Tayfun Kahraman’a acımayın bu haksızlığa son verin
Sevda Çetinkaya 29 Aralık 2025

Tayfun Kahraman’a acımayın bu haksızlığa son verin

“Tayfun’u bugün 1 saat cam ardından acı içinde gördüm!

Anayasa Mahkemesi kararı UYGULANMADIĞI İÇİN, masum yere hapiste olan eşim Tayfun Kahraman, sağlığını kalıcı biçimde etkileyecek çok ağır ve sancılı bir süreç yaşıyor.

Oysa 4 senedir kimseye bir zeval gelmeden, geri dönüşü olmayan bir hasar almadan bu haksızlık bitsin diye dua ediyordum…

Ne yapalım biz? Kime anlatalım derdimizi?

Tayfun’un 4 senedir haksızca içinde barındırıldığı fiziksel ve psikolojik yaşam koşullarının hastalığının bugün geldiği seyre etkilerini hangi mahkeme değerlendirecek?

Nereye başvuralım?


Bizim daha ne yaşamamız gerekiyor?

Bu kadar zulüm, bu kadar gaddarlığı nasıl sineye çekelim?

Başımıza gelenlerin ve geleceklerin sorumluluğu kimde?”

(Meriç Demir Kahraman / 25.12.2025)

Yeni yargı paketinin Meclis’te kabul edilip, cezaevlerinden tahliyelerin başladığı saatlerde sabrının zarafetiyle böyle diyordu Meriç Demir Kahraman.

Tayfun Kahraman
Selahattin Demirtaş
Figen Yüksekdağ
Adnan Selçuk Mızraklı
Can Atalay
Osman Kavala
Çiğdem Mater
Leyla Güven
Mehmet Murat Çalık

ve daha yüzlerce isim yoktu tahliye edilenler arasında.

O kadar çoklar ki hepsinin adını yazdım sayın lütfen.

Bugün tahliye edilenler değil, edilmeyenler mevcut rejimin sınırını gösteriyor.

Bu yüzden mesele bir af meselesi değil.
Basit bir reform meselesi hiç değil.

Çünkü mesele artık ne tek tek dosyalar, ne tek tek yasa maddeleri ne de yargı paketleri.
Mesele, hukukun nasıl bir siyasal rejimin parçası haline geldiği.

Carl Schmitt’in dediği gibi: “Egemen, istisna haline karar verendir.”

Türkiye’de hukuk, normun etrafında değil, istisnanın etrafında örgütleniyor.
Olağan hukuk tamamen askıya alınmış değil; ama kimin için geçerli olduğu, kimin için askıya alındığı siyasal olarak belirleniyor.
Bazıları için yargı paketleri bir “müjde”, bazıları için ise istisnanın devamı.

Schmitt’e göre istisna, hukukun dışı değildir, hukukun çıplak halidir.
Güvenliği merkeze alan her hukuk, istisnayı kalıcılaştırır.

Çok uzun zamandır olağanüstü, olağan hale gelmiştir.

Bu yüzden “hukuk devleti” demek artık yetmiyor.
Hukuk devleti, istisnayı ortadan kaldıran değil onu yöneten bir rejime de dönüşebilir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, istisnayı sonlandıran, barışı kurucu ilke haline getiren yeni bir hukuk.

Tam da bu nedenle bugünün ihtiyacı yeni bir güvenlik doktrini değil, yeni bir hukuk tahayyülü.

Yıllardır Kürt meselesi, çatışma ve çözüm başlıkları güvenlik eksenli ele alındı.
Her yeni dönem, yeni bir güvenlik konseptiyle açıldı.
Ancak sonuç değişmedi: çatışma biçim değiştirdi, hukuk ise sürekli askıya alındı.
Oysa barış, istisnanın kurumsallaştırılmasıyla değil istisnanın sona erdirilmesiyle mümkün.
Bu nedenle bugün ihtiyaç duyulan şey, güvenlikçi aklın ürettiği geçici çözümler değil, çatışmayı hukuken de bitiren ve güvence altına alan bir barış hukuku.

