“Savaşların kazananı olmaz” özdeyişinin son doğrulanma yerlerinden birinin de Suriye olduğuna artık şüphe yok. HTŞ’nin 3 haftadır Şam’da iktidar yapılmış olmasının devrim falan olmadığını bize son gelişmeler yeniden hatırlatıyor. Son bir haftada Şam, Lazkiye, Tartus, Hama gibi kentlerden yükselen Alevi ve azınlık sesleri, yine bu kesimlere yönelik saldırılar, Suriye’de işlerin hiç de kolay olmayacağını gösteriyor.
Alevilere ve azınlıklara yönelik artan saldırılar, HTŞ ve selefi ağırlıklı hükümetin ülkede sağlayamadığı denetim, yeni iktidarla koalisyon halinde olan cihadist örgütler içinde kuramadığı kontrol, herkesin kendi güvenliğini kendisinin alma mecburiyetini tetikleyen ortam, Baas rejiminin yıkılması ardından Suriye tarihinin en karmaşık ve yıkıcı krizlerinden birine sürüklenme potansiyeline işaret ediyor. Suriye yeni bir insani felaketin kıyısında debeleniyor.
Bunlar şaşırtıcı mı? Değil! Beklenmeyen durumlar mı? Hayır! Suriye gibi çok inançlı, çok kimlikli, çok kültürlü ve seküler geçmişi olan bir ülkeye selefi kumaştan dikilen yeni elbise her yerinden patlıyor.
Bu elbisede ısrar edenler ya bu toprakların gerçeğini bilmiyorlar ya bu gerçeğe rağmen savaşın ortaya çıkardığı yıpranma ve “hediye edilmiş” kolay zaferlerin motivasyonu ile yeni Suriye’yi bir oldu bitti içinde çıkarlarına uygun olarak kolayca dizayn edebileceklerine gerçekten inanıyorlar ya da çıkarları ile uyumlu bir Suriye için her şeyi göze aldılar! Her üç olasılık da Suriye’nin yeni insani felaketlerle sınanma olasılığını ne yazık ki canlı tutuyor.
HTŞ ve koalisyonuna Suriye yönetiminin verildiği üç hafta içinde olanlar bile felaketin açık ipuçları ile dolu. Lazkiye, Tartus, Hama hattındaki Alevi kıyımının yaklaşan sesine sağır olanın Suriye’nin iyiliği için harekete geçtiğine kim inanabilir?
HTŞ liderliği her ne kadar iktidar koltuğuna oturduğundan bu yana ılımlı mesajlar verse de olanlar mesajlarla uyumlu değil. Aradan geçen üç haftaya rağmen ilgili koalisyon yeni bir hükümet kurdu ama ülkeyi hangi anlayışa göre yöneteceğini henüz açıklayabilmiş değil, üstelik tüm hükümet üyeleri selefi! Ülkenin nasıl bir yasama ve yargı sistemine sahip olacağı bile belli değil. Güvenlik yapıları yok, eski kurumsal yapılar işlevsiz, ancak yeni mekanizmalar oluşturulana kadar kullanılabilecek geçiş mekanizmaları dahi oluşturulmuş değil. Ülkenin teslim edildiği selefi cihadist akımlara karşı Hristiyan, Alevi, Dürzi, Kürt gibi ülkenin farklı kimliklerine sunulabilmiş açık güvence ve tedbirlere de rastlayamıyoruz.
Görebildiğimiz; Şalvarlı Colani’nin, kravatlı El Şara olarak takdimi, Uluslararası temsilcilerin kabulleri, Türkiye’nin hamilik atakları ve elbette Özerk yönetimin tasfiyesine dönük yeni hükümete tazyikleri, İsrail’in Şam’ı çerçeveleyen ilerleyişi ve üs’lenme çabaları, selefi paramiliter grupların halka dönük saldırıları, savaş yılları içinde kendini savunabilmek için örgütlenmiş silahlanmış halkın silahlarını teslim çağrıları…
El Şara ve hükümeti henüz Alevilerle, Kürtlerle, Dürzilerle, selefi olmayan Araplarla ve Suriye’nin diğer toplulukları ile bir araya gelebilmiş değil, doğrudan temas kurabilmiş değil, birlikte nasıl bir Suriye kuracaklarını konuşmuş, müzakere etmiş değil. Öyle Şam’a oturdum, gerisi kendiliğinden hallolur ya da istediğim biçimde hallolur anlayışıyla da uyumlu bir durum ve kabul yok. Aslında HTŞ ve koalisyonuna dönük Suriye halkının rızası, onayı olduğunu gösterecek herhangi bir delil de ortada yok.
