Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın gerçekleştirdiği “İstanbul Bildirisi” etkinliğine dünyanın dört bir yanından hak savunucuları katıldı. Bu isimlerden biri de Tamil insan hakları avukatı Dr. Thamil Venthan Ananthavinayagan’dı. Tamillerin mücadelesini bir gazeteci olarak yıllardır takip ederim. Sri Lanka’da kaybedilenler, zorla yerinden edilen siviller ve halen keşfedilmeye devam eden toplu mezarlarla ilgili onlarca haber çevirdim. Bu nedenle, İstanbul’da bu etkinlikte karşıma çıkan Tamil avukat ve akademisyen Ananthavinayagan’ın görüşlerini İlke TV okurları için sormak kaçırılmaz bir şans ve sorumluluktu.
Ananthavinayagan kendisini tanımayan okurlarımız için kendisini şöyle tanıttı:
“Ben bir insan hakları akademisyeniyim, şu anda İrlanda Cumhuriyeti’ndeki Mayn ooth Üniversitesi’nde yardımcı öğretim görevlisi ve ayrıca Hindistan ve İtalya’daki birkaç üniversitede yardımcı profesörüm. Uluslararası kamu hukukunda, Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşımları (TWAIL) adlı bir harekete üyeyim.”
Uluslararası hukuka “üçüncü dünya yaklaşımını” açmasını rica ettiğimdeyse şöyle açıkladı:
“Biz süper güçlere hizmet etmeyen yeni bir hukuk hareketi yaratmaya çalışıyoruz. Uluslararası hukukun azınlık için değil, çoğunluk için olduğu bir dünya yaratmak istiyoruz. Şu anda uluslararası hukuk, bu gezegendeki belirli ülkelere, BM Güvenlik Konseyi’ndeki güçlü ülkelere hizmet ediyor. Bu nedenle, uluslararası hukukun derin bir kolonyal yapıya sahip olduğunu ve kurumları aracılığıyla kolonyal yasaları yeniden ürettiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, Tamil halkının, Kürt halkının veya Filistin halkının adalet taleplerine hizmet etmiyor. Yapmak istediğimiz şey, uluslararası hukuktan olumsuz etkilenen halkların davasını ilerletmek için yasal davalar yoluyla harekete geçmek.”

(Fotoğraf: Erdoğan Alayumat)
İngiltere’den İmralı’ya hukuk ve hegemonya
Birleşik Krallık topraklarından ayağının tozuyla İstanbul’a gelen Ananthavinayagan’a, Banksy’nin Londra’da Kraliyet Adalet Mahkemesi binasına yakın zamanda çizdiği “protestocuyu döven yargıç” tablosundan yola çıkarak uluslararası hukuka güncel bakışını ve bu genel çerçeve içinde Abdullah Öcalan’ın durumunu sorduğumda İngiltere’den İmralı’ya uluslararası bir hukuk eleştirisi sundu.
Ananthavinayagan’a göre, Banksy’nin adalet sistemine yönelik duvar resmi, sadece sanat değil, aynı zamanda politik bir teşhis niteliği taşıyordu. “Devletin bir uzantısı haline gelen adalet sistemi, insan hakları aktivizmini bastırıyor” diyerek, Birleşik Krallık’taki mevcut durumu eleştiren Tamil hukukçu, Banksy’nin sanatının ezilenlerin içini rahatlatan, buna karşın iktidar pozisyonundakileri rahatsız eden bir işlev gördüğünü vurguladı. Kaldırılan duvar resminin, özellikle Filistin Eylem Grubu gibi mücadele yürüten çevreler için moral kaynağı olduğunu belirten Ananthavinayagan, bu tür ifade biçimlerinin yok edilmesinin, güç sahiplerinin gerçeklikten ne kadar rahatsız olduğunun göstergesi olduğunu söyledi.
Sözü Abdullah Öcalan’ın durumuna getirdiğimizde ise Ananthavinayagan’ın değerlendirmesi oldukça netti: “Bildiğim kadarıyla Öcalan hâlâ tek kişilik bir hücrede tutuluyor ve bu durum, uluslararası insan hakları hukukunun ciddi bir ihlalidir.”
Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (ICCPR) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) atıfta bulunan hukukçu, Öcalan’ın uzun süreli tecrit koşullarının bu sözleşmelerdeki temel haklara aykırı olduğunu ifade etti. “Bir kişiyi, özellikle de toplumsal temsiliyeti olan bir figürü, halkından bu kadar uzun süre izole etmek; bu, sadece bireysel bir özgürlük ihlali değil, aynı zamanda politik bir susturma yöntemidir” diyen Ananthavinayagan, bu durumun AİHS’nin işkence ve insanlık dışı muameleyi yasaklayan 3. maddesine aykırı olduğunu söyledi. Öcalan’ın, serbest bırakılma ihtimali olmadan ömür boyu hapis tutulmasının “özne olan bir aktörün, öznelik rolünün elinden alınarak nesneleşmeye indirgenmesi” anlamına geldiğini ifade etti.
