Foreign Policy’de köşe yazarı ve Dış İlişkiler Konseyi’nde Eni Enrico Mattei Orta Doğu ve Afrika çalışmaları kıdemli araştırmacısı olan Steven A. Cook tarafından kaleme alınmıştır.
Beşar Esad’ın Aralık ortasında devrilmesinden bu yana, çeşitli dış politika analistleri ve gazeteciler Türkiye’yi Suriye’de “kazanan” ilan etti. Bu, Türk yetkililerin ve destekçilerinin hem hoyratça hem de endişe verici bir şekilde ileri sürdükleri bir anlatı. Peki bu doğru mu? Hayır. Ya da en azından Türkiye henüz hiçbir şey kazanmadı.
Türkiye’nin Suriye’de avantajlı bir konumda olduğu doğru. HTŞ ve Suriye Milli Ordusu adı verilen milisler topluluğu Esad rejiminin sona ermesinden sorumludur. Türkiye’nin Suriye’ye yakınlığı ve Türkiye’nin altyapı geliştirme konusundaki bilinen uzmanlığı da Ankara’da iyi bağlantıları olan firmaların yeniden inşa ihalelerini kazanmasına yardımcı olacaktır.
Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şam’da kendisini dış güç olarak kabul ettirme konusunda büyük engellerle karşı karşıya.
Türkiye’nin Suriye’yi kazandığı iddiasının büyük bir kısmı, HTŞ ve Suriye Milli Ordusu milislerinin Halep’in düşmesine öncülük ederek Esad’ın, ailesinin yarım yüzyıl boyunca hakim olduğu ülkeden kaçmasına yol açmasına dayanıyor. Ancak işler her zaman göründüğü gibi değildir. Halep’e yönelik Kasım ayı sonunda başlayan saldırının sınırlı olması amaçlanıyordu. Ankara’nın amacı Esad’ın düşmesinden ziyade, dönemin Suriye Devlet Başkanı’na Türkiye-Suriye normalleşmesini müzakere etmesi için baskı yapmaktı ki bu, Türk hükümetinin önceki iki yıl boyunca takip ettiği bir hedefti. Ancak Suriye ordusu çöktüğünde Türkiye politikalarını gözden geçirdi ve Esad’ın ölümünün her zaman planları olduğunu iddia ettiler.
HTŞ’nin Şam’ı kurtarmasından kısa bir süre sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Suriye’nin başkentine giderek HTŞ’yi mecazi ve gerçek anlamda kucakladı.
Türkiye-HTŞ ortaklığının verimli olduğu açık ama Ankara’nın Suriye’de muzaffer olduğu fikri, Türk hükümetinin bu ilişkide tüm güce sahip olduğunu varsayıyor. Muhtemelen bir zamanlar öyleydi ama Esad rejiminin sona ermesinden sonra HTŞ’nin Erdoğan ve arkadaşlarına daha az ihtiyacı var.
Fidan herkesten önce Şam’a gitmiş olsa da aralarında ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’dan (Avrupa Birliği’ni temsilen) diplomatların da bulunduğu bir heyetler HTŞ lideri Ahmed el Şaraa’yla görüştü. Irak’ın istihbarat şefi de Suriye’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Suriye yönetiminin temsilcileri de komşularıyla temaslarını sürdürüyor. Geçici Dışişleri Bakanı Esed Hasan al-Şibani, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’yi, Katar’ın başkenti Doha’yı ve Ürdün’ün başkenti Amman’ı ziyaret etti. El Şaraa’nın dış ortaklar konusunda, kendisinin ve HTŞ’nin iki ay öncesine kıyasla daha fazla seçeneğe sahip olduğu açık.
Türkiye elbette bu işin dışında değil, ancak büyük Arap devletlerinin Suriye’nin yeni liderleriyle temas ve çalışma ilişkisi kurma çabaları Türkiye’nin bölgedeki bir zayıflığını ortaya koyuyor: Ankara’daki liderler, Arap ülkeleriyle kültürel yakınlıklarının kendilerine Ortadoğu toplumları hakkında alan kazandırdığını iddia ediyor. Bu, Osmanlı tarihinin (yanlış) okumalarına dayanan çoğunlukla boş bir iddiadır. Emin olmak gerekirse, yıllar boyunca yapılan anketler Erdoğan’ın özellikle Filistinlilere verdiği destek nedeniyle popüler olduğunu, İstanbul’da oldukça fazla sayıda Arap turist olduğunu ve Ortadoğuluların Türk televizyon dizilerine düşkünlüğünü sürekli olarak göstermiştir – ancak bu kültürel yakınlık anlamına gelmez.
İslamcı olarak Erdoğan ve iktidardaki AK Parti’nin Arap dünyasına, özellikle de Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Hamas ve diğer İslamcı dostlarına karşı bir sempati duyması daha muhtemeldir. Türklerin Suriyelilerle aralarında algıladıkları yakınlık ne olursa olsun, bu yakınlık Suriyelilerin Arap kardeşleriyle olan yakınlıklarının yanında muhtemelen sönük kalacaktır. Bu da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Ürdün ve diğerlerine Şam’da Türkiye’ye karşı bir avantaj sağlıyor.
Bir de Kürt milliyetçiliği ve Washington’un Suriye’de İslam Devleti’ne karşı ortağı olan Suriye Demokratik Güçleri’nin çekirdeğini oluşturan Halk Savunma Birlikleri (YPG) adlı Suriyeli Kürt savaş güçleri gibi çetrefilli bir mesele var.
Türk hükümeti, Esad rejiminin sona ermesi, HTŞ’nin Şam’da iktidara gelmesi ve ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Amerikan güçlerini geri çekmeye hazır olduğunu açıklamasının ardından, Suriye Milli Ordusu’nu, PKK’den ayırt etmediği YPG’yi yok etmek için kullanma fırsatı doğduğuna inanıyor. Bu, Ankara’nın bakış açısına göre, güneyden gelen bir güvenlik tehdidini nihayet ortadan kaldıracaktır.
Türkiye açısından ise Kürt milliyetçiliğine karşı yıkıcı bir darbe vurmak için uygun bir zaman gibi görünüyor. Ve Ankara’nın Suriye’deki görünür zaferi, Türkiye’ye bu hedefe ulaşma imkanı veriyor gibi görünüyor.
Steven A. Cook’un Foreign Policy’deki İngilizce yazısından Türkçe’ye çevirilmiştir.