(Kapak görseli, tulya tarafından çizildi)
Ocak 2023’te kurulan Kapsama Alanı, ilk çıkışını trans+’ların görünmezliğine karşı bir söz üretme ihtiyacından aldı. Aralık 2022 gibi konuşulmaya başlanan örgütlenme, Ocak ayında bir araya geldi. Başta tüm trans+’ların görünmediği alanlara dair konuşmak için yola çıkan ekip, zamanla trans erkekler, trans maskülenler ve nonbinarylerin, yani ‘trans laçoların’ dertlerini konuşmak için bir öz örgütlenmeye dönüştü.
Kapsama Alanı’nın ilk çalışması, “Trans Erkek / Maskülen ve Nonbinaryler Cinsel Sağlık ve Jinekoloji Kontrollerinin Neresinde?” başlıklı araştırma oldu. Mayıs 2024’te yayımlanan bu raporu hazırlayan ekip üyelerinden Baran Alaz ve Ecmel Deniz, İLKE TV’ye konuştu.

(Görsel: Kapsama Alanı)
Ekip üyelerinden birinin jinekoloji muayenesinde maruz kaldığı ayrımcılık sonrası gündeme gelen bu araştırma, aslında feminist trans erkeklerin, trans maskülenlerin ve nonbinarylerin bir araya geldiğinde yıllardır konuştuğu, hatta birçoğu için artık klişeleşmiş sorunlardan yalnızca biriydi. Baran, süreci şöyle anlatıyor:
“Ocak 2023’te çıkış hikayesi şöyle. Ekip üyelerinden birinin jinekoloji randevusunun ardından, yani o jinekolojik muayenede yaşadığı hak ihlalleri, ayrımcı söylemler ve travmatik deneyim sonrası ‘bunu konuşmamız gerekiyor’ dedik. ‘Trans laçoların jinekolojik kontrole erişimine dair bir şeyler yapmalıyız’ fikri doğdu. Ve ilk çalışmamız da bu oldu: Trans erkekler, trans maskülenler ve nonbinaryler cinsel sağlık ve jinekolojik kontrollerin neresinde? adlı çalışmaya başladık.”
Ecmel’e göre Kapsama Alanı’nın en temel derdi, trans erkeklerin yaşadıklarına dair bir hafıza oluşturmak:
“Çünkü transların sorunlarının dilsizleştirildiğini düşünüyorum. İktidarın baskısı bir dilsizleştirme yaratıyor. Ve bu bizim hafızamızı da etkiliyor. Konu o kadar konuşulamaz hale geliyor ki özneler bir araya geldiğinde bile ‘bizim derdimiz var?’ diyemiyor. Sürekli hormon, kurul, uyum süreci gibi teknik şeylere odaklanıyoruz. Bunun ötesine geçemiyoruz. Örgütlenmenin bu dilsizliği kırabileceğini düşündük. Bu bizim ne yaşadığımızı kendimize sormaya başladığımız bir süreç oldu.”
Rapor da işte bu sorularla şekillendi:
“Biz ne yaşıyoruz? Ne dertlerimiz var? Bunları önce kendimize sorduk. İktidara, kamu kurumlarına ya da sivil topluma bir şey anlatmadan önce kendimize yöneldik. Ne derdimiz var Aşko? Hadi gel anlatıyoruz dedik.”
Trans laçolar jinekoloji alanına neden gidemiyor?

(Görsel: Kapsama Alanı)
‘Ya fiziksel sağlığın ya da psikolojik sağlığın’
Jinekoloji alanının bu denli cinsiyetlendirilmiş olmasının, trans erkeklerin muayeneye erişimini imkansız hale getirdiğini belirten Baran, şunları söylüyor:
“Kadın hastalıkları ve doğum’ isminin bile bir trans laçonun jinekolojinin kapısının önünden geçmemesinin bir sebebi. Elbette asıl faili işaret ederken yani iktidarı, sağlık politikalarını, ikili cinsiyet sistemini, ataerkiyi söylüyoruz. Ama burada kendi içimize, feminizme ve LGBTİ+ hareketine dair de eleştirilerimiz var. Görülmeme hali bizi bir sarmalın içine itiyor.”
