İlginç bir hafta yaşandı. Sürecin yasal ve pratik adımlar içeren ve iktidara sorumluluk yükleyen aşaması başladığından bu yana, artarak süren tahrik gücü yüksek manipülasyonlar, hedef göstermeler, bastırmalar içinde ayrımcı ve ırkçı söylem kotası doldu ve taştı.
İktidarın atması beklenen önemli somut ve yasal adımlar yerine DEM Parti’yi ve sürecin Kürt muhataplarını hedefleyen, suçlayan, tehdit ve tahkir eden, çapsızlıkta yarışan tuhaf bir ortam oluşturuldu. Süreci tahrik eden dil alabildiğine coşturuldu. Benimle başlayan, Gülistan Koçyiğit, Pervin Buldan ve son olarak Leyla Zana ile devam eden politik Kürt kadınlarını hedefleyen ırkçılıkla kol kola hoyrat erkeklik yarışı bu takrikkâr coşkunun en işlevli aparatı durumunda.
Süreç karşıtlığının en kaba görünümlerini sergileyenler, bu tahrik yarışında sürecin mimarlarından olan MHP liderine dokunamayınca tüm dokunma haklarını, başta Kürt kadınları olmak üzere Kürt aktörlerde kullanmanın dayanılmaz kolaycılığı ile çözüm ve barış köprülerinin ayaklarına da var gücü ile vuruyorlar.
Ana akım medya ve iktidar siyasetinin taşıyıcı kolanları ile yol alan bu kesimlerin bunca coşturulmasında kuşkusuz hesabı olanlar sorumlu. Bunların kim olduklarından çok bu coşku halinin hangi zamanlara denk geldiği dikkatle not düşülmeyi gerektiriyor.
Zira ne zaman süreç aşılacak bir viraja denk gelse bu kesimler coşturuluyor. Ne zaman iktidar sorumluluğunun gereği ile uyumlu adımlar atmak zorunda kalsa bu kesimler coşturuluyor. Bakın son ırkçı eril coşkunun yükseltildiği zaman dilimi, tarafların ilan ettiği 2. aşamaya geçişe denk geliyor.
Neydi bu 2. aşama? İktidarın yasal, bürokratik değişimler yapması gereken aşama. Sürecin ihtiyaç duyduğu geçiş yasalarının yapılması gereken aşama.
Örneğin sürecin başında Bahçeli tarafından ilan edilen “Öcalan’ın umut hakkının tanınması” aşaması son birkaç aydır tamamlanmalıydı ama bir türlü olmuyor? Ne zaman gündeme gelse hoop bu ırkçı, ulusalcı, şoven yapı harekete geçiriliyor. Sosyal medya ve ana akım (İktidar ve muhalefet odaklı) medya bu kesimlerin suç mahalline dönüştürülüyor. Suç mahalli diyorum çünkü paylaşımlar ve kamuoyunu manipüle etme çabaları, algı operasyonları; hedef göstermeden, kışkırtmaya, toplumu bölmeden enva-i biçimli nefret suçlarına kadar geniş bir yelpazede üstenciliğin ve cezasızlığın tüm özgüveni ile ilerliyor. Ve elbette yargı sopası bunlar için işlemiyor!
Bir tür psikolojik harp elemanı gibi işleyen bu kesimlerin gördüğü işlev sadece süreci değil toplumun birlik olma dinamiklerini de zayıflatıyor.
İçinde ulusalcı, ergenekoncu kodlar taşıyan bu kesimler Zafer partisinde, İyi partide; hatırı sayılır biçimde AKP, CHP gibi partilerde kümelenmiş olsa da bu çevrelerin buluştuğu ortak potayı “Neo İttihatçılık” olarak tariflemek mümkün görünüyor.
Sürecin araçsallaştırılması bu kesimlerin palazlanmasının en elverişli zemini durumunda. İktidar partisinin ve muhtemelen devlet adına hareket eden kimi çevrelerin şimdilik süreci reddetmekten daha işlevli ve maliyetsiz bulduğu süreci araçsallaştırarak yönetme hamlesi; bir yandan iktidarı sorumlulukları nezdinde sorumsuzlaştırırken, öte yandan neo ittihatçılığa geniş bir mobilizasyon ve örgütlenme alanı sunuyor.
Bu sayede iktidarın, sürecin bir gereği olarak uygulaması gereken umut hakkı uygulanmıyor, Bu sayede iktidarın yapması gereken barış için geçiş süreci yasaları çıkmıyor, bu sayede Türkiye’nin demokratikleşmesinin zorunlu koşulu olan Kürt meselesinin çözümüne dair, ünlü deyimle söyleyecek olursak çatışmaya neden olan kök nedenlerin çözümüne dair bir siyasi irade, politika ve proje ile karşılaşmıyoruz. Tüm bunları sorgulatmamanın en işlevli yolu olarak “neo ittihatçıların” mobilizasyonu tercih ediliyor. Bunlar sayesinde iktidar hem adım atmamış oluyor hem konumunu güçlendirmiş oluyor hem de çözüm sürecine karşıyım dememiş oluyor.
Sağlıklı işleseydi demokrasi üretmesi beklenen süreç, iktidarın politikaları nedeniyle, ırkçılığı giyinmiş bir neo-ittihatçılık üretiyor. Süreç ilerleyebilmek için özgürlük yasaları ve uygulamalarını dayattıkça iktidar bu sorumluluktan kaçış için bu kesimlerin konsolidasyonuna imkân sunuyor.
19 Mart operasyonları ve sonrasındaki anti demokratik gelişmelerden beslenen neo-ittihatçılık eliyle Kürt siyasal hareketine siyaset tayin edebilmeyi, tasfiye edebilmeyi hesaplayanlar tarih okumasından da yoksun olmalı ki büyüttüklerinin bir bumerang olduğunu hesaplayamıyor.




