Devletlerin suskunluğu, şirketlerin işbirliği ve uluslararası hukukun yetersizliği karşısında dünya halkları İsrail’e karşı kendi barikatlarını kuruyor. Özgürlük Filosu’ndan BDS’ye, liman işgallerinden kampüs eylemlerine kadar genişleyen küresel direnişin mesajı net: Bu soykırımı durduralım!
İsrail’in Gazze’deki vahşeti ve sessiz soykırım
Gazze ve Batı Şeria’da aylardır süren İsrail saldırıları, yalnızca savaş değil, sistematik bir yok etme kampanyasına dönüşmüş durumda. Ekim 2023’ten bu yana on binlerce insan hayatını kaybetti, Gazze’nin altyapısı yerle bir edildi, aralarında çok sayıda çocuk olan yüzlerce insan açlıktan ölüyor. Bu yıkım yalnızca bombalarla değil, yardımların engellenmesiyle, hastanelerin hedef alınmasıyla, gazetecilerin susturulmasıyla gerçekleşiyor. İsrail’in kuşatması altındaki Gazze’de Dünya Sağlık Örgütü’nün ifadesiyle “tam ölçekli bir insani felaket” yaşanıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ve Gallant hakkında verdiği tutuklama kararları, uluslararası hukukun bir tepki verdiğini gösterse de bu tepki fiilen sonuç üretmiyor. Devletler, özellikle de ABD, İngiltere ve Almanya gibi batılı güçler, İsrail’e ekonomik ve askeri desteği sürdürmeye devam ediyor. Türkiye gibi ülkeler ise sözlü kınamaların ötesine geçmeyen bir ikiyüzlülük sergiliyor. O halde sorulması gereken soru şu:
Yanıt devletlerden gelmeyecek. Yanıt, halklardan, limanlardan, kampüslerden, gemilerden ve boykot çağrılarından geliyor. Bu yazıda devlet dışı aktörlerin yükselen direnişi, yapılanları ve yapılması gerekenleri tartışacağız.
Dünyada yükselen protestolar
Gazze’ye yönelik saldırıların başladığı günden bu yana dünya genelinde yükselen halk protestoları, uluslararası siyasette yeni bir dinamiği zorlamaya başladı. Londra’dan New York’a, Sidney’den Amsterdam’a, Toronto’dan Johannesburg’a kadar yüzlerce şehirde milyonlarca kişi sokaklara döküldü. Bu protestolar yalnızca savaş karşıtlığı değil; doğrudan İsrail’in politikalarına karşı ses yükselten, hükümetlerin İsrail’le olan diplomatik ve ticari ilişkilerini hedef alan kolektif halk tepkileriydi.
Üniversitelerde başlayan oturma eylemleri, silah firmalarının merkezleri önünde düzenlenen engellemeler, liman işçilerinin gemi yüklemeyi reddetmesi ve sokak yürüyüşleri gibi farklı biçimlerde gelişen bu direnişler, yalnızca sembolik değil aynı zamanda maddi etkiler yaratıyor. Kanada’da RBC (Royal Bank of Canada) önünde yapılan finansal işgal eylemleri, Hollanda’da milletvekillerinin parlamento oturumları sırasında kefiye takarak İsrail’i protesto etmeleri, Hollanda ve Almanya’da kırmızı çizgiyle sembolleşen insan zincirleri bu eylemler arasında öne çıkıyor. İngiltere, Hollanda, Avustralya gibi ülkelerde yürüyüşler kitleselleşirken, ABD’de öğrencilerin başını çektiği kampüs işgalleri kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
Bu eylemler, devletler düzeyindeki destekle değil, tabandan yükselen bir vicdan hareketiyle şekilleniyor. Halklar, iktidarların stratejik ortaklıklarını değil, insan haklarını önceleyen bir dış politika talep ediyor. Bu küresel uyanış, özellikle Batı’daki medya ve siyaset çevrelerinde İsrail’e verilen desteğin sorgulanmasına neden oldu. Uluslararası kamuoyunun vicdanını temsil eden bu hareketler, İsrail’in meşruiyet zeminine ciddi darbeler indirdi. Ayrıca bu direniş, İsrail karşıtı olmanın ötesinde, soykırıma karşı kolektif bir duruşun ifadesi olarak tarihe geçiyor. Bu yönüyle, protestolar sadece Gazze için değil, dünya genelindeki adaletsizliklere karşı bir dayanışma zemini oluşturuyor.