Araştırma bulguları da bu eleştirileri destekliyor. 400’ün üzerinde katılımcının yarısından fazlası hayatında hiç jinekoloğa gitmemiş. Rapora göre, bir trans erkeğin kötü bir deneyimini duymak bile, başka bir trans erkeğin jinekolojik muayeneden vazgeçmesine neden olabiliyor.
Baran, bazı hastanelerde yer alan “erkekler giremez” ibaresinin trans+ları doğrudan dışladığını ve kişileri bir seçim yapmak zorunda bıraktığını söylüyor:
“Yıllardır jinekolojik sağlığına dair sorunlar yaşayan ama sırf kaygı, endişe, travmalarından dolayı gitmeyen translar var. Bu sistem sana şöyle bir tercih yaptırıyor: Ya psikolojik sağlığını düşüneceksin ve gitmeyeceksin. Ya da fiziksel sağlığını düşüneceksin, ama ayrımcılığa maruz kalmayı göze alacaksın. Yani bütüncül olmayan direkt ikiden bir tanesini seçmek zorunda zorunda bırakıldığımız bir sağlık hakkı ihlaliyle karşı karşıyayız.”

(Görsel: Kapsama Alanı)
Cinsiyet ikililiği sağlık hakkını nasıl gasp ediyor?
‘Ben erkeğim, jinekoloğa gitmem mi gerekiyor?’
Ecmel, bu çalışmanın sadece sağlık sistemine değil, aynı zamanda trans+ öznelerin kendi bedenlerine ve beden algılarına yönelik bir yanı olduğunu belirtiyor.
Yani bu çalışmanın önemli tarafı da öznelere dönmesi:
Yani raporun önemli yanlarından biri de öznelerin kendilerine dönmesini sağlaması:
“Bu yapısal sorunlar ve iktidarın oluşturduğu ikililik, yalnızca dışarıya dönük değil. Öznelerin beden otonomisine dair düşünmesinin de önüne geçen bir şeye dönüşüyor. Benim raporda en çok şaşırdığın şey, ‘Ben erkeğim, yine de jinekoloğa gitmem mi gerekiyor?’ sorusu oldu. Kadın ve erkek ikililiği üzerinden kurulan sağlık sistemi; medya, doktorlar ve tüm iktidar araçlarıyla sürekli yeniden üretiliyor. Bu da öznelerde ‘orada bana yer yok’ duygusu yaratıyor. Kişiler oraya gitmeyi potansiyel olarak bile değerlendirmez hale geliyor. Öznelere cinsel sağlık hakkını ve oranın bizim alanımız olduğunu da hatırlatmış olduk.”
Cinsiyet uyum sürecinde jinekolojik hizmete erişim

(Görsel: Kapsama Alanı)
Cinsiyet uyum sürecinde olan trans+ özneler hakkında konuşuyoruz. Cinsiyet uyum sürecinde sağlık hizmetlerine erişim, yönsüz bir hal alıyor. Baran, bu durumu şöyle anlatıyor:
“Cinsiyetlendirilmiş bir alan olduğunu konuştuk. Üstelik artık iktidar cis kadınların bile yaşına, medeni durumuna göre ayrım yapıyor. Evli olmadığım için bir poliklinikten diğerine gönderildiğimi hatırlıyorum. Orası yalnızca kadınlara, hatta sadece gebe kadınlara ait bir yermiş gibi kurgulanıyor. Bu poliklinikler böyle bir aşamaya gelmişken, bir de hormon kullanan bir trans laçonun orada bulunmasını düşünün. Örneğin Sakallı bir insan jinekoloji polikliniğinde tek başına bulunamıyor. Yanına ‘kadın atanan’ birini götürmek zorunda kalıyorlar. Girişteki güvenlikten doktora, hemşireye ve bekleme salonundaki diğer insanlara kadar herkesin bakışı, sorusu, ayrımcılığıyla karşılaşıyorsun.”
