Süryanice tehlikede: ‘Dil yok olursa halk da yok olur’

UNESCO’ya göre Türkiye’de yok olma tehlikesi altındaki 18 dilden biri olan Süryanice, sadece kiliselerde yaşatılıyor. Süryani Dernekleri Federasyonu Başkanı Evgil Türker, dilin korunması için devlet desteği ve anayasal güvence çağrısı yaptı.

Süryanice tehlikede: ‘Dil yok olursa halk da yok olur’
Foto: Ninova, Ağustos 2022, Hemdaniye ilçesinin merkezi Qerakuş'ta Süryanice dil öğretimi ve güçlendirme kursu. Fotoğraf: İsam Yako
Süryanice tehlikede: ‘Dil yok olursa halk da yok olur’
Şirin Bayık
  • Yayınlanma: 17 Nisan 2025 16:43

UNESCO’nun Tehlike Altındaki Diller Atlasına göre Türkiye’deki yok olmuş veya yok olma tehlikesi altındaki 18 dilden biri Süryanice… Şu günlerde konuşma dilinden ziyade kilisede kullanılan Süriyanice için bir yandan tehlike çanları çalarken, Türkiye’de başlatılan barış süreci ve Abdullah Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ Süryaniler için umut ışığı oldu. Bu çağrının halkların ve dillerin özgürlüğünü barındırdığını söyleyen Süryani Dernekleri Federasyonu Başkanı Evgil Türker, Süryanice’nin son durumu ve barış sürecinin önemini İlke TV’ye değerlendirdi.

‘Ortadoğu’nun en köklü dillerinden biri..’

“Süryanice’nin tarihine bakıldığında, Orta Doğu’yu en köklü dillerinden biri” olduğunu belirterek sözlerine başlayan Türker, “Süryanice’nin Orta Doğu’ya, hem İmparatorlar döneminde hem Hristiyanlıktan sonra gerçekten Orta Doğu’ya büyük bir katkısı var.  Arapça diline büyük bir katkısı olduğu, İslamiyet’e büyük bir katkısı olduğu, bölgenin değişik haklarına büyük katkıları olduğu biliniyor” dedi. Ve Hristiyanlıktan sonra Süryanice dilinin daha da gelişmeye başladığını, Orta Doğu’daki Süryanilerin bütün kiliselerinde Süryanice’yi okuduklarını ekledi.

Süryanice üzerindeki asimilasyona dikkat çekti; “Arap-İslam Devletleri oluştuktan sonra birçok yerde asimileye uğramış. Yani daha fazla Arapça hakim olmaya başladı. Mesela Suriye, Irak, Ürdün, Filistin ve Lübnan gibi bölgelerde Süryanicenin yerine Arapça hakim olmaya başladı. Maalesef oradaki Süryanilerin de dilleri asimile olmuş.”

Süryanice’nin kaybettirilmesi

Anadolu’daki asimilasyona da parantez açarak, “Mesela Urfa, Süryanilerin en önemli merkezlerinden birisiydi. Hatta Süryanicenin geliştirilmesinde Urfa başat rol oynadı. Urfa’da dahi Süryanice yok olmuştu. Oradaki Süryaniler de Türkçe, Kürtçe ve Arapça konuşmaya başladılar. Tabi bunun sebepleri vardır; baskılar, katliamlar, soykırımlar… İnsanlar korkudan kendi dilini konuşamamaya başladı. Diyarbakır’da da öyleydi. Süryaniler dilini kaybetmişti. Ya Arapça, Ya Kürtçe daha sonra da Kürtçeyi kullanmaya başladılar” dedi.

Aktif olarak Süryanicenin kullanıldığı yerlere işaret etti; “Bir tek Mardin-Midyat, Tur-Abdin dediğimiz bölge, Hakkari bölgesi, Irak’ta da Musul ve çevresinde Süryanice konuşuluyor. Bir de dağlık alanlardaki Süryaniler-Asuriler de Süryaniceyi kullanıyorlardı ve halen kullanıyorlar. Yani bu bölgelerle sınırlı kalmış. Suriye’de önemli ölçüde bir Süryani nüfusu olmasına rağmen sadece Hasake Bölgesi’nde yani Kamışlo, Haseke, Derik oralarda Süryanice konuşuluyor. Mesela Şam’da, Halep’te, Humus’ta konuşulmuyor. Yani ciddi oranda bir Süryani nüfusu var ama Arapça’yı kullanıyorlar. Ama kiliselerde eğitim dili, dua dili Süryanicedir.”

Kuzey Suriye, Irak Ve İran’da Süryanice eğitim var Türkiye’de yok

Türker, bölge devletlerinin Süryanice üzerindeki politikalarını şöyle değerlendirdi; “Kuzey ve Doğu Suriye’de Süryani Okulları var. Bu özerk yönetimden sonra oradaki Süryaniler kendi okullarında ana dillerini öğreniyorlar. Bir de Kürdistan Bölgesel Yönetimi altında bulunan Süryanilerin de okulları mevcut. Orada da Süryanice anadilde eğitim görüyorlar. Yani oralarda kısmen çözüldü yani sorun. Bir de İran’daki Asuri Süryaniler de devletin resmi okullarında haftada 2-4 saat devlet okullarında Süryanice dil eğitimini veriyorlar.

Sadece Türkiye’de yok bu. İşte ‘okul açarsan sen kendi bütün masraflarını kendin ödeyeceksin’ diyorlar. Bu müfredatı kendileri belirliyorlar, şartları kendileri belirliyorlar, ‘ama okul masraflarını siz karşılayacaksınız’ demeleri biraz bu paradoks var.  Aslında bu da işte o dilin önemsenmemesi, o dilin inkarı anlamındadır.