Sokaklardaki bu güçlü ses, Batılı hükümetlerin “koşulsuz destek” politikasını kamuoyu nezdinde meşrulaştırmakta zorlanmasına neden oluyor. Protestolar, üniversite ve işçi hareketleri gibi toplumsal dinamikleri yeniden canlandırıyor. Gazze’ye yönelik kuşatmanın uluslararası düzlemde tartışılmasına olanak sağlıyor ve İsrail’in dış destek ağını zayıflatıyor.
Özgürlük filosu: Engellenen yardımlar, büyüyen direniş
2025 yazında, Freedom Flotilla Coalition (Özgürlük Filosu Koalisyonu), Gazze’ye insani yardım ulaştırmak amacıyla yola çıkan iki gemiyle dünya kamuoyunun dikkatini bir kez daha İsrail ablukasına çekmeyi başardı: Madleen ve Hanzala.
“Madleen” adlı Norveç bandıralı gemi, 19 Mayıs’ta Akdeniz’de uluslararası sularda İsrail ordusu tarafından zorla durduruldu. Gemide bulunan çok sayıda uluslararası insan hakları savunucusu, aktivist ve gazeteci kısa süreliğine alıkonuldular, ardından serbest bırakıldılar. Madleen’in taşıdığı insani yardım malzemelerine ise el konuldu. Bu olay, İsrail’in yalnızca Filistinlilere değil, insani yardım taşıyan yabancı sivil girişimlere karşı da açık bir saldırganlık politikası izlediğini bir kez daha gösterdi.
Temmuz ayında ise, “Hanzala” isimli ikinci gemi yola çıktı. 26 Temmuz’da İsrail’in el koyduğu Hanzala’daki aktivistler hâlâ İsrail makamlarının elinde tutuluyor. Aralarında hekimler, akademisyenler, Filistinli göçmenler ve uluslararası barış aktivistlerinin bulunduğu gönüllüler, herhangi bir şiddet ya da yasa dışı girişimde bulunmadan yalnızca abluka altındaki Gazze’ye yardım ulaştırmak istemişlerdi. Ancak İsrail bu barışçıl girişimi de cezalandırmayı seçti.
Hanzala’daki gözaltılar, uluslararası hukukun ve insan haklarının açıkça ihlalidir. Üstelik bu aktivistlerin tutukluluğu devam ederken, İsrail’e yönelik diplomatik baskılar da oldukça cılız kalıyor. Oysa hem Madleen hem de Hanzala örnekleri, devletlerin yapamadığı insani sorumluluğu sivil inisiyatiflerin nasıl üstlendiğini ve bunun karşılığında nasıl kriminalize edildiğini gözler önüne seriyor. Özgürlük Filosu Koalisyonu Hanzala’dan sonra da yardım gemisi yollamaya devam edeceklerini açıkladı.
BDS: İsrail Apartheid’ine karşı küresel boykot hareketi
2005 yılında Filistinli sivil toplum kuruluşları tarafından başlatılan Boycott, Divestment, Sanctions (BDS) kampanyası, bugün İsrail’e karşı küresel sivil direnişin en organize ve etkili örneği. İsrail’in apartheid rejimini hatırlatan bu kampanya; akademik işbirliklerin durdurulmasından ürün boykotlarına, yatırım fonlarının çekilmesinden şirketlerin hedef alınmasına kadar geniş bir eylem repertuarına sahip.