Ananthavinayagan’a göre, mesele sadece Öcalan’ın ya da bir kişinin özgürlüğü değil; hukukun hangi amaca hizmet ettiğiyle ilgili:
“Hukuk ya adalete hizmet eder ya da güçlülerin çıkarlarına. Şu anda dünyada gözlemlediğimiz şey, hukukun büyük oranda güçlülerin hizmetine girdiğidir. Bu sadece Türkiye için geçerli değil, küresel bir gerçeklik. Hukuk, tekelleştirilebilir ve manipüle edilebilir. Ve ne yazık ki bugün, adaletin aracı olmak yerine, sıklıkla onun önünde bir engel olarak karşımıza çıkıyor.”
Tamil Kaplanları’ndan Tamil annelerine: Sri Lanka’da mücadele ne durumda?
Sri Lanka’ya uzandığımızdaysa anlatacak kıymetli bir mücadele hikayesi var Ananthavinayagan’ın. Kendisinin babası da bir Tamil özgürlük mücadelecisi olduğu için yedi yıl hapiste kalmış. Hapis yılları ardından Almanya’ya politik sığınmacı olarak gitmek zorunda kalmışlar ve politik bir sürgünün çocuğu olarak kendi halkı olan Tamillerin mücadelesiyle küçük yaşta tanışmış.
“Şu anda silahlı mücadele, açıkçası, bitmiş durumda,” diyen Ananthavinayagan, geçmişte barışçıl yollarla çözüm arayışında olduğunu, ancak bir noktada Tamil halkının haklarını korumak için silahlı direnişin de gerekli hale geldiğini düşündüğünü ifade etti. Tamil Kaplanları’nın artık bir örgüt olarak sahnede olmadığını belirten hukukçu, bugün Tamil halkının ağırlıklı olarak parlamenter yollarla ve sosyal hareketler aracılığıyla hak arayışında olduğunu söyledi.
Sri Lanka’nın kuzeyinde yer alan Chemmani’de yakın zamanda keşfedilen bir toplu mezarı hatırlatarak, savaş sırasında yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin izlerinin hâlâ gün yüzüne çıktığını vurgulayan Ananthavinayagan, “Bu toplu mezarda bulunan kalıntıların Tamil halkına ait olduğu düşünülüyor. Bu da bize, adaletin henüz tecelli etmediğini bir kez daha gösteriyor,” dedi.
Bugün Tamil halkı, Sri Lanka içindeki siyasal forumları kullanarak mücadelesini sürdürüyor. Türkiye’deki Cumartesi Anneleri gibi zorla kaybedilen çocuklarının akıbetini öğrenmeye çalışan Tamil annelerinin öncülüğünde kurulan sosyal hareketlerin önemine dikkat çeken Ananthavinayagan, bu hareketlerin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde görünürlük kazandığını ifade etti.
Sri Lanka’daki mevcut sistem içinde bazı Tamillerin Sinhala çoğunluklu partilere (Sri Lanka’daki çoğunluk nüfusu oluşturan Sinhala halkını kastediyor) yöneldiğini belirten Ananthavinayagan, JVP (Jathika Vimukthi Peramuna – Halk Kurtuluş Cephesi), UNP (Birleşik Ulusal Parti – Sri Lanka’da bir dizi milliyetçi ve komünal partinin koalisyonu) ve SLNP (Sri Lanka Özgürlük Partisi -Sri Lanka’da merkez sol bir siyasi parti) gibi partilerde Tamil temsiliyetinin bulunduğunu, ancak bu partilerin politik çizgisine kendisinin katılmadığını söyledi: “Bu partilerin Sinhala partileri olması nedeniyle onların savunduğu görüşlere katıldığımı söyleyemem.”
Ancak Ananthavinayagan’a göre, mücadelenin bir diğer önemli cephesi diasporada sürüyor. İngiltere, Kanada, Almanya, Fransa, Norveç ve İsviçre gibi ülkelerde faaliyet gösteren Tamil örgütlerinin oldukça aktif olduğunu belirten hukukçu, bu örgütlerin hem insan hakları ihlallerini gündemde tuttuğunu hem de Birleşmiş Milletler nezdinde Sri Lanka’yı hesap vermeye zorladığını ifade etti:
“Diasporadaki Tamil örgütleri, 2009’da sona eren Sri Lanka iç savaşı sırasında işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle Sri Lankalı yetkililerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (ICC) yargılanmasını talep ediyor. Ancak bugüne dek hiçbir yetkili ceza almadı. Bu, hâlâ ICC savcısının değerlendirmesi gereken güncel bir konu.”
