• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Suça sürüklenen çocuklar | Yeni düzenlemeler ne getiriyor? Ceza mı önleme mi…

Suça sürüklenen çocuklar | Yeni düzenlemeler ne getiriyor? Ceza mı önleme mi…

Adalet Bakanlığı’ndan suça sürüklenen çocuklara ilişkin yeni çözüm önerisi, “cezaları artırmak” oldu. Çocuk hakları alanında çalışan avukatlar Kardelen Ateşçi ve Burcu Düzen ile İHD Çocuk Hakları Merkezi’nden Kübra Bülbül’le bu düzenlemeleri tüm detaylarıyla konuştuk: “Çocuk sistemin eksiklikleri nedeniyle adalet sistemine dahil oluyor.”

Suça sürüklenen çocuklar | Yeni düzenlemeler ne getiriyor? Ceza mı önleme mi…
Foto: Banksy
  • Yayınlanma: 11 Eylül 2025 11:41
  • Güncellenme: 11 Eylül 2025 11:47

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, çocukların suça sürüklenmesini engellemek amacıyla Türk Ceza Kanunu ve bazı yasalarda değişiklik öngören düzenlemelerin yeni yasama yılında Meclis’e sunulacağını duyurdu. Bakan Tunç’un açıkladığı taslakta; 15-18 yaş grubundaki ceza indirim oranlarının gözden geçirilmesi, aile yükümlülüklerini ihlale yönelik suçlarda yaptırımların güçlendirilmesi, çocuk hükümlülerin kapalı cezaevlerinde tutulması ve tedbirlere aykırı davranan ebeveynlere etkin yaptırımlar uygulanması öne çıkıyor.

Peki bu düzenlemeler çocukların suça sürüklenmesini önlemede etkili olabilir mi?

Tüm bunları İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Kardelen Ateşçi, avukat Burcu Düzen, İnsan Hakları Derneği (İHD) Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi Kübra Bülbül ile İlke TV’de konuştuk.

Ancak Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un işaret ettiği düzenlemeleri değerlendirmeye geçmeden önce “suça sürüklenen çocuk” yani “SSÇ” kavramına Kardelen Ateşçi ve Burcu Düzen’in anlatımıyla biraz yakından bakalım.

Bu kavram ilk ne zaman kullanıldı, adalet sisteminde çocuk hakları anlayışının tarihsel süreci ne ve şimdilerde kamuoyunda niçin tartışmalı bir gündem haline geldi…

***

İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Kardelen Ateşçi, Türkiye hukukunda 18 yaşını doldurmamış herkesin çocuk olarak kabul edildiğini hatırlatarak, çocukların işlediği iddia edilen suç fiillerinde “suçlu” yerine “suça sürüklenen çocuk” ifadesinin kullanıldığını söyledi.

Ateşçi, bu tanımın çocuğu yalnızca cezalandırılacak bir fail olarak görmenin ötesine geçerek, toplumla yeniden bütünleşmesi ve korunması ihtiyacını ön plana çıkardığını ifade etti.

SSÇ ifadesi sistemin sorumluluğunu da ortaya koyuyor

Çocukların adalet sistemiyle karşı karşıya kalmalarının çoğunlukla yoksulluk, eğitim hakkına erişimdeki engeller, aile içi sorunlar, sosyal hizmetlerin yetersizliği ve toplumsal dışlanma gibi yapısal nedenlerden kaynaklandığını belirten Ateşçi, kavramın çocuğun bireysel sorumluluğu kadar sistemin sorumluluğunu da görünür kıldığını vurguladı.

Tabii bu ifade de eleştiriden muaf değil. Ateşçi’ye göre, bu ifade çocuğu doğrudan “suç işlemiş” gibi göstermesi gibi olumsuz bir yan taşıyor.

Kavramın 2005 yılında yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile mevzuata girdiğini belirten Ateşçi, yasalaşma sürecinde sivil toplum örgütleri ve hak savunucularının “kanunla ihtilaflı çocuk” ifadesini önerdiğini belirtti.

Ateşçi, çocuk hakları anlayışının tarihsel sürecine de değinerek, “Çocuklar uzun süre bağımsız bir birey olarak değil, ebeveynlerinin ya da toplumsal yapının bir parçası olarak görüldü. Bazı kültürlerde babaların kendi çocuklarını köle olarak satabilmesi dahi meşru kabul edildi. Çocukluk, sadece yetişkinliğe hazırlık evresi olarak algılandı; çocukların özel hakları olabileceği fikri büyük ölçüde görmezden gelindi” dedi.