Jinekoloji alanı, trans erkekler için yalnızca gidilmesi zor bir yer değil; aynı zamanda gidildiğinde yönlendirme ve bilgi eksikliğiyle örülmüş bir boşluk:
“Evet, jinekologlar gerçekten bu süreci bilmiyor. Sıradan bir bilmemek değil, ilgilenmedikleri için de bilmiyorlar. ‘Benim alanım değil, bilmiyorum’ diyen çok doktor var.”
Bu nedenle Kapsama Alanı’nın öncelikli taleplerinden biri, trans sağlığının tıp müfredatına eklenmesi:
“İlk taleplerimizden biri buydu. Histerektomi ameliyatı yalnızca trans erkeklerin geçirdiği bir ameliyat değil, cis kadınlar da oluyor. Ama trans erkek olduğun anda, ‘bilmiyorum’ diyen doktor sayısı artıyor. Bu transfobiyle harmanlanmış bir bilgisizlik. Ve bu yalnızca jinekologlarla sınırlı değil. Geçirdiğin ameliyatların beden üzerindeki etkisini bilen doktor sayısı çok az. Kalpten vulvaya kadar, hiçbir bölgeyle bütüncül şekilde ilgilenilmiyor.”
* Histerektomi (rahim alınması ameliyatı): Rahmin tamamen ya da kısmen cerrahi olarak çıkarılması.
Cinsiyet uyum süreci ve ‘zorunlu kısırlaştırma’
‘Trans olmak için ne zaman yeterliyiz?’
Burada dikkat çekilmesi gereken yer, Türk Medeni Kanunu’nun 40. maddesiyle zorunlu tutulan histerektomi ameliyatı. Yani rahim ve yumurtalıkların alınması, kimlik değişimi için zorunlu tutuluyor. Bu, kanuna göre ‘tanınmanın’ şartı.
Ancak bu süreç kanunlar tarafından her ne kadar zorunlu tutulsa da sürece başlayan trans+’ların erişebileceği güvenli, bilgiye dayalı bir sağlık hizmeti neredeyse yok.
Ecmel, süreci yalnızca tıbbi bir takip meselesi değil, açık bir beden hakkı ihlali olarak tanımlıyor. Histerektomi ameliyatının kişisel tercihlerle açıklanamayacağını belirterek şöyle diyor:
“Histerektomi bazen kişilerin disforilerinden ya da bedenini tayin etme hakkının bir parçası olabilir. Ama konu buraya gelmeden önce, bunu tırnak içinde ‘zorunlu kısırlaştırma’ olarak okuyorum. Bu ameliyatı çoğu zaman kimlik alabilmek için olmak zorunda kalıyoruz. TMK 40 bunu dayatıyor. Bu yüzden biz translar arasında hep şunu sorar olduk: Trans olmak için ne zaman yeterliyiz? Erkek olmak için ne kadar yeterliyiz? Bizi bu soruları sormaya iten bir sistemle karşı karşıyayız.”
Histerektomi ameliyatının trans laçolar için bir tür erken menopoz deneyimi olduğunu belirten Baran, şunları söylüyor:
“TMK 40, doktorlarla, hastanelerle, adliyelerle başlayan ama içinde ne sağlık ne de adalet olan bir mevzu. Hormonu verirken değerlerine bakıyorlar ama sonrası umurlarında değil. 20’li yaşlarının başında histerektomi olan bir trans laço, çok erken yaşta menopoza giriyor. Ama ne bir bilgilendirme yapılıyor ne de bir takip oluyor. Menopoz kadınlar için bile zor konuşulan bir şeyken, trans laçolar için tamamen yok sayılıyor. Hormonu nasıl kullanacağını, yan etkilerini, organlarının nasıl etkileneceğini kendi bedeninle öğreniyorsun. Çünkü bu bilgiyi kimse sana vermiyor.”
