Suriye nereye gidiyor? -Gilbert Achcar

Suriye nereye gidiyor? -Gilbert Achcar
Suriye nereye gidiyor? -Gilbert Achcar
Konuk Yazar
  • Yayınlanma: 15 Aralık 2024 16:16
  • Güncellenme: 15 Aralık 2024 16:18

Çeviri: Tamer Bakar

Geçen Cuma gününden bu yana yaşanan tarihi gelişmeleri gözlemlerken aklıma gelen ilk şey, Esad ailesinin rejimi altında bir cezaevi toplumuna dönüşen Suriye’den kurtarılan mahkumların görüntüleriyle duyduğum rahatlama ve sevinç oldu. Suriye içinde farklı bölgelerden veya Ürdün, Lübnan ile Türkiye’den geri dönerek yıllar önce kaçmak zorunda kaldıkları kasabaları ve evleri ziyaret edebilen Suriyeli ailelerin görüntüleri bizi mutlu etti. Buna ek olarak, Suriye’nin çevre ülkelerinde ve Avrupa’da yaşayan milyonlarca Suriyeli sığınmacının, yalnızca bir ziyaret için bile olsa anavatanlarına dönme hayali – ki bu hayal birkaç gün önce imkansız görünüyordu – mümkün kılınabilir bir umuda dönüştü.

Şimdi, Arapça sözün dediği gibi, “sevincin ardından tefekkür zamanı gelmiştir.” Geleceğin nelere gebe olacağını öngörmek için şu ana kadar yaşananlara bakalım. Öncelikle, Esad’ın nefret edilesi rejimini destekleyenlere ve onun Suriye halkının iradesini temsil ettiğini, ona karşı çıkan herkesin bölgesel ya da uluslararası yabancı güçlerin paralı askerleri olduğunu iddia edenlere değinmek gerekir. Yarım asırdan fazla sürede kendi topraklarının Siyonist işgaline karşı en ufak bir adım atmamış, 1976’da Lübnan’da Filistin Kurtuluş Örgütü ve Lübnan Ulusal Hareketi ittifakının güçlerini bastırıp Lübnanlı Hristiyan mezhepçi sağın imdadına koşmuş, 1990’da ABD ve Suudi Arabistan liderliğindeki Irak savaşına katılmış bu rejimin ‘direniş ekseninin’ kalbi olduğunu iddia edenlere şunu söylemeli: Hakikat mutlak olarak kanıtlamıştır ki nefret edilen Esad rejimi, Suriye toprakları üzerindeki beş yabancı işgalden ikisinin desteği sayesinde ayakta durabilmiştir.

Gerçek şu ki, 2013’te başlayan ve özellikle Lübnan Hizbullah’ı üzerinden gerçekleşen İran müdahalesi, 2015’te başlayan Rusya müdahalesi ve ABD’nin İsrail Hava Kuvvetleri’ne karşı kullanılabileceği endişesiyle Suriye muhalefetine uçaksavar verilmesini veto etmesi de olmasaydı, Esad rejimi yıllar önce çökmüş olurdu. 2013’te uçurumun eşiğindeydi ve 2015’te İran’ın müdahalesine rağmen yine aynı noktaya geldi. Açık olan şu ki, dış destek kesildiğinde rejim, iplerini elinde tutan gücün terk ettiği herhangi bir ‘kukla rejim’ gibi çöktü. Böylesi bir çöküşün son çarpıcı örneği, ABD güçlerinin 2021’de desteğini çekmesinin ardından Kabil’deki kukla rejimin Taliban karşısındaki yıkımı oldu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle içine düştüğü bataklık nedeniyle Suriye’deki güçlerinin büyük bir kısmını çekmesinden sonra (İsrail kaynaklarına göre Moskova Suriye’de sadece 15 askeri uçak bıraktı) ve Lübnan Hizbullah’ı ağır bir yenilgiye uğradıktan sonra – ki yeni Genel Sekreteri bu yenilgiyi çaresizce “2006’da kazanılandan daha büyük bir zafer” olarak göstermeye çalıştı – Hizbullah bu kez Suriye’deki müttefikini kurtaramadı. Aynı zamanda İran, İsrail’in kendisine yönelik saldırılarının artma ihtimalinden ve Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüyle ABD’nin doğrudan müdahil olma olasılığından duyduğu korkuyla temkinli bir duruş sergilemeye devam etti. Tüm bu koşullar bir araya geldiğinde, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) durumu değerlendirerek rejimin ve müttefiklerinin kontrol ettiği bölgelere, özellikle Halep’le başlayarak, saldırı başlattı. Bunun sonucunda Suriyeli kukla rejim, Afganistan’daki muadili gibi çöktü.

Afganistan ve Suriye vakaları arasındaki en büyük fark, HTŞ’nin Taliban’a kıyasla ülkenin kontrolünü ele geçirdiğinde çok daha zayıf olmasıdır. Esad ailesi rejiminin güçleri, güçlü bir düşman korkusundan değil, artık rejimi savunacak bir motivasyon kalmadığı için çöktü. Esad ailesi, mensubu olduğu Alevi azınlığı sömürerek mezhep temelli bir ordu oluşturmuştu. Ancak yaşam koşullarındaki dramatik çöküş ve asker maaşlarının alım gücündeki sert düşüş, orduya Esad ailesinin ülkeyi kontrol etme çabasına destek vermesi için hiçbir neden bırakmadı. Rejimin asker maaşlarını son dakikada yüzde elli artırma girişimi de durumu değiştiremedi. Dolayısıyla Suriye’deki mevcut durum, Taliban’ın zaferi sonrası Afganistan’daki durumdan oldukça farklı. HTŞ, Suriye topraklarının yalnızca bir kısmını kontrol ediyor ve bu kontrol bazı bölgelerde oldukça kırılgan. Özellikle Şam çevresinde rejim, HTŞ oraya ulaşmadan önce çökmüştü. Bu çöküş, HTŞ’nin gelişinden önce Güney Operasyonları Odası güçlerinin ilerleyişiyle başlamıştı.