Bu anlayışın II. Dünya Savaşı sonrasında köklü biçimde değişmeye başladığını kaydeden Ateşçi, 20. yüzyılda çocuk adalet sistemlerinin yeniden yapılandırıldığını ve çocuk mahkemeleri, sosyal inceleme raporları ile uzman görüşlerinin yargılamaya dahil edildiğini anlattı.

“Artık mesele yalnızca çocukları cezalandırmak değil; onların hangi koşullar altında suça sürüklendiğini anlamak, eğitmek ve toplumla yeniden bütünleştirmekti.”

Çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan araştırmalara atıf yapan Burcu Düzen, suçlu çocukların suçu bilinçli ve istemli olarak işlemediği, içinde bulundukları şartlar ve yaşam koşulları çerçevesinde suça itilmiş olduklarının saptandığının altını çizerek şunları ekledi:

“Bu nedenle suç eyleminde bulunan çocuk yaşının küçüklüğü, içinde bulunduğu psiko-sosyal gelişim özelliklerinin kendine özgü oluşu, yeterince olgunlaşmamış olmanın verdiği dengesizlik, ailesel ve çevresel açıdan suça meyilli hale gelmesine zemin hazırlayan faktörler gibi nedenlerle yasal yaptırımlar bakımından yetişkinlerden ayrı muamele görmek durumunda olduğu için çocuklara yönelik ayrı bir yargılamayı içeren adalet sistemi ortaya çıkmıştır.”

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/ Evrensel

Son dönemde basına yansıyan olayların ardından kamuoyunda tartışmalı bir konu haline gelmesine ilişkin konuştuk.

Avukat Burcu Düzen’e göre, kamuoyu bu konuyla ilgili sonuçları tartışıyor fakat esas tartışılması gereken şu olmalı:

“Tartışmamız gereken şey bu çocukların neden suç işledikleri, toplumda suç işleme oranının neden arttığı olmalı. Tabi ki internet kullanımının artması, medyanın bazen haber veriş şekli, medyaya yansıyan bir çok olay suça sürüklenen çocukların tartışılmasına neden oluyor. Ama tartışmamız gereken şey sonuçlar değil nedenler olmalı.”

‘Farklı görüşler çocuk haklarının yerleşmesi ve olgunlaşmasına imkan sağlar’

Kardelen Ateşçi ise kamuoyundaki bu tartışmalara ilişkin, “Bu mesele, toplumun çocuklara ve suç olgusuna bakışını doğrudan etkiliyor. Sonuçta ‘dünya yuvarlaktır’ gibi herkesin üzerinde uzlaştığı bir gerçeklikten söz etmiyoruz; burada değerler, adalet anlayışı ve çocukluk kavramı tartışmaya açılıyor. Her açıklama, her karşıt görüş, bir diğerini besliyor; fikirler konuşa konuşa, tartışa tartışa olgunlaşıyor” dedi.

Ateşçi, SSÇ tartışmalarının sadece hukuki bir mesele olmadığını, aynı zamanda çocukların hak öznesi olarak görülüp görülmemesiyle ilgili olduğunu anlattı:

“Kamuoyunda bu tartışmaların yapılması, toplumun çocuklara yönelik hak temelli bir bakış açısını geliştirmesine imkan sağlayacağına inanıyorum. Bu nedenle farklı görüşlerin varlığı, tek başına bir sorun değil; tam tersine, çocuk haklarının yerleşmesi ve olgunlaşması için gerekli bir toplumsal süreç.”

Çocukların suça sürüklenmesini tartışırken en önemsediği yaklaşımın “sorumluların sorumluluklarını üstlenmesi ve yükümlülüklerini yerine getirmesi” olduğunu kaydeden Ateşçi, bu konuyu şöyle anlattı:

“Çocuğun erken yaşta sokakta çalışması, çiçek satması veya başka yollarla yaşamını sürdürmeye çalışması yalnızca bireysel bir sorun değil, doğrudan sosyal politikaların eksikliğinin ve ihmalinin sonucu. Bugün, okulda olması gereken bir çocuk sokakta çalışıyorsa, bu durum yarın ihmal ve istismara açık hale gelmesine, bir sonraki aşamada ise ya suç işleyen çocuk ya da mağdur çocuk olarak adalet sistemine girmesine yol açıyor. Dolayısıyla sorumluluk, çocuğun değil; devletin, yerel yönetimlerin, eğitim kurumlarının ve toplumun ortak yükümlülüğü.”

‘Çocukları anlamak, korumak ve toplumla bütünleştirmek’

Kardelen Ateşçi’nin mücadelesi de bu noktada şekilleniyor.