Kimliğini değiştiren bir trans erkeğin gideceği bir poliklinik yok
Kimlik değişikliği sonrasında ise yeni bir sorun başlıyor: ‘Kendine uygun’ bir poliklinikten randevu almak imkansız hale geliyor. Baran, bu durumu şöyle özetliyor:
“Kimliğini değiştirdikten sonra jinekolojiye gidemiyorsun. Ürolojiye yönlendiriliyorsun. Ama ürolog da bakmıyor. Kaç tane ürolog ya da jinekolog, histerektomi geçirmiş, hormon kullanan bir trans laçonun bedenini gerçekten tanıyor? Translar doktorlardan daha fazla bilgi sahibi olmak zorunda kalıyor. Devlet seni bu sürece zorluyor ama sonunda hiçbir destek sunmuyor. Ne sağlık hakkı var ne de adalet.”
TMK 40 kapsamındaki uygulamaların ağır bir beden hakkı ihlali olduğunu vurgulayan Baran, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ben çalışan bir organımı kimlik alabilmek için vermek istemiyorum. Hormon ilaçlarını, beni anlamayan, bilgisiz doktorların istediği şekilde kullanmak zorunda kalmak istemiyorum. Öncesinde ne olacağını bilmiyorum, sonrasında ne yaşayacağımı da söylemiyorlar. Üremeden yoksun bırakılıyorum. Rahmim ve yumurtalıklarım alınıyor ama iki yıl sonra bu ülkede çıkıp hormonu kısıtlıyorlar.”
Hormon kısıtlamaları
‘Bir hormon için sistem bizi ya dışarıya ya da birbirimize muhtaç bırakıyor’
Ne olmuştu?
[Tam da 20 Kasım Nefret Suçları Mağduru Transları Anma Günü’nde, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK), translar için yaşamsal öneme sahip bazı hormon ilaçlarının erişimine sınırlama getirdi.
Testosteron içeren ilaçlar, gonadotropin salıverici hormon (GnRH) analogları ve 2 mg üzeri östrojen içeren ilaçlar artık sadece sıkı reçeteli olarak alınabiliyor. Gerekçe olarak “toplum sağlığını koruma” ve “suistimali önleme” gibi ifadeler kullanıldı. Ama bu karar translar için sadece bir kısıtlama değil, doğrudan bir hayati tehlike anlamına geliyor.]
Ecmel, bu hormon krizinin yeni olmadığını ama son kısıtlama kararıyla sorunun derinleştiğini belirtiyor.
“Bir yasa olmamasına rağmen doktorlar ‘artık hormon yazmıyoruz’ diyebildi. Aile sağlığı merkezleri ‘uyum süreci yürütmüyoruz’ diyebildi. Eczaneler bile ilacı vermeyi reddetti. İktidar ve medyanın ürettiği nefret dili, kurumlara yasa dışı bir yetki verdi adeta. Histerektomi sonrası vücut kendi hormonunu üretmiyor. Dışarıdan hormon almak hayati ama ona bile ulaşamıyoruz. Kemik sağlığından ruh sağlığına kadar ciddi risklerle karşı karşıya kalıyoruz.”
Ecmel’e göre bu değişiklik tıbbi bir gerekçeye değil, bedenleri denetleme isteğine dayanıyor:
“Doktorlar artık üç ayda bir reçete yazabiliyor. Ama bu ‘kontrol altında tutma’ bahanesiyle sunuluyor. Gerçekte ise ne bir takip yapılıyor, ne de testler yorumlanıyor. Dahası, bu uygulama trans yoksulluğunu görmezden geliyor. Üç ayda bir randevu bulmak, büyükşehire gitmek, ulaşım parası vermek herkes için mümkün değil.”
Translar birbirine ilaç taşır hale geldi
“İnsanlar yurt dışından ilaç getirtmeye çalışıyor. Elinde fazla hormon olan biri, başka bir arkadaşına veriyor. Kimileri sporcuların kullandığı ilaçlara yöneliyor. Sağlık riski oluşturabilecek alternatiflere itiliyoruz. Çünkü sistem bizi başka seçeneğe bırakmıyor. Bize ‘yasal bir süreç var, sağlık sistemine entegresiniz’ deniliyor. Ama gerçekte ne yasallık işliyor ne sağlık. Sadece bedenimizi denetim altına alma isteği var. Hormon, bizim için bir tercih değil; yaşamsal bir ihtiyaç.”
