¹³
Komisyon’un 2020 tarihli çocuk hakları raporu “They have erased the dreams of my children”, çocuklar üzerinde silahlı grupların – HTŞ de dahil – yarattığı yıkıcı etkiyi ortaya koyar. Raporda, kuzeybatıda çocukların zorla silah altına alınması, “güvenlik” gerekçesiyle gözaltına alınması, çatışma dinamikleri nedeniyle eğitime erişimlerinin ağır biçimde kısıtlanması ve çocukların savaş ekonomisi ile şiddet döngüsünün parçası hâline getirilmesi vurgulanır. ¹¹
Bir arada değerlendirildiğinde bu kanıt bütünü, el-Şaraa’nın yıllarca liderliğini yaptığı örgütün uluslararası insan hakları hukukunu ve uluslararası insancıl hukuku sistematik biçimde ihlal eden bir güvenlik rejimi kurduğunu gösterir. Keyfî gözaltı, işkence, zorla kaybetme, ifade özgürlüğünün bastırılması, sivillere yönelik hedefli şiddet ve azınlık yerleşimlerine dönük baskınlar, hem BM Komisyonu dokümantasyonunda hem de bağımsız insan hakları örgütlerinin raporlarında HTŞ’nin ayırt edici pratikleri olarak sürekli karşımıza çıkar. ⁹ ¹⁰ ⁷ ⁸ ¹³
Dolayısıyla mesele sadece Colani’nin “eski cihatçı kimliği” değildir. Uluslararası hukuk açısından asıl sorun, bugünkü Suriye devlet başkanının, ciddi ve belgelenmiş ihlallerle anılan bir güvenlik aygıtının, uzun yıllar doğrudan siyasi ve askerî lideri olmuş olmasıdır. Bu durum, hem bireysel cezaî sorumluluk hem de komuta sorumluluğu bakımından kapsamlı, bağımsız ve tarafsız bir soruşturmayı zorunlu kılar.
Siyasal Rehabilitasyonun Hukuki Sonuçları
Uluslararası ceza hukuku, resmî sıfatın bireyleri soykırım, insanlığa karşı suçlar veya savaş suçları bakımından sorumluluktan muaf tuttuğu fikrini reddeder. Roma Statüsü’nün 27. maddesi, bir kişinin devlet veya hükümet başkanı sıfatının “hiçbir durumda” cezaî sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını belirtir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Suriye veya Irak üzerinde otomatik yargı yetkisi olmasa da bu ilke, siyasi makamın hukuki hesap verebilirliği silemeyeceği yönündeki daha geniş kabulü yansıtır.
El-Şaraa ile ilişki kuran devletler açısından üç tür yükümlülük özellikle önemlidir. Birincisi, soykırımı önleme yükümlülüğü, devletlerin soykırım veya bağlantılı suçların devam etmesi ya da yeniden ortaya çıkması yönünde ciddi bir riskin farkında oldukları durumlarda makul önlemler almalarını gerektirir. Êzidî mağdurların, geçmiş kitlesel şiddette rol oynadığını iddia ettiği ve güçlerinin hâlâ Êzidî tutsakları elinde tuttuğu ileri sürülen bir lideri, bağımsız soruşturmayı desteklemeden ağırlamak, bu önleyici yükümlülükle güçlükle bağdaştırılabilir. İkincisi, çekirdek uluslararası suçların şüphelilerini kovuşturma veya iade etme yükümlülüğü, devletlerin, bu tür suçlara karışmış olabilecek kişiler için fiilî sığınaklar yaratmamasını gerektirir. Bir kişiyi soruşturmayı kolaylaştırmak yerine denetimden kaçıracak biçimde rehabilite etmek, bu yükümlülüğü zayıflatabilir. Üçüncüsü, uluslararası hukukun emredici nitelikteki normlarının ağır ihlallerine yardım ve yataklık edilmesini yasaklayan genel ilke, devletlerin, süregiden insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere hukuka aykırı bir durumu meşrulaştırdığı veya pekiştirdiği makul biçimde düşünülebilecek adımlardan kaçınmasını zorunlu kılar.