Özellikle Batı’daki üniversitelerde artan kampüs eylemleri, BDS’nin etkisini gösteriyor. ABD’deki Columbia, Harvard, UCLA gibi üniversitelerde öğrenciler “Filistin için kampüs işgali” eylemleri düzenliyor, yönetimlerden İsrail’le tüm ticari ve akademik ilişkilerin kesilmesini talep ediyor. Bu eylemlere katılan binlerce öğrenci gözaltına alınıyor, ama geri adım atmıyor.
Aynı zamanda Avrupa’da yüzlerce kültür sanat etkinliği BDS’nin çağrısıyla iptal ediliyor ya da Filistin’le dayanışma temasıyla yeniden şekilleniyor. Bu, yalnızca ekonomik değil, kültürel hegemonya alanında da İsrail’in yalnızlaştırılmasının önemli bir göstergesi.
Limanlarda ve havalimanlarında direniş: Silah akışını kesmek
İsrail’in Filistinlilere karşı kullandığı silahlar durduk yere ortaya çıkmıyor. Başta ABD, Almanya ve İngiltere olmak üzere birçok ülke, İsrail’e her yıl milyarlarca dolarlık silah, mühimmat ve askeri yakıt sağlıyor. Ancak bu akışı kesmek mümkün.
ABD’de Kaliforniya, New Jersey ve Washington gibi eyaletlerde liman işçileri, İsrail’e silah taşıyan gemileri engellemek için iş bırakıyor. Filistin Dayanışma Ağı ve Jewish Voice for Peace gibi gruplar, havalimanlarında askeri kargoların taşınmasına karşı eylemler düzenliyor. İngiltere’de Palestine Action grubu, İsrail’e silah parçası üreten Elbit Systems fabrikalarına doğrudan eylemler düzenliyor ve üretimi durduruyor.
Yunanistan ve İspanya’da da İsrail’in silah filosuna giden rotalar, liman işçileri sayesinde kesiliyor. Barcelona ve Pire limanlarından gelen bu fiili direniş örnekleri, sosyalist ve sendikal hareketlerin savaş karşıtı tarihsel mirasının güçlü bir devamı niteliğinde. Bu eylemler yalnızca sembolik değil, dünya kamuoyu açısından stratejik kilit noktalarda fiili sabotaj anlamına geliyor.
Bu eylemlerin önemli bir ortak noktası var: Devletlerin suç ortaklığına rağmen halklar kendi ülkelerindeki lojistik zinciri kırmaya çalışıyor. Bu, yalnızca sembolik değil, maddi sonuçları olan bir direniş biçimi.
İsrail’de vicdanlı direniş: Sessizliği reddedenler
İsrail içinde de saldırılara karşı çıkan önemli bir toplumsal muhalefet var. Hükümetin savaş politikalarına karşı çıkan, özellikle Filistinlilere uygulanan şiddeti kınayan İsrailli aktivistler, akademisyenler, öğrenciler ve vicdani retçiler, büyük bir baskı ortamında seslerini yükseltiyor. Bu hareketin üyeleri sadece ateşkesi değil, aynı zamanda apartheid rejiminin sona ermesini, Filistin halkının eşit haklara sahip olmasını talep ediyor.
Tel Aviv, Hayfa ve Kudüs’te düzenlenen küçük ama etkili protestolar, yoğun baskılara rağmen sürdürülebilir bir direnişin mümkün olduğunu gösteriyor. Gözaltılarla, medyada hedef gösterilmeyle ve sosyal dışlanmayla karşı karşıya kalan bu aktivistler, uluslararası dayanışma çağrıları da yapıyor. “Breaking the Silence”, “Standing Together” ve “Combatants for Peace” gibi oluşumlar, İsrail toplumunda süregiden militarizmin sorgulanması için önemli bir mücadele yürütüyor.
Bu direniş, İsrail hükümetinin Filistinliler adına konuşan herkesi “hain” ilan ettiği bir siyasi atmosferde büyük bir cesaret anlamına geliyor. Aynı zamanda dış dünyaya da şu mesajı veriyor: Bu savaşa ve soykırıma karşı İsrail’de de karşı çıkan, adalet isteyen insanlar var. Bu seslerin duyulması, yalnızca uluslararası baskının değil, içeriden gelen vicdanlı itirazların da değişim yaratabileceğini ortaya koyuyor.