“Sorumluların öz eleştiri yapmasını, gerçek anlamda çocuk koruma politikaları geliştirmesini ve çocukların yaşam hakkını, eğitim hakkını, güvenliğini önceleyen yapısal çözümler üretmesini talep ediyorum. Çünkü ancak bu şekilde çocukların suça sürüklenmesinin önüne geçilebilir.”

Çocukların mevcut yargılama ve “ıslah” süreçlerinde hak temelli yaklaşımın eksik olduğunu vurgulayan Ateşçi, İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak çok sayıda sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenledikleri bir çalıştay sonucunda “Çocuk Adalet Sistemi ve İnfaz Rejimine Dair Politika Belgesi” hazırladıklarını belirtti.

Hazırlanan belgenin, çocukların adalet sistemi içinde karşılaştığı sorunları ortaya koyduğunu aktaran Ateşçi, şunları söyledi:

“Sosyal inceleme ve adli raporlar çoğu zaman bilimsel temelden uzak, yüzeysel ve çocuğun gelişimsel özelliklerini yansıtmayacak şekilde hazırlanıyor. Mağdur çocuklar için sağlanan uzman desteği, suça sürüklenen çocuklar için çoğu zaman sağlanmıyor. Tutuklamaya başvurmadan önce önleyici ve koruyucu tedbirler uygulanmıyor; çocuk mahpuslar ise eğitime erişimde ciddi engellerle karşılaşıyor. Tüm bu bulgular, çocuk adalet sisteminde çocuğun yüksek yararına ve hak temelli bir yaklaşıma yeterince önem verilmediğini gösteriyor.”

Mevcut sistemin ceza odaklı bir anlayışla işlediğini belirten Ateşçi, “Bizim için önemli olan, yalnızca ceza odaklı bir sistemi sürdürmek değil; çocukları anlamak, onları korumak ve toplumla bütünleştirmek. Çocuk haklarını merkeze alan, destekleyici ve koruyucu önlemleri öne çıkaran bir adalet anlayışına ihtiyaç var” dedi.

Fotoğraf: csgorselarsiv.org

Cezaların artırılması çocuk suçluluğunu azaltır mı?

Adalet Bakanı’nın açıklamasına dönelim.

Burcu Düzen, her düzenlemenin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizerek şunları kaydetti:

15-18 yaş aralığındaki çocuklar açısından ceza indiriminin yeniden gözden geçirilmesi: “Bu yönde düzenlemeler getirilmesinin çocukların suça sürüklenmesini önlemede etkili olacağını düşünmüyorum. Çünkü bahsettiğimiz özne ‘çocuk’, çok değişken. Yetişkinden farklı, aynı bilinçte ve bilişsel seviyede değil. Yine aynı şeye geliyoruz: Çocuğun suç işlemesine neden olan durumları ortadan kaldırmadıkça, yapılacak hiçbir düzenleme suç işleme oranını azaltmayacaktır. Ceza indiriminin kaldırılması/ belirli suçlarda indirim uygulanmaması gibi hususlar tabi ki çocuk aleyhine ve daha çok cezalandırıcı bir düzenleme olacaktır.”

Aile yükümlülüklerinin ihlaline dair suçların yaptırımlarının güçlendirilmesi: “Aile yükümlülüklerinin ihlaline ilişkin düzenlemelerde zaten çok sınırlı bir düzenleme var. Ancak çocukların suça sürüklenmesinde ailenin özellikle aile tarafından çocukların ihmal edildiğini düşünecek olursak; bu anlamdaki yaptırımların ağırlaştırılması, ailelerin çocuklara yönelik ihmali davranışlarının önüne geçilmesini dolayısıyla, çocuklar açısından risk faktörlerinin azaltılması için önemli olabilir.  Ama tabi ki bu ‘çocuğu suç işleyen aile de cezalandırılsın’ demek değil. Nitekim cezaların şahsiliği söz konusu.”

Çocuk hükümlülerin cezalarının çocuk kapalı cezaevlerinde infaz edilmesi ve iyileşme durumunda eğitimevlerine ayrılabilmesi: “Düzenlemeyi görmeden bir yorum yapmak çok doğru değil. Ancak mevcut sistemde suça sürüklenen çocukların cezaları kesinleştiğinde; tutukluluk veya hüküm özlülük aşamasında aldığı disiplin cezası, firar etme gibi durumlar istisna olmak üzere doğrudan eğitimevine gönderilirken, bunun bir komisyon kararına bağlanması çocukların kapalı ceza infaz kurumunda geçireceği süreyi artıracak, çocuğun topluma yeniden kazandırılması açısından aleyhine bir düzenleme olacaktır.”