Barış hukukunu şu üç temel ayak üzerinden anlıyorum.

Bana sorsanız ve imkanım olsa hepsini bir anda yaparım.
Bu da benim hayalim ve yeni yıl dileğim olsun.

Birinci ayak: Silah bırakanların hukuki güvencesi

Barış süreçlerinin en zor ve en netameli aşaması, silah bırakanların geleceğidir.
Negatif hukuk burada kritik bir rol oynar:
Devletin cezalandırma yetkisinin sınırlandırılması.

Silah bırakan örgüt mensupları, istisna rejiminin sürekli öznesi haline getirilemez.
Hukuk, onları “potansiyel tehdit” olarak kodlamaya devam ederse, barış bir davete değil, bir tuzağa dönüşür.
Oysa silah bırakma, hukuken tanınması gereken siyasal bir irade beyanıdır.
Barış hukuku tüm dünya deneyimlerinde de şunu söyler:
Devlet, silah bırakana karşı geri çekilmelidir.
İntikamdan vazgeçmeli, hukuki güvence üretmelidir.
Bu, affetmek değil; çatışmayı sona erdirmenin hukukudur.
Barış, önce devletin yapmamayı öğrenmesiyle başlar.

İkinci Ayak: Kürtler için eşit yurttaşlık

Türkiye’de Kürtler hem hukuken hem siyasal olarak istisna alanında tutuldu bugüne kadar.
Burada pozitif hukuk lazım bize.
Pozitif hukuk, devletin yükümlülüklerini tanımlar:
Kürtleri güvenlik tehdidi olarak değil, eşit yurttaş olarak görmek
Dil, kimlik ve siyasal temsil haklarını tanımak
Yerel yönetimler üzerindeki vesayeti sona erdirmek

Barış, ancak eşitlik hukuka yazıldığında kalıcı olur.

Üçüncü ayak: Herkes için özgürlük yasaları

İstisna rejimleri yalnızca hedef aldığı toplulukları etkilemez; zamanla bütün topluma sirayet eder.
Bugün Türkiye’de örgütlenme hakkı, ifade ve basın özgürlüğü, siyaset yapma hakkı ve yargı bağımsızlığı alanındaki krizler bunun sonucudur.
Kürt meselesi yüzünden kurulan istisna hukuku, sonunda genel bir otoriterliğe dönüştü çünkü.

Bu yüzden barış hukuku yalnızca Kürtler için değil, toplumun tamamı için özgürlük hukuku olmak zorunda:
Temel hakların güvenlik gerekçesiyle askıya alınamaması ve herkes için eşitliğin güvence altına alması
Yargının istisna üretme aygıtı olmaktan çıkarılması
Siyasal muhalefetin kriminalleştirilmesine son verilmesi

İkinci ve üçüncü ayak olmadan barış eksik kalır.

Şiddetin ortadan kalkması otomatik olarak özgürlük yaratmaz.

Aimé Césaire’in bumerang metaforunda olduğu gibi, çözülmeyen meseleler döner dolaşır, başka biçimlerde geri gelir.

Bugün konuşulmayan haklar, yarın daha derin bir kriz olarak karşımıza çıkar.

Silahın devreden çıkması elbette çok önemli. Ama silahların sustuğu yerde siyaset cesaretle ve özgürce konuşamıyorsa, oradaki barış demokratik değil, olsa olsa otokratik bir barış olur.

Yeni yılda hep birlikte göreceğiz.

Silah sonrası dönem demokratik bir cesaretle yeni bir toplumun inşasına el verecek mi?

ABD’de 1970’li yıllardaki siyah kurtuluş hareketinin önemli kadın eylemcilerinden Assata Shakur’un sevdiğim sözlerinden biriyle bitireyim:

“Dünyada hiç kimse ve tarihte hiç kimse özgürlüğünü kendisine baskı yapanların merhametine hitap ederek elde etmemiştir.”

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.