Aksine radikal selefi grupların yükselişinin halklar arasında gerilimi arttıran, daha doğrusu farklı inanç ve kimlik sahiplerini güvenliksizleştiren, hedef olmasını önleyemeyen bir iklim mevcut.
Aslında, Otoriter rejimi yıkılmış bu ülkenin önündeki esas mesele otoriter olmayan yeni bir demokrasinin nasıl kurulacağı meselesi iken; demokrasi, demokratik birlik, demokratik gelecek fikrini paylaşmayanların liderliğine mecbur kılınma çabası bu ülkenin en güncel şansızlığı gibi.
Bu mecbur kılınma halinde ısrar Ortadoğu’nun göbeğinde insani felaketlerin eşlik ettiği, sürekli gerilim üreten kaotik bir Suriye’ye hazır olmak anlamına gelecektir.
Bu duruma son vermenin en anlamlı yolu kuşkusuz yeni Suriye’nin Suriyeliler tarafından kurulmasına olanak tanımaktır. Bunun için El Şara ve ekibi sorumlu kılındı ise bu ekibin yapacağı ilk iş rövanşist duygu ve suçlamalara mahal vermeden ülkenin tüm grup, topluluk ve kimlikleri ile buluşabilmesi, bir diyalog aralığını açabilmesi gerekiyor. Suriye için önerileri, örnekleri, modelleri tartışmaya açması gerekiyor.
Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetiminin, Rakka’daki yönetim binası önünde bir basın açıklamasıyla duyurduğu “Suriye’nin inşasında Suriye diyalogu beyannamesi” bu nedenle büyük önem taşıyor ve açıkçası içerden gelmiş tek ciddi inşa önerisi olarak duruyor. Suriye’nin kuzey ve doğusunda etkili olan, bu bölgedeki farklı inanç ve kimliklerle özgün bir yönetim örneği oluşturan Özerk yönetimin tüm Suriye için modellik niteliği taşıyıp taşımadığı tartışmaları bir yana “Suriye’nin inşasında Suriye diyalogu beyannamesi” içine sürüklenilen krize kıymetli bir müdahale olarak da okunabilir.
“Demokrasi, eşitlik ve adalet ilkeleri üzerine kurulu, barışçıl bir Suriye’nin inşası için herkesi sorumluluk almaya ve birlikte çalışmaya davet ediyoruz” diyen beyanname aslında içerden bir inisiyatif alma çabası gibi de görünüyor. Zira Suriye’de Baas Rejimi çöktüğünden bu yana Suriye’nin nasıl şekilleneceğine dair hep bölgesel ve küresel güçlerin tutumları gözlendi, adeta Suriye’nin dış çıkar gruplarının ihtiyacına uygun dizaynı olağan bir durum, bir ön kabulmüş gibi davranıldı. İşte bu nedenle bile içeriden gelen bu inisiyatif kurma teklifi hem oldukça kıymetli hem de yönetme kapasitesi açısından Suriye içi dinamiklerinin sanıldığından güçlü olabileceğini hatırlatıyor.
Tüm askeri eylemlerin durdurularak inşa için ulusal diyaloga geçilmesi çağrısında bulunan beyanname özetle şunları da içeriyor;
“Tüm bileşen ve renkler Suriye’nin zenginliğidir ve bu zenginlik, bu mozaik demokratik esaslar üzerinde adilane bir şekilde korunmalıdır.”
“Geçiş sürecinde görüşlerin ortaklaşması için Şam’da, Suriyeli tüm siyasi güçlerin katılımıyla olağanüstü bir toplantı gerçekleştirilmelidir.”
“Siyasi süreçte kadınların aktif katılımı olmalıdır.”
“Suriye’nin doğal kaynakları ve serveti tüm Suriye halkına aittir ve bütün Suriye bölgelerine adil bir şekilde paylaşılmalıdır.”
“Yerlerinden zorla göç ettirilen yerel ve kadim halkların dönüşü için garanti verilmelidir. Kültürel mirasları korunmalıdır. Demografi değiştirme politikaları son bulmalıdır.”
“Arap devletleri, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Koalisyon ve tüm uluslararası güçleri Suriye için yapıcı aktif rol oynamaya davet ediyoruz. Suriye bileşenlerinin görüşlerini ortaklaştırmaya, Suriye halkına destek olmaya ve bu süreçte danışma ortamı açmak için aktif ve yapıcı rol oynamaya çağırıyoruz. Bu rolün de Suriye’nin güvenliği koruma ve içişlerine müdahalenin önüne geçilmesi temelinde olması gerektiğini belirtiyoruz.”
Özetlediğimiz bu 10 maddelik beyanname bile aslında özerk yönetimin birleşik demokratik bir Suriye fikrine hükümet devredilenlerden çok daha fazla hazır olduğunu gösteriyor.