Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Mehmet Uçum’u dinledikçe, okudukça bu deyim aklıma takılıyor. Biz barış derken gerçekten tekeden süt mü sağmaya çalışıyoruz? Bu tekeden bu süt çıkmaz mı? Tartışmaya değip değmeyeceği ayrı bir konu ama kulağını iktidara kabartanlar bu deyimin duygusunu telaffuz ediyor. Sokakta “bundan da bir şey çıkmaz” söylemi hala önemini koruyor. Acaba zaten bu söylem sahipleri tam olarak bu duyguyu mu yerleştirmek istiyor? O halde neden? Pazarlıkta elini güçlendirmek için mi? Özellikle Kürtlerin bu duygu içinde paralize olmasını sağlamak için mi? Soruları çoğaltmak mümkün.
Ancak ortada şu an itibariyle görünenler şu ki; İktidar güvenlikçi bir çözüm, daha doğrusu güvenlikçi bir barış arzusuna uygun söylem kuruyor. İkincisi eğer Devlet Bahçeli devletin bir kesimi adına konuşuyor ise devletin diğer güçlü kanadı olan iktidar Bahçeli ile şimdilik aynı yöntemi izlemiyor. Daha doğrusu Bahçeli için olan A planı, İktidar için B planı konumunda. İktidar şimdilik kendi A planı ile meşgul. Bu planda barış değil teslimiyet içeriyor. Bu planın ana motivasyonu, Suriye öncelikli Ortadoğu’nun yenidendizaynında Kürtlere açılan yerin, Kürtlerin teslim alınması ile doldurma isteğine tekabül ediyor. Ya Kürtlerin bertaraf edilmesi ya da Kürtlerin iradeleri üzerinde de hâkimolabilecek bir yer edinilmesi çabasını içeriyor.
Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasında ya da HTŞ ve Colani üzerindeki etkide belirleyici oldukları izlenimine bunun için gerek duyuyor, Suriye’nin yeniden dizaynında belirleyici bir komşu ülke olma hevesi de bununla ilgili görünüyor. Hani Suriye’nin dizaynında başat aktör olarak işaret edilse Kürt meselesinde bildiğimiz anladığımız bir barış ihtimalini de epey öteleme olanağı yakalanmış olacak.
Peki bu durum rasyonel mi? Durum AKP iktidarının arzusu ile uyumlu gelişir mi? Açıkçası ünlü klişeye atıfla, burası Ortadoğu, akşamdan sabaha çok şey değişir, olmaz olmazmış, desek de AKP’nin rüyası bu olasılığın yatağında büyüyor olsa da açıkçası Suriye’de mevcut durum bu öngörü ile yeterince uyumlu değil.
Her şeyden önce Türkiye’nin bir nevi rejimini ihraç etmek istediği Suriye’de durum bu beklentiden epey uzak.
Çünkü birincisi; Suriye, Türkiye gibi merkeziyetçi, otoriter, her şeyin Şam’dan belirlendiği bir üniter devlet olma olanaklarından uzaklaştı. Hatta en güçlü ve olası ihtimal Suriye’nin istikrarı, çoklu kimlik ve çoklu inanç yapısı ile uyumlu güçlü yerelliğe, özerklik hallerine muhtaç görünüyor.
İkincisi, Suriye’de kurumsallaşmış, askeri ve idari yapılarını geliştirmiş, farklı bir siyasal parametreye sahip Kuzey Suriye ve Rojava gerçeği var ve bu gerçeğin tanınmaması için hiçbir neden yok! Dolayısıyla Türkiye’nin kaderini belirlemek istediği “Suriye Kürtleri” için o kader epeydir belirlenmiş görünüyor ve Kürtler Suriye’nin yeni dizaynının ortağı ya da asli unsuru olacak gibi görünüyor.
Üçüncüsü, Suriye ve Ortadoğu düzleminde Türkiye’den daha başat oyun kurucular mevcut. Açıkçası ne Suriye’nin ne de Ortadoğu’nun geleceğine Türkiye karar veremeyecek, daha doğrusu ondan önce karar verecek güçlere ancak eklemlenerek sürecin parçası olabilecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarının hem Suriye hamlelerini hem Öcalan’la başlattıkları bu isimsiz süreci aslında Trump iktidara gelene kadar bir tür yol temizliği olarak değerlendirdiklerini söylemek de mümkün.
İktidar, ABD’nin yeni başkanı Trump koltuğa oturmadan,Suriye’de temel aktörlerden biri olarak rol alabilecek tüm koşulları zorluyor görünüyor. Suriye’nin yeni liderlikleri ile kurdukları coşkulu ilişki ve uyum, yeni Suriye’nin adının ne olacağına varana kadar Suriye dizaynında ne denli etkili olabileceklerine dair gösteri, Kürtlere ne yapacaklarına, Dürzilerin nasıl kendilerinin teminatında olacağına kadar bir dizi temas vs ile bu role ne denli uygun ve hazır olduklarını gösterme girişimleri olma özelliği taşıyor.
Bir yandan Öcalan ile başlatılan süreci ve Suriye’nin yeni lideri ile geliştirmeye çalıştıkları düzenleyici nitelikte ilişkileri; Öte yandan başlayan süreci isimsiz kılıp, kadife eldivene sakladıkları demir yumruğu sergileyerek başlayan ama başlayamayan süreci sürüncemede bırakan tutumları, netolmama ve çözüm ya da barış fikrinin bir politika yapma aracına dönüştürülerek kulvara sokulmasının hepsi Trump dönemine hazırlanmakla da ilgili elbette.
Ama zaman daralıyor ve aslında ne Suriye’nin yeni rejimiAKP iktidarının gönlündeki ile uyumlu olacağa benziyor ne de Suriye ve Ortadoğu’nun etkin küresel aktörlerini ikna edebilmiş görünüyor. Aksine pek çok şey zorlama ve abartılı hatta kısmen tehlikeli bulunuyor. Şansını zorlayan iktidar çok uzun olmayan bir zaman diliminde açık ki Bahçeli’nin A planına, yani kendilerinin B planına dönmek zorunda kalabilir.
Her ne olursa olsun Ortadoğu’nun yeni konjonktürü Kürtlere ciddi bir alan açtı ve Kürtler bu alanı kullanmak isteyecektir. Türkiye eğer gerçekten Kürtlere açılan bu alanın lehlerine sonuçlar doğurmasını istiyor ve Ortadoğu’nun geleceğinde başat aktör olmak istiyorsa hem Kürtlerle olan çatışmayı bitirmeli hem tanınmama üzerine kurulu diskurlarına son vermeli.
En nihayetinde Bahçeli’yi bu sürece zorlayan hakikat de, Erdoğan’a fırsat penceresi olarak görünen değişimler de Türkiye için ABD’den önce Kürtlere işaret ediyor.
İşaret edilen Kürtlerle ciddi tarihsel bir ittifakın yolu da açık ki; Öcalan’dan geçiyor. Öcalan’ın aracısız biçimde, örgütüne, Kürtlere ve hatta Türklere direk seslenebilmesinden geçiyor. Eşit koşullarda yürüteceği siyasetten geçiyor. Madem silahların devre dışı kaldığı koşullarda, Kürt meselesi dahil tüm sorunların siyaset araçları ile çözümüne şans tanınmak isteniyor o halde siyaset yapıcıları da özgür kılmaktan ve elbette güçlendirmekten geçiyor. Sürecin başlatıcıları farkında mı bilmem ama Öcalan’ın atfedilen role uygun özgür ve güvenli alanlara geçmesi sürecin kaderi açısından sanıldığından çok daha fazla öncelik taşıyor.