Çocuğun yararına alınan tedbir kararlarına aykırı hareket eden anne, baba veya sorumlular hakkında etkin yaptırımlar uygulanması: “Aslında doğrudan çocuklarla ilgili bir düzenleme değil. Ancak çocuk yararına verilen tedbirlere aykırı hareket edilmesi çocuğun ihmal edildiğini de gösterebilir. Koruyucu destekleyici tedbirlerin amacı, çocukla ilgili risklerin fark edilerek, çocuğun gelişimi, gelecekteki hayatı ve üstün yararı açısından çocuğun iyi olma halini gerçekleştirmek, çocuğu korumak ve desteklemektir. Çocukların bulunamaması veya ilgili kuruma gitmemeleri sebebiyle bu tedbirler çoğu zaman uygulanamıyor. Burada amacımız çocuğu korumak ise bu tedbirlerin uygulanması önem arz ediyor. Ancak burada vasiler açısından sıkıntılı bir durum yaşanabilir. Nitekim vasi her zaman çocuğun ailesinden biri olmuyor veya çocuğun vasisi veya çocuk vasinin yanında olmuyor. Bu düzenlemenin tüm yönleri ile hassasiyetle incelenmesi gerekiyor.”

‘Çocuk sistemin eksiklikleri nedeniyle adalet sistemine dahil oluyor’

Bakanlığın düzenleme önerilerine ilişkin konuştuğumuz Kardelen Ateşçi ise düzenlemelerin merkezinde daha çok cezaların ağırlaştırılması ve yaptırımların güçlendirilmesi olduğunun altını çizdi.

Bu yaklaşımın daha çok cezalandırıcı bir anlayışı yansıttığını belirten Ateşçi, bu noktada tartışılması gereken esas konunun, “Cezaların artırılması gerçekten çocuk suçluluğunu azaltır mı?’ sorusu olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:

“Araştırmalar ve uluslararası deneyimler bize bunun yanıtının hayır olduğunu gösteriyor. Çocukların suça sürüklenmesinin arkasında çoğunlukla yoksulluk, eğitim hakkına erişimdeki engeller, aile içi sorunlar, sosyal hizmetlerin yetersizliği ve toplumsal dışlanma var. Yani çocuk, çoğu zaman kendi seçiminden çok, sistemin eksiklikleri nedeniyle adalet sistemine dahil oluyor. Bu noktada yalnızca ebeveynlere sorumluluk yüklemek de eksik bir yaklaşım. Çocuğun bakım verenlerinden öğretmenlerine, okul idaresinden sosyal hizmet uzmanlarına, aslında çocuğun yaşamına temas eden tüm yetişkinler ve kurumlar sorumluluğu paylaşmalı.”

ABD örneğini hatırlatan Ateşçi, ağırlaştırılmış cezaların çocuk suçluluğunu önlemediğini, aksine yeniden suç işleme riskini artırdığını söyledi:

“Gençleri hapsetmek kısa vadede suç işleme ihtimalini azaltıyor gibi görünse de tahliye sonrası yeniden suç işleme oranlarını yükselttiğini ortaya koyuyor. Yani cezaların ağırlaştırılması, uzun vadede çocukları daha kırılgan hale getiriyor ve toplumla yeniden bütünleşme ihtimalini düşürüyor.”

Çocuk hakları açısından bakıldığında, Ateşçi’ye göre çözüm cezaların ağırlaştırılmasında değil; cezaları ağırlaştırmak yerine, çocuğun suça sürüklenmesini önleyecek sosyal politikaların geliştirilmesine, eğitim ve sosyal hizmet sisteminin güçlendirilmesine, ailelere ve bakım verenlere destek mekanizmaları kurulmasına odaklanmak çok daha etkili olur.

Çocuk mu toplum mu?

Adalet Bakanı’nın açıkladığı yeni düzenlemelere dair bir diğer dikkat çekilmesi gereken nokta ise düzenlemelerin önceliğinin ne olduğu konusu. Çocukların üstün yararı mı, yoksa toplum huzuru ve güvenliği mi daha fazla gözetilecek?

Burcu Düzen, düzenlemelerin ne olduğunu tam anlamıyla görmeden bir yorumu yapmanın mümkün olmadığını belirtmekle birlikte açıklanan kısımlar incelendiğinde çocukların üstün yararından ziyade toplumun huzurunu ve güvenliğini daha çok gözettiğini söyleyedi.

