Suriye labirenti
Ahmet Faruk Ünsal 17 Mart 2025

Suriye labirenti

Öcalan’ın 27 Şubat tarihli mektubuyla “tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir“ çağrısının muhatap “grup”larından birinin YPG mi olup olmadığı tartışmaları sürerken, 10 Mart’ta, ABD arabuluculuğunda, Suriye geçici Devlet Başkanı Colani ile SDG komutanı Mazlum Abdi anlaşma imzaladı.

Bizzat Erdoğan ve Fidan tarafından defalarca “Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD/YPG/SDG” nitelemesine maruz kalan SDG komutanı Mazlum Abdi, Colani’nin eşiti olarak 8 maddelik çerçeve anlaşması imzaladı. Kendi resmi pozisyonunu, “Şam’da PYD/YPG’ye yer yok” diye kırmızı çizgilelerle belirleyen Türkiye’nin kısmen hassasiyetleri gözetilmiş olsa da, anlaşmanın uygulanmasını sağlamak amacıyla atılacak adımları belirleyecek komitelerin oluşturulması karara bağlandı.

Türkiye basınında, “YPG kendini feshediyor, tüm gümrükler ve petrol/doğalgaz işletmesi Suriye merkezi hükumetine devrediliyor” diye zafer çığılıklarıyla duyurulan anlaşmanın ilgili maddesinde aslında fesih yok entegrasyon var:

“Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahaları da dahil olmak üzere devlet yönetimine entegre edilmesi.”

Burada “fesih” yerine “entegrasyon” kelimesinin tercih edilmesinin, kendi varlığını yok etmeyi değil kendi varlığını koruyarak ana gövdeyle uyumlu hale gelmeyi anlatmak için olduğu anlaşılıyor.

Anlaşmanın diğer maddeleri ise; Kürtlerin Suriye’nin parçası olduğu ve vatandaşlık haklarından yararlanacağı, etnik/dini kökene bakılmaksızın liyakat esaslı kamu yönetimi kurulması, yerlerini terketmiş olanların geri dönüş hakkı, Suriye’nin tamamında ateşkes sağlanması, Esad (Baas) yönetiminin kalıntılarına ve ülkenin güvenliği ile birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadele edilmesi ve bölünme çağrıları, nefret söylemi ve çatışma çıkarmaya yönelik girişimlerin reddedilmesi, gibi
daha çok genel prensipler içeriyor.

Kısacası 8 maddelik Colani-Abdi çerçeve anlaşması; imzacılara taraf ehliyeti vererek SDGyi meşrulaştırması, uygulama adımlarının belirlenmesini yıl sonuna kadar ortak komitelere bırakarak müphemliğini koruması ve uygulama adımları belirlenirken ortaya çıkacak ihtilafı gidermek için Türkiye’ye güç kullanma imkan vermemesi (anlaşmanın ABD gözetiminde olması bakımından) nedeniyle, acele sonuç bekleyen Türkiye’yi çok da memnun etmiş görünmüyor.

8 maddelik çerçeve anlaşmasının Alevi katliamının hemen arkasından yapılması ve anlaşma metninde yer alan “Esad kalıntılarına karşı mücadelenin desteklenmesi” maddesi Alevi kesimlerce tedirginlikle karşılandı. Burada sözü edilen “Esad kalıntıları”nı “Baas kalıntıları” şeklinde okumanın, SDG’nin mücadele geçmişiyle çok daha uygun olduğunuk kabul etmek adalete daha uygun düşer. Anlaşma metninde geçen, Suriyenin tamamında ateşkes ilanı meselesi de, benzer operasyonlara kapıları kapatan madde olarak görülmelidir. Zamanlama meselesini gelince, anlaşmanın Alevi katliamının hemen sonrasında yapılmasını Colani’nin akredite edilmesi olarak yorumlamanın abartı olduğu tartışmasız. Zira Colani, hem Batı Dünyası ve hem de İslam Dünyası tarafından, zaten meşru devlet başkanı olarak kabul ediliyor.

Colani-Abdi çerçeve anlaşmasının hemen akabinde ise, 13 Mart’ta, Colani, tamamı kendisi tarafından atanmış üyelereden oluşan geçici anayasa hazırlama komitesinin hazırladığı, yenisi belirlenene kadar yürürlükte kalacak olan, Suriye Geçici Anayasası’nı ilan etti.

