• Ana Sayfa
  • Ekoloji
  • Tavuk altın yumurtlayabilir mi: Beylikova ve nadir toprak elementleri
Tavuk altın yumurtlayabilir mi: Beylikova ve nadir toprak elementleri
Ecehan Balta 30 Ekim 2025

Tavuk altın yumurtlayabilir mi: Beylikova ve nadir toprak elementleri

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Nadir toprak elementlerini verirsek, altın yumurtlayan tavuğu veririz” sözü, Eskişehir’de yapılan miting meydanında epeyce alkış aldı. Kendisinin bu konuya dikkat çekmesi önemli. Ama tartışma, sembollerin ötesinde ciddi bir çevresel, ekonomik ve jeopolitik gerçeğe işaret ediyor: Türkiye, dünyanın en riskli madencilik alanlarından birine adım atıyor. Maalesef CHP de bu elementlerin çıkarılmasıyla değil, kimin çıkardığıyla daha fazla ilgili görünüyor.

Bir ton metal, iki bin ton atık

Nadir toprak elementleri, modern teknolojinin ve “yeşil dönüşümün” görünmeyen temeli. Elektrikli araç motorlarından rüzgâr türbinlerine, bilgisayar çiplerinden askeri sensörlere kadar her yerde varlar. “Temiz enerji” teknolojilerinin bu kadar bağımlı olduğu başka bir maden grubu yok.

Ancak üretim süreçleri “temiz” değil.

Bir ton nadir toprak elementi elde etmek için yaklaşık iki bin ton toksik atık üretiliyor. Bu atıkların içinde sülfürik asit, flor, amonyak ve düşük seviyeli radyoaktif izotoplar bulunuyor. Çin’in İç Moğolistan bölgesindeki Baotou madenleri, bu kirliliğin en çarpıcı örneği: Toprak, yeraltı suyu ve hatta süt ürünleri ağır metallerle kirlenmiş durumda.

Nadir toprak elementlerinin çıkarılması yalnızca doğayı değil, bu madenlerin çevresinde yaşayan insanları da doğrudan etkiliyor. The Guardian’ın 2012 tarihli araştırmasına göre, bölgedeki dev işleme tesislerinin etrafında kilometrelerce uzanan atık havuzları yeraltı sularına sızıyor; toprağın verimi yok oluyor, bitkiler yetişmiyor, su ve hava ağır metallerle kirleniyor. Kanser vakaları ülke ortalamasının iki katına çıkmış durumda. Baotou artık Çin’de “ölü tarım kuşağı” olarak anılıyor.

Beylikova sahası: Büyük potansiyel, büyük risk

Eskişehir-Beylikova’da, yaklaşık 694 milyon tonluk nadir toprak elementi içeren cevher bulunduğu açıklandı. Bu rakam, Türkiye’yi Çin’in ardından “ikinci büyük kaynak” konumuna taşıyabilecek bir potansiyel. Ancak “cevher” ile “ürün” arasında uzun bir mesafe var. Cevherin içindeki nadir element oranı düşük; işlenmesi yüksek teknoloji, uzun süreli yatırım ve hassas atık yönetimi gerektiriyor. Türkiye’nin bu alanlarda ciddi bir altyapısı yok.

Sahanın 1.500 hektara yayıldığı tahmin ediliyor. Bu, bölgedeki meraların, tarım alanlarının ve yeraltı su sistemlerinin doğrudan etkileneceği anlamına geliyor. Toz, ağır metal, asit drenajı ve radyoaktif artık riski, Eskişehir’in tamamının ekosistemi için önemli bir tehdit oluşturacak.

İşçiler için görünmeyen bedel

Nadir element madenciliği yalnızca çevreye değil, çalışanların sağlığına da zarar veriyor. Üretim sürecinde solunan tozlar akciğerde birikiyor; “nadir toprak pnömokonyozu” olarak bilinen kronik bir hastalığa yol açıyor. Zenginleştirme işlemlerinde kullanılan kimyasallar, göz ve ciltte kalıcı yanıklara neden olabiliyor.

Bu nedenle Çin, artık kendi topraklarında bu üretimi sınırlayıp başka ülkelere kaydırmaya çalışıyor.

Türkiye, “yeşil ekonomi” söylemiyle aslında kirli üretimin yeni adresi haline gelme riski taşıyor.

Jeopolitik konum: Avantaj mı, tuzak mı?

Bugün Çin, nadir elementlerin üretiminde ve rafinajında küresel tekel konumunda. ABD ve AB, bu bağımlılığı azaltmak için yeni tedarik zincirleri arıyor. Türkiye, bu iki güç arasında stratejik bir konumda. Ancak, normal koşullarda bile, bu konumun “fırsata” dönüşmesi için yalnızca madeni çıkarmak yetmez; işleme, teknolojik üretim ve çevre koruma politikalarının da aynı anda geliştirilmesi gerekir. Aksi halde, Türkiye bir “ham madde sağlayıcısı” olarak sistemin dış halkasında kalır. Kazanç birkaç şirketin, maliyet ise toplumun sırtına yüklenir.

Ama mesele yalnızca ekonomik strateji değil. Bu elementlerin ait oldukları yerde, yani toprakta kalması da bir tercihtir — ekonomik kalkınma paradigmasının ötesine geçip, kırsal ve yerel düzeyde doğayla barışık, yeniden üretici çözümler üretmek mümkündür. Kalkınma, büyüme hedefinin ötesinde, ekosistemin taşıma kapasitesini ve toplumsal refahı birlikte gözeten bir anlayışa evrilmek zorundadır.

Toprağın hakkı

Beylikova’daki rezerv, Türkiye için bir sınav.

Soru şu: Bu topraklardan metal mi çıkaracağız, yoksa bu toprakların hakkını mı koruyacağız?

Gerçek bir dönüşüm, kalkınmayı yerin altındaki madenle değil, yerin üstündeki yaşamla ölçmeyi gerektiriyor.

Belki de asıl zenginlik, altına çevrilmemiş o madenlerde değil — hâlâ nefes alan, üretken, yaşayan toprakta saklıdır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.