Suriye şimdi heterojen, hatta birbirine düşman kuvvetler tarafından kontrol edilen birkaç bölgeye ayrılmış durumda. İlk olarak, İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri var; Siyonist devlet burada, 1981’de resmen ilhak ettiği topraklarla Suriye rejiminin kontrolündeki toprakları ayıran tampon bölgeye yayılma fırsatını değerlendiriyor; hava kuvvetleri ise çöken rejimin ana askeri kapasitesini yok etmeye başlayarak, onu takip edenlerin bunları ele geçirmesini engellemeye çalışıyor. Diğer tarafta HTŞ’nin kuzeyde ve orta bölgelerde kontrol ettiği geniş bir alan var, ancak hakimiyet gücü özellikle El Nusayriye Dağları’nı kapsayan kıyı bölgelerinde oldukça tartışmalı. Ardından, “Suriye Milli Ordusu”nun (aslında “Türk-Suriyeli Ordusu” desek daha doğru olur) konuşlandırıldığı, Türk işgali altındaki kuzey sınırında iki bölge var; Fırat Nehri’nin doğusunda, kuzeydoğuda, bazı Arap kabileleriyle ittifak kurmuş (HTŞ bunları kesinlikle kendi tarafına çekmeye çalışacak) Kürt hareketinin egemenliğindeki Suriye Demokratik Güçleri tarafından kontrol edilip ABD güçlerinin koruması altında olan önemli bir bölge; Fırat Nehri’nin batısında, güneyde, ABD bağlantılı olan, Suriye Özgür Ordusu tarafından kontrol edilen, el Tanf askeri üssü etrafından merkezileşen, Ürdün ile Irak sınırlarına yakın geniş bir bölge ve son olarak, Dera bölgesinde Esad rejimine karşı ayaklanıp bazıları Rus denetiminde olan güçler ile Süveyda bölgesindeki halk hareketinden çıkan güçlerin bir araya gelerek kurduğu Güney Operasyon Odası’na ev sahipliği yapan güney var: Bu son oluşum, halkçı demokratik harekete en yakın Suriyeli Arap silahlı grubudur.

Peki, şimdi neler olabilir? İlk tespite göre, Kürt hareketini bir kenara koyup gözlemi sadece Arap gruplarıyla sınırlasak bile, tüm bu grupların tekil bir otoriteye boyun eğme olasılığı neredeyse sıfırdır. HTŞ ile uzun süreli bir ilişkisi olan Türkiye bile -ki HTŞ Türkiye’nin desteğine sahip olmasa Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib bölgesini tutamazdı- Kürt hareketini sınırlama amacına ulaşmadan işgalini sonlandırmayacak ve kuklalarını terk etmeyecek. İkinci tespit ise, HTŞ’nin ve Ahmed el-Şara ya da diğer adıyla el-Colani’nin Selefi cihatçılıktan mezhepçi olmayan demokrasiye dönüşmesini uman ya da buna inananların, bunun hayalcilikten başka bir şey olmadığını fark etmeye başlamalarıdır. Gerçek şu ki, HTŞ eğer gömlek değiştirip mezhepçi olmayan, demokratik bir geleceğe açılma numarası yapmasaydı, çökmüş rejimin yerine yayılmayı başaramazdı. Aksi takdirde, Humus’tan Şam’a kadar yerel güçler, ister çökmüş rejimin gölgesinde olsun ister ondan sonrasında olsun, buna şiddetle karşı koyarlardı. Şimdi, el-Colani’nin, İdlib bölgesini yöneten “Kurtuluş Hükümeti”ni yeni Suriye hükümeti olarak ilan etme aceleciliği, koalisyon hükümeti çağrısında bulunmasını bekleyenlerin umutlarını boşa çıkararak, insanların hafızasından silinmemiş olması gereken şu gerçeğin altını çiziyor: İdlib sakinleri daha sadece sekiz ay önce HTŞ’nin zulmüne karşı gösteri yaparak, el-Colani’nin devrilmesini, baskıcı aygıtlarının dağıtılmasını ve cezaevlerindeki tutukluların serbest bırakılmasını talep etmişlerdi.

Son olarak, zorbanın düşüşünün yarattığı sevinç, çeşitli Avrupa hükümetlerinin Suriye’den iltica başvurularını artık dikkate almamaya yönelik aceleci tutumlarını ve özellikle Lübnan, Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinin, Suriye rejiminin sona erdiği bahanesiyle Suriyeli sığınmacıları sınır dışı etmeyi ve zorla geri göndermeyi düşünmeye başlamaları gibi gelişmeleri gölgelememelidir. Suriye, 54 yıl önce (Hafız Esad’ın 1970 darbesiyle) başlayan ve 13 yıl önce (2011 halk isyanından sonra) trajik bir şekilde kötüleşen uzun tarihsel ıstırabından henüz kurtulmuş değildir. Tüm ülkeler, Suriyelilere tanınan sığınma hakkına saygı göstermeye devam etmeli ve bunu talep eden Suriyelilere vermeyi sürdürmelidir.

Bu yazı 10 Aralık 2024’te al-Quds al Arabi gazetesinde yayımlandı. 

Lübnanlı sosyalist bir akademisyen ve yazar olan Gilbert Achcar, Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda Kalkınma Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler profesörüdür.