Kürtler ve Tamiller…
Dr. Ananthavinayagan, Tamiller ve Kürtler arasında pek çok yönden benzerlikler olduğunu, ancak bu benzerliklerin yanı sıra farklılıkların da olduğunu vurguladı:
“Bariz bir benzerlik, çatışmanın asimetrik olması; yani bir taraf güçlü, diğer taraf ise kaynaklar, imkânlar, altyapı vb. açısından daha zayıf. Bu benzerliğin bir yönü. Hem Tamiller hem de Kürtler için “post-kolonyal” bir mesele de var. Tamiller Sri Lanka’da sömürge sonrası mirasa karşı mücadele verirken, Kürtler Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürge sonrası mirasına karşı mücadele veriyor.”
Güncel duruma baktığımızda önemli bir ortak noktanın, silahlı mücadelenin sonuna gelinmiş olduğunu kaydetti. Hem PKK hem LTTE’nin (Tamil İlam Kurtuluş Kaplanları) “terörist örgüt” olarak adlandırılmalarının kamuoyundaki algıyı gerçek anlamda okumayı zorlaştırdığını vurguladı:
“Tamillerin LTTE’si ve Kürtlerin PKK’si terörist örgütler olarak adlandırlıyor. Dolayısıyla kamuoyunda birinin terörist savaşçı dediğine, diğeri özgürlük savaşçısı diyor. Bu nedenle her iki örgüt için de gerçeği yansıtan bir kamuoyu yoklaması yapmanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Aslında bu sadece LTTE ve PKK ile de sınırlı değil, dünya çapında silahlı mücadele veren herkes için geçerli. Yani, hegemonyaya karşı biz Tamiller, Kürtler ile çok benzer bir konumdayız.”
Ancak Tamil hukukçu tüm bu benzerliklere rağmen Kürtler ve Tamillerin güncel durumu arasında büyük bir fark olduğunun altını çizdi:
“Abdullah Öcalan’ın müzakere etmeye çalıştığını biliyorum, silahsız olarak Kürt halkı için ne tür haklar elde edebileceğini görmeye çalışıyor. Kürtlerde durum buyken Tamil’lerde durum bambaşka; çünkü LTTE lideri Velupillai Prabhakaran yaşamını yitirdi. Dolayısıyla şu anda Tamil’lerin sözcüsü yok. Bu, Tamiller için en büyük sorun. Ama şu an Kürtlerin sözcüsü konumunda birisi var ve bu çok büyük bir fark yaratıyor.”
Martin Luther King ve ‘appa’nın öğüdü
Ananthavinayagan’a bu röportajı okuyan okurlara iletmek istediği son mesajı sorduğumda zor zamanlarda kendisini ayakta tutan Martin Luther King Jr.’ın bir sözünü paylaştı: “Ahlaki evrenin yayı uzundur, ama adalete doğru eğilir.”
Bu sözlerden yola çıkarak, Ananthavinayagan babasını hatırlattı. Babası da bir Tamil özgürlük savaşçısıydı; silahlı mücadeleye katılmamış olsa da bir özgürlük ikonu olarak yedi yıl hapis yatmıştı. Gençken babasının neden bu yolu seçtiğini anlayamadığı için ona şunu sormuş:
“Appa (baba), neden bu kadar uğraşıyorsun? Ayrıcalıklı bir aileden geliyorsun, ama neden bunları riske atıyorsun?”
Babası, Sri Lanka’da Tamil öğrencilerin üniversiteye girmek için diğer öğrencilerden daha yüksek puan almalarının istendiği, dil ve kimlikleri nedeniyle Tamillerin ciddi ayrımcılığa maruz kaldığı bir dönemde büyümüştü. Bu tarihi ve toplumsal gerçeklik ışığında şöyle cevap vermişti:
“Mahen – bizim dilimizde ‘oğul’ anlamına gelir – bazı anlarda doğru olanı yapmak zorundasın. Eğer birine, herhangi birine haksızlık yapıldığını görürsen, Tamil olsun ya da olmasın, sesini yükseltmelisin, haksızlık görürsen karşı koymalısın.”
İşte babasından aldığı bu basit öğüdü bu röportajı okuyan tüm Kürt okurlara da iletmek istedi ve bir dayanışma notu ekledi:
“Sesimizi yükseltip birbirimiz için mücadele edersek, halklarımız için dünyayı değiştirebiliriz.”