Toplum olmadan barış!
Kuban Kural 21 Temmuz 2025

Toplum olmadan barış!

Adına ne dersek diyelim PKK’nin Süleymaniye’nin Dukan bölgesindeki Casene mağarasında gerçekleştirdiği silahları yakma “eylem”iyle sürecin yeni bir faza geçtiğini net bir şekilde söyleyebiliriz. Öcalan’ın çağrısının ardından verilen fesih kararının ne kadar samimi olduğunu bundan daha iyi bir görselle sunmak mümkün olamazdı herhalde. PKK, bölgesel Kürt yönetim organları ve MİT’in (devletin) ortak organizasyonuyla planlanmış ve her aşaması detaylıca düşünülmüş bu seremoniye katılan birçok kişinin ortaklaştığı nokta, vakarlı bir silah bırakma/yakma töreni izledikleri yönünde. Tören alanında çekilen videoları izlemek ve katılımcıların yazılarını okumak dahi insanı farklı duygulara sevk ederek ümit var kılıyor. Aklı başında herhangi bir kimsenin (politik saiklerle zehirlenmediyse) bu görüntülere sevinmemesi mümkün değil.

Aşama aşama gideceği varsayılan sürecin ilk üç aşamasının kazasız belasız atlatıldığını kabul edebiliriz. Bahçeli’nin mecliste yaptığı konuşma, ardından Öcalan’ın örgütüne yaptığı çağrı ve ardından verilen fesih kararını ilk iki aşama olarak sayarsak Cesene’ de detayları düşünülmüş ve kamu önünde gerçekleştirilen silah yakma organizasyonuyla üçüncü aşamayı da atladığımızı söyleyebiliriz.

Silah yakma seremonisinin hemen ardından Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın (bütün içeriksel eleştirilerimizi bir kenara bırakarak yorumlarsak) süreci ilk kez bu kadar sahici bir şekilde sahiplenmesi açısından önemli olduğunu not edelim. Ayrıca üzerilerindeki bütün anti demokratik baskılara rağmen süreç konusunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in katkı vereceklerini söylemesi, kendi tabanındaki tepkilerde dikkate alındığında takdir edilmesi gereken bir tutum…

Bundan sonrasının daha zor olduğunu, bölgesel gelişmelerin ve içeride oluşacak çatlakların süreci sabote etmesinin mümkün olduğunu dikkate alarak teyakkuzda olmak gerekiyor.

Meclis aşaması

Silah bırakanların ne olacağı, hukuki süreçlerin ne şekilde işleyeceği, entegrasyonun nasıl gerçekleşeceği ve tabi ki siyasi tutsakların durumu, meclis çatısı altında kurulacak komisyona devredilmiş durumda. Ancak hukuki olarak hiçbir şey yapılmadan atılabilecek, sembolik değeri çok yüksek adımlar da var. En son AİHM kararını dikkate alarak Selahattin Demirtaş’ ın salıverilmesi gibi. Böyle bir adım mecliste komisyon kurulmadan önce samimiyeti görünür kılması açısından da önemli olacaktır…

Meclis çatısı altında kurulacak komisyon ve yapacağı çalışmalar tabi ki önemli. Ancak bu aşamada sürecin siyasi aktörlerinin dışında konuyla ilgili sivil toplum örgütleri başta olmak üzere çeşitli toplumsal kesimlerin temsilcilerinin de komisyon tarafından dinlenmeleri ve dikkate alınmaları bir sonraki aşamalar için ön açıcı olur.

Peki ya toplum…

Şimdiye kadar yaşadığımız ve yukarıda bahsettiğim süreçlerin neredeyse hiç birinde toplum yok. İlk açıklamalarında sürecin toplumsallaşması çok önemli diyen Öcalan’ın ve DEM Parti’nin bu konudaki çabalarının dışında AKP ve MHP’nin böyle bir gündemi olmadığı da görülüyor. Ancak sadece siyasi elitler arasında geçen bir süreç toplumsal uzlaşmaya ve barışa evirilemez. Bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

Kürt meselesinin varlığını kabul etmeden, anadilde eğitimi tartışmadan, yerelin güçlendirilmesini konuşmadan en önemlisi ülkenin batısında var olan Kürt fobisini (ırkçılık demesek bile) gidermeden barışmak ya da demokratikleşmek mümkün değil. “Amaç zaten demokratikleşme değil” diyerek sürece baştan karşı çıkan muhaliflerin sesi buraya kadar geliyor. Ancak inisiyatif alınmayan bir süreçte devletin demokratikleşmesini beklersek daha çok bekleriz.

Sürece katkı sunmak; her yapılanın, atılan her adımın PR’ını yapmak da değildir. Eleştirilerimizle de olsa barıştan yana tavır almak özellikle AKP muhalifleri için zor olmasa gerek. Kürt meselesinde atılacak adımlar atılmadan demokrasiden bahsedilemeyeceğini görmek bu kadar anlaşılmaz değil. Özetle; hükümete muhalif olup barışa katkı sunmak mümkün. Bugün hükümet tarafından baskı altına alınan CHP genel başkanının tavrı bu konuda oldukça öğretici…

Ülkenin batısında olan Kürt fobisini görmek için illa kamuoyu araştırmalarını takip etmemize gerek yok. Kürt coğrafyası dışında kalan il ve ilçelerde biraz toplumla temas kurmak bunun için yeterli. Üstelik bu fobi parti ayırımı da yapmıyor. AKP, CHP veya MHP kitlesinden bireylerle derinlemesine yapacağınız görüşmelerde dillerinden Zafer Partisi söylemlerinin dökülmesi mümkün. Ancak bu fobiyi aşmanın yolları var. Ciddi bir tecrübemiz de var bir önceki çözüm sürecinden. Siyasi elitlerin ön açıcı olması ve en azından düşünce özgürlüğünün garanti altına alındığının ilan edilmesi bile toplumsallaşma çabalarına hız verecektir. Bu adımların atılması için meclis komisyonuna baskı yapmak ve taleplerini dillendirmek barıştan yana olan STK’ların öncelikli görevi olmalı. Sürecin isminden başlayarak gündem edilmesi gereken taleplerin dikkate alınması sonucunda oluşacak atmosferde ancak Kürt Meselesini konuşmaya başlayacağız. Şu ana kadar konuştuğumuz silahsızlanma dışında bir şey değil. Ancak silahlar devreden çıkınca çözüm, barış, hatta ittifak, adına ne dersek diyelim gerçekleşmiş olmuyor.

Geçen bir bilge kişinin dediği gibi bu söylediklerimin önündeki tek engel “Erdoğan’ın demokrasi korkusu” gibi duruyor. Bu korkuyu alt etmek ya da buna çözüm üretmek de sanırım önümüzdeki dönemde tartışacağımız konulardan biri…

Yine aynı bilge kişinin Kürt meselesine ait cümlesiyle bitireyim yazıyı. “Kürtlerin talepleri, Türklerin (ve tabi diğerlerinin) endişeleri” giderilmeden çözüm de barış da zor. Bunun içinde sürecin siyasi elitlerin görüşmelerinden çıkarak toplumsallaşması elzem…

 

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.