‘Lozan Antlaşması’ndan yararlanamıyoruz’

Nasıl bir hal yoluna koyabiliriz? Nasıl tekrardan resmi bir statüye kavuşturabiliriz? Aslında okul açma imkanımız var ama bu imkânları nasıl kullanacağız biraz da sıkıntı orada. Biz Süryani Federasyonu olarak aslında bir müracaatta bulunmuştuk ama olumsuz yanıt geldi çünkü devlet şöyle bir yazılı olmayan bir şey getirdi. Eğer azınlık okulu açacaksan bütün masrafları kendin aşılayacaksın. Sanki biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değilmişiz gibi. O bizden alınan vergiler bizim okullara verilmiyor. Yani hem Rumların, hem Yahudilerin hem Ermenilerin okullarına da verilmiyor. Aslında çabalarımız vardır. Bizim Süryani Vakıfları ister İstanbul, Adıyaman, Diyarbakır Vakfı, ister Mardin, Midyat Vakıflar olarak bir çaba içerisindeyiz. Yani nasıl yapabiliriz? Midyat’ta bir okul nasıl açabiliriz? Aslında Midyat’a gereklidir yani bütün çocuklarımız taşımalı eğitimler köylerden, şuradan buradan getirilip götürülüyor. Bir Süryani Okulu hem Süryanice dilinin akademik yönü güçlenir hem de yok olmaması için bu dili ayakta tutabiliriz. ”

Türkiye’de bir statüye kavuşturulması bir yana henüz okul açma imkanı bulamadıklarını söyleyen Türker, Lozan Antlaşmasını hatırlattı; “Türkiye’de ise Lozan Antlaşması’nda gayrimüslim oluşumuzdan dolayı aslında biz bu haktan yararlanmak istedik. Maalesef Süryanileri bu sürecin dışında bıraktılar. Lozan Antlaşması’ndaki 37’den 45’e kadar olan maddelerde nettir, ‘gayrimüslim azınlıklar, kendi ana dillerinde hem eğitim kurumları hem okullar açabilirler’ ama oradan da yararlanamadık.

En son Süryani Okulu Mardin’deydi, 1928’de kapatıldı. O dönemin hükümeti tarafından kapatıldı. Ondan sonra herhangi bir Süryani Okulu resmi anlamda yoktu ta ki 2013 yılına kadar.  2013 yılında İstanbul’daki Süryani Vakfı bir anaokul açmak istedi. Yanılmıyorsam, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü izin vermedi, ‘işte azınlık statüsünde değilsiniz’ diyerek izin vermedi. Daha sonra mahkemeye gidildi. Mahkeme tescilledi, ‘Süryanilerin de Lozan Antlaşması’nda bu hakları, bu hukukları vardır’ diye. İstanbul’da bir anaokulu var şuan onun dışında Süryaniler özellikle Tur-Abdin Bölgesi, Hakkari Bölgesi, Şırnak falan o bölgelerde manastırlarda dillerini öğrenmeye çalıştılar. Ben de onlardan biriyim. Okumayı, yazmayı kilise medresesinde öğrendim ve birçoğumuz öyle öğrendik ve bugüne kadar taşıdık.”

‘Kürtçe’nin okullarda eğitim dili olarak okutulması, bizim açımızdan da önemli olur’

Tüm zorluklara rağmen halen dillerini yaşatmaya ve konuşmaya çalıştıklarını belirten Türker, anadilde eğitimin önemine dikkat çekti; “Bir dil yok oldu mu o kimlik de yok olur halk da yok olur. Bu önemlidir ve Kürtlerin de dinle ilgili mücadelesi çok anlamlıdır. Gerçekten sen dilini unutursan kimliğini unutmuş olursun. Birçok şeyini kaybetmiş olursun, tarihini unutmuş olursun. Onun için Kürtlerin anadilde eğitim taleplerini biz de destekliyoruz. Kürtçe’nin okullarda eğitim dili olarak okutulması, bizim açımızdan da önemli olur. Belki Süryaniler için de bir ön açıcı olur. Bu konuda Kürt dostlarla biz de bu mücadeleyi biz de vermekteyiz.”

‘Öcalan’ın çağrısını destekliyoruz’

Türker son olarak, Türkiye’deki barış süreci iklimini ve Abdullah Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını’ değerlendirerek, çağrının farklı kimlikler ve diller için bir fırsat olduğunu söyledi.

“Sayın Öcalan’ın çağrısına gerçekten bütün Süryaniler de sevinmiştir. Bir sürü Süryani Örgütü, benim bildiğim Mezopotamya Ulusal Konseyi bir açıklama yaptı. Süreci tamamen destekliyor. Biz de Süryani Dernekler Federasyonu olarak Sayın Öcalan’ın çağrısını destekliyoruz. Onun için de dil de vardır aslında anayasanın değişimi de vardır, hak ve özgürlükler vardır. Herkes kendi kimliğinde, hem anadilinde, hem kendi kültürü, dini, etnik bütün şeyler var o çağrıda. Onun için çok önemlidir. Süryaniler için de çok önemli bir çağrıdır. Ezidiler için çok önemli bir çağrıdır. İnanıyorum bu süreç ilerler. Biz sonuna kadar bunun destekçisi de olacağız.

Öcalan’ın geliştirdiği bu paradigma, demokratik çözüm çağrısının gerekleri yerine getirilsin ve hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak herkes kendi kimliğiyle kendi kültürü ile kendi diliyle birlikte yaşamaya çaba göstermeliyiz.”