Bu kuralların hiçbiri, devletlerin fiilî güç sahipleriyle müzakere yürütmesini başlı başına yasaklamaz. Ancak siyasi angajmanın, hukuki incelemeyi ikame etmesine izin vermez. Devletler, yaptırımları kaldırdıklarında, diplomatik onur gösterdiklerinde ve eski bir cihatçı komutanı öncelikle “Suriye’yi istikrara kavuşturma” ve “IŞİD dosyasını yönetme” ortağı olarak çerçevelediklerinde, Êzidî mağdurların dile getirdiği iddialar incelenmeden kaldığı sürece, uluslararası ceza hukukunun bazı failler için titizlikle, diğerleri için ise seçici biçimde uygulandığı mesajını verme riski taşırlar.
IŞİD suçlarını düzenleyen hukuki çerçeve güçlü ve ayrıntılıdır. Êzidî soykırımı BM organları tarafından etraflıca belgelenmiştir; ulusal mahkemeler bu kayıtları somut mahkûmiyetlere dönüştürmeye başlamış; IICISAR, IIIM ve UNITAD gibi soruşturma mekanizmaları kapsamlı bir delil arşivi oluşturmuştur. Bu mimarinin bütünlüğünü koruyup korumayacağı artık bu normların ne ölçüde tutarlı biçimde uygulanacağına bağlıdır.
Ahmed el-Şaraa vakası, hukuk ile realpolitik arasındaki kırılma hattını gözler önüne serer. Cihatçı sahneden çıkan ve Êzidî tanıklıklarında “elinde Êzidî kanı olan” bir lider olarak anılan bir figürün siyasi rehabilitasyonu, yalnızca diplomatik bir manevra olarak görülemez. Bu durum, soykırımı önleme ve cezalandırma ve insanlığa karşı suçlar için hesap verebilirlik sağlama yönündeki mevcut yükümlülüklerle doğrudan kesişir. Uluslararası hukuk, devletlerin bu tür aktörlerle tüm temasları reddetmesini zorunlu kılmaz; ancak mağdurların hakikat ve adalet hakkının kısa vadeli stratejik hesapların gerisine itilmesine izin vermez.
Uluslararası toplum “bir daha asla” vaadini ciddiye alıyorsa, hukuki incelemenin tam da siyasi açıdan rahatsız edici hâle geldiği noktada askıya alınmamasını güvence altına almak zorundadır. Êzidî soykırımı ve IŞİD’in işlediği ağır suçlar bağlamında, siyasi rehabilitasyonun hesap verebilirliğin önüne geçmesine izin verilemez. Uluslararası hukuk, bundan daha azını kabul etmez.
Rüştü DEMİRKAYA
Uluslararası Mojust Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Cenevre Üniversitesi Doktora Öğrencisi
REFERANSLAR
- UN Human Rights Council, Independent International Commission of Inquiry on the Syrian Arab Republic (IICISAR). “‘They came to destroy’: ISIS Crimes Against the Yazidis.” A/HRC/32/CRP.2 (2016).
- JusticeInfo / AFP. “Netherlands: 10 years in prison for enslaving a Yazidi woman.” 11 December 2024.
- JusticeInfo. “The blame game over UNITAD’s premature closure will not do anyone any good.” (B. Gavrilovic), 2024.
- Francesco Petronella, ISPI. “Syria, a (Former) Jihadist in Washington: What to Know about the Trump–Al-Sharaa Meeting.” 11 November 2025.
- Suhail al-Ghazi, ISPI. “Leader to Watch 2025: Ahmed al-Sharaa, aka Abu Mohammad al-Jolani.” 27 December 2024.
- Özgür Politika. “Colani’nin elinde Êzidî kanı var.” 6 February 2025.
- UN Human Rights Council, IICISAR Documentation on Syria (2019–2024), including reports on armed groups and security structures in NW Syria.
- U.S. Department of State. “Country Reports on Human Rights Practices: Syria.” (2022, 2024).
- Human Rights Watch. “Syria: Arrests, Torture by Armed Group.” 2019.
- Human Rights Watch. World Report 2022: Syria Section.
- UN Human Rights Council. “‘They have erased the dreams of my children’: Violations of Children’s Rights in Syria.” 2020.
- UN Human Rights Council, IICISAR findings on coercive security structures in NW Syria (2024).
- European Union Agency for Asylum (EUAA). Syria Country of Origin Report, 2025.