Geçici anayasaya göre devletin adı Suriye Arap Cumhuriyeti, resmi dili de Arapça olarak öngörülüyor. Bu, doğal olarak Kürtler’de hayal kırıklığı oluşturdu. Devlet başkanına Müslüman olma zorunluluğu getirilirken yasamanın temel kaynağı olarak İslam fıkıhı öngörülüyor. Burada kimin Müslüman sayılacağı ve hangi fıkıhın esas alınacağı meselesi, doğal olarak bütün kariyerlerini selefi tekfirci yoruma göre oluşturmuş olan HTŞ kadrolarına dönük haklı güvensizliği açığa çıkarırken, diğer taraftan da yetenekli bir gayrımüslüme kapıların kapatılmış olması sorununu ortaya konuyor. Bu durum, Dürzi, Alevi, Ezidi, İsmaili, Şii ve gayrimüslüm azınlıkları tedirgin ederken, seküler Kürt ve Arap çevrelerde de büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. 5 yıllık geçiş dönemi öngören geçici anayasaya göre, üyeleri Colani tarafından seçilen yüksek seçim kurulunun izin verdiği adaylar 30 aylığına seçilecekleri Halk Meclisi’ni oluşturacak ve yeni anayasayı bu meclis yapacak. Mevcut anayasa mahkemesi lağv edilecek ve yenisinin tüm üyelerini Colani tek başına belirleyecek.

Genel hatlarıyla, tedirginlik yaratan maddeleri yukarıda tek tek ifade edilen geçici anayasayla ilgili olarak Dürziler ve Kürtler “diktatörlüğü yeniden inşa edecek olan bu geçici anayasa”yı kategorik olarak reddetiler.

Suriye anayasa hazırlama komitesi üyesi Ahmed el Kurbi ise, hazırladıkları geçici anayasa metnindeki sorunların farkında olarak, bu sorunların telafisi için seçilmiş parlamentoyu adresliyor:

“Ulusal haklar kalıcı anayasada tartışılacak. Şu anda Suriye devletini korumak istiyoruz. Ulusal haklardan bahsettiğimizde, çeşitli bileşenlerin ulusal hakları hakkında müzakere edip konuşacak olan Suriye halkının temsilcileri değiliz”

Oysa, tamamı Colani süzgeçinden geçen adaylardan seçilecek olan parlamentonun bu değişiklikleri yapmasının neredeyse imkansız olduğu, herkes gördüğü bir hakikat.

Çok muhtemelen Colani, geçici anayasada inşa edilmek istenen tek adam rejimini ve onun üzerine oturduğu selefi dar kafalılığı görünmez kılmak üzere önümüzdeki günlerde kabine revizyonu ile kozmetik düzenleme yapacak. Suriye halklarının bu uyanıklığa kanmayacağını ön görebiliriz.

Colani-Abdi çerçeve anlaşmasıyla geçici anayasayı kıyasladığımızda görünen o ki, açıkça ABD mühendisliğiyle yazılan ve Türkiye’nin maximalist taleplerini görmezden gelen, Türkiye’nin ısrarla vurguladığı noktaları müzakere sürecine havale ederek Abdi’yi meşru temsilci makamına yükselten çerçeve anlaşmasına karşı Türkiye, geçici anayasa metni ile cevap verdi. Geçici anayasanın ilanından hemen sonra Suriye’ye giden Fidan, Güler, Kalın üçlüsü yaptıkları açıklamada:

“Biz hiçbir zaman için orada bir otonomi veya özerklik arayışına ilişkin bir taviz olduğunu düşünmüyoruz. Yeni yönetime telkinimiz Suriye Kürtlerinin haklarının verilmesi, bu hem Cumhurbaşkanımız hem de Türkiye için fevkalade önemli. Biz Suriye devletinden ne bekliyoruz? Kürtlere bütün haklarının verilmesi gerekiyor. Ama buna mukabil oradaki terör yapısının ortadan kalkması, silahlı unsurun bütün imkan ve kabiliyetlerini devlete teslim etmesi.”

Israrla Kürtlerin, Alevilerin ve Dürzilerin kollektif haklarını görmezden gelip taleplerini bireysel haklara indirgeyen, Türkiye etkisindeki Suriye geçici yönetimi ile kollektif haklarını talep eden yerel halkların çekişmesi, zeminin İsrail’e doğru kaymasına imkan veren bir psikolojiyi besliyor.

En temel hakları katakulli ile gasp edilmeye çalışılan Suriye halklarının; Dünya’nın tek apartheid devleti olan ve Davut Koridoru peşinde koşan işgalci, soykırımcı devlete kurtarıcı gibi yönlendirilmesi, bölgenin sosyolojik ve politik kimyasına da uymamaktadır. Aslında kendi ideolojik perspektifini Suriye’ye ihraç etmeye çalışarak Türkiye, günün sonunda İsrailin işine yarayacak bir pozisyon alıyor ve bunun tarihi sorumluluğundan da kaçamayacaktır.

Bölge halklarının izzet ve şerefinin birbirlerine zimmetli olduğu perspektifinden kopmadan ve kendine yapılmasını istemediğini diğer halklara da yapmamayı temel ahlaki ilke olarak görmeyi bırakmadan söylemeliyiz ki; el kapısında izzet ve şeref arayan kölelikten başka bir şey bulmaz.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.