Türkiye’deki ikircikli durum: Kınama var, eylem Yok
Türkiye hükümeti, Gazze’deki saldırıları kınayan açıklamalarda bulunuyor, ama İsrail’le olan ekonomik ilişkilerini sürdürmekten geri durmuyor. İsrail’e yapılan ham petrol transferleri, liman kullanım izinleri ve ticari ihracatlar kesintisiz devam ediyor. Dahası, Türk şirketlerinin Filistin’e gidiyormuş gibi gösterip İsrail’e ürün göndermesi kamuoyuna yansımış durumda.
Temmuz 2025’te İstanbul’daki 17. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı (IDEF 2025), İsrail’e silah ve askeri teknoloji sağlayan firmaları ağırlaması nedeniyle ciddi eleştirilere muhatap oldu. Filistin dostu gruplar tarafından yapılan eylemlerde, şirketlerin fuara katılması protesto edildi. Çok sayıda gözaltı ve bir tutuklama oldu. Bu Pazar Ankara’da ABD Büyükelçiliği önünde başlayan gösteriye AKP merkezine gitme izni verilmedi.
Bu noktada Türkiye halkına düşen görev çok açık: Kendi hükümetlerini ve şirketlerini İsrail’le işbirliğinden vazgeçmeye zorlamak. Limanlarda, şirket önlerinde, kamu ihalelerinde, ihracat listelerinde İsrail’e giden her damla yakıtın, her paket silah parçasının hesabı sorulmalı.
Uluslararası direnişin büyütülmesi gerekiyor
İsrail’i durdurmanın yolu devletlerden değil, halklardan geçiyor. Bu gerçek artık gün gibi ortada. Bu noktada tüm dünya halklarının ortak ve sürekli baskısı olmadan İsrail’in durdurulması mümkün değil. O halde yapılması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:
Kitlesel eylemliliklere devam edilmeli, Gazze konusu sürekli gündemde tutulmalı.
Limanlar, havaalanları ve fabrikalarda eylemler büyütülmeli. Silah ve yakıt sevkiyatı kesildiğinde savaş sürdürülemez.
Kampüsler ve akademik çevreler İsrail’e karşı ses çıkarmaya devam etmeli. Üniversiteler sadece bilgi değil, etik sorumluluk da üretmeli.
Kültür, sanat ve spor alanlarında İsrail’in normalleştirilmesine son verilmemeli. Bir apartheid devletine davetkâr davranmak, zulme ortak olmaktır.
Devletler adım atmaya zorlanmalı. Türkiye gibi ülkelerde kamuoyu tepkisi hükümet politikalarını etkileyebilir.
Medya özgürlüğü savunulmalı, Filistinli gazetecilerle dayanışma gösterilmeli. Gerçekler duyulmadan adalet sağlanamaz.
Boykot çağrıları yaygınlaştırılmalı. Herkesin gündelik tüketim pratiklerinde İsrail ve işbirlikçilerini dışlaması, maddi baskı oluşturur.
Gazze’de yaşananlar bir trajediden öte, örgütlü bir yok etme planı. Bu planı durdurmak için dünyanın her köşesinde halklar direniyor. Özgürlük Filosu’nun cesareti, BDS’nin sabrı, kampüslerdeki kararlılık, limanlardaki işçi eylemleri, on binlerce insanın katıldığı yürüyüşler, protestolar… Hepsi, devletlerin yapmadığını yapıyor: Zulme karşı fiili duruş gösteriyor.
Bu soykırımı durdurmak, yalnızca Filistin halkına değil, tüm insanlığa borcumuzdur. İsrail yalnızlaştırıldıkça, yalnızca askeri gücü değil, meşruiyet zemini de kaybolur. İsrail’i devletler değil, kitlesel direniş durduracak.