Ateşçi’ye göre, bu noktada devletin çocuklara dair sorumluluğunun niteliği önemli.

“Çocuğu toplumla bütünleştirmek, gelişimini desteklemek ve suçla ilişkilenmesini önlemek mi hedefleniyor, yoksa kısa vadeli bir güvenlik algısıyla toplumun kaygılarını yatıştırmak mı? Toplum güvenliği elbette önemli ve gerekli. Ancak bu güvenliği yalnızca cezaları artırarak sağlamaya çalışmak, kısa vadeli bir yanılsamadan öteye geçmez.”

Çocuk suçlular kategorize edilirse

Peki çocukların kategorize edilmesinin önüne nasıl geçilecek? Bu soruyu sorma ihtiyacı ise tartışılan konulardan birisi olmasından kaynaklanıyor: Siyasi suçlar.

Türkiye, özellikle toplumsal olaylara ve siyasi tepkilere katılan çocuklara yönelik ağır cezai yaptırımlara çok tanık oldu. Taş atan çocuklardan, Gezi Parkı protestolarına ve yakın tarihte 19 Mart operasyonları sonrası Saraçhane protestolarına kadar çocukların da öne çıktığı toplumsal olaylarda terör suçlamasıyla yargılanan ve ağırlaştırılmış cezalarla karşı karşıya kalan çocuk sayısı azımsanmayacak düzeyde.

İşte bu taslak, böyle bir ortamda gündeme geldi. Kamuoyuna yansıyan endişelerden biri de özellikle “siyasi suçlar” bağlamında bir bastırma aracına, çocuklar için ise geri dönüşü olmayan bir adaletsizliğe dönüşme riski olması.

Burcu Düzen, suç türüne göre bir ayrım yapılması halinde bunun doğrudan ayrımcılık yasağına aykırı olacağını vurgulayarak, şöyle konuştu:

“Suç ayrımı yapılması durumunda BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde de düzenlenen ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil edeceğini düşünüyorum. Ayrıca bu şekilde bir suç ayrımı yapılması durumunda cezaların infazında da çocuklar aleyhine değişiklikler söz konusu olabilecek. Bu anlamda uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülükler mutlaka dikkate alınmalıdır.”

Kardelen Ateşçi de konuya ilişkin son sözünü şöyle ekledi: “Çocukların kategorize edilmesinin önüne geçmek için düzenlemelerde çocuğun yüksek yararı, ayrımcılık yasağı ve tutuklamanın son çare olması ilkelerinin sıkı şekilde korunması şart.”


İHD Çocuk Hakları Merkezi alınması gereken önlemleri sıraladı

İnsan Hakları Derneği (İHD) Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi Kübra Bülbül, Adalet Bakanlığı’nın gündemindeki çocuk cezalarına ilişkin düzenlemelerdeki ceza artırımı ve kapalı cezaevi uygulamalarının çocuk hakları açısından büyük risk taşıdığını vurgulayarak, “Çocukları topluma kazandırmak yerine, toplumdan uzaklaştırır” uyarısında bulundu.

Adalet sistemine giren çocukların ciddi hak ihlalleriyle karşılaştığını aktaran Kübra Bülbül, bu ihlalleri şöyle sıraladı:

“Etkin olmayan sosyal inceleme raporları, çocuk dostu olmayan ifade alma ortamları, çocuk için en son izlenecek yol olmasına rağmen cezaevine konulma, onur kırıcı muamele ve toplumda damgalanma, psikososyal destek hizmetlerine erişimde yaşanan sıkıntılar.”

Kamuoyunda zaman zaman çocuklara yönelik linç kampanyaları yürütüldüğünü ve saç kesme gibi hedef gösterme eylemleri yaşandığını hatırlatan Bülbül, “Bu tartışmaları büyütmektedir ve çocukların yargılama sürecinde adil olmayan ceza odaklı bir yaklaşımın benimsenmesini kamuoyu ile normalleştirmeye çalışmaktadır” diye konuştu.

Bülbül, çocukların suça sürüklenmesini önlemek için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

-Koruyucu ve önleyici tedbirler BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (BMÇHS) ve Lanzarote Sözleşmesi ile uyumlu hale getirilmeli.

-Derin yoksulluk, göç, eğitimden kopuş, ötekileştirme, akran zorbalığı gibi sorunlara yönelik yapısal politikalar geliştirilmeli.

-Düzenlemeler yapılırken sivil toplum örgütleri, çocuk hakları savunucuları ve ilgili bakanlıklar aynı masada buluşmalı.