Trans+’lar kendisinin hem doktoru hem avukatı oluyor

(Görsel: Kapsama Alanı)
Trans+’ların yoksulluğundan bahseden Ecmel, bir taraftan birçok ayrımcılık yaşanırken ve buralarla mücadele edilirken kendi bedenlerinin üzerine düşünme fırsatı bulamadıklarını belirtiyor:
“Yoksulluk, ayrımcılık, şiddet bir yanda, diğer yanda da hormon kullan, histerektomi ol, kimlik değiştir… Bütün bunları yaparken bedenini düşünmeye fırsat kalmıyor. Sürekli bir panik ve koşturma hali var. Ne doktorlar ne hükümet bizi düşünüyor. Histerektomi sonrası pH dengesizliği, vajinal kuruluk, mantar riski gibi sorunlarla karşılaşıyoruz, ama buna dair bilgilendirme yapılmıyor. Hormon kullanıyoruz ama bu hormonun yaratacağı riskler hakkında kimse bizi bilgilendirmiyor.”
En ağır yüklerden biri de, tüm bu süreci bireysel olarak sırtlamak zorunda kalmak:
“Bir trans uyum sürecine başladığında doktor, avukat olmak zorunda kalıyor. Kendi sorununu kendi çözüyor. Hatta bugün bile bir arkadaşımız gruba ‘şu ilacı şu amaçla kullansam olur mu?’ diye yazdı. Çünkü jinekoloğa gitmek istemiyor. Deneme-yanılma yoluyla, hatta zararlı olabilecek yöntemlerle kendimizi korumaya çalışıyoruz. Çünkü sistem bizi korumuyor.”
Elbette bunlar sistemin yıktığı zorluklar. Tüm bu zorluklarla birlikte Baran da Ecmel de kıymetli olan birçok konuya da vurgu yapıyor. Panik halini aşmak için örgütlenmenin çok değerli olduğu vurgulanıyor.
‘Panik yok, örgütlenme var’
Araştırmanın başladığı 2023’te, aile yılı ilanı, hormon kısıtlamaları ve yasa tasarıları henüz gündemde değildi. LGBTİ+’lara yönelik baskı, sansür, nefret söylemleri hep vardı. Ancak bugün, tüm bu iklimin içerisinde soruyoruz: 2025 yılında trans erkekler, trans maskülenler ve nonbinaryler cinsel sağlık ve jinekolojik kontrollerin neresinde?
Ecmel şöyle cevaplıyor:
“Artık daha korkunç, daha dışlayıcı bir yerdeyiz. Her jinekolojik hak ihlalinde ‘transları da düşünün’ dediğimizde, bu ihlalin herkese sıçrayabileceğini söylüyorduk. Bugün geldiğimiz nokta tam da bu. En ezilen grup yine LGBTİ+’lar. Sağlık hakkını konuşacaksak, bunu bütüncül şekilde, herkes için konuşmamız gerekiyor. Ben ‘panik yok, örgütlenme var’ mottosuna inanıyorum. Evet, iktidar nefret diliyle panik yaratıyor. Ama biz örgütleniyoruz. Bu dilsizleştirme çok sinsi bir pratik ama biz buna karşı hafızamıza, sesimize ve örgütlenmemize sahip çıkmalıyız.”
Baran da bugünkü tabloda transların cinsel sağlık alanında çok daha geri itildiğini söylüyor:
“Cinsiyet uyumu süreçleri, jinekolojik kontroller… Hepsi faşizmin, fobinin körüklendiği bir ortamda iyice görünmez oldu. Kürtaj yasal ama erişemiyoruz; sezaryen özel hastanelerde yasaklanıyor, normal doğum dayatılıyor. Transların beden hakkı da aynı baskıların hedefinde. Bu yalnızca LGBTİ+’ların değil, herkesin sorunu artık. Feministler sezaryen yasağına karşı çıkarken histerektomiye de ses çıkarmalı. Translar hormon hakkını savunurken kürtaj hakkını da sahiplenmeli. Aksi halde bugün ben giderim, yarın sen derken, sonunda hiçbirimiz kalmayacağız.”
Baran ve Ecmel, röportajın sonunda trans+ öznelerin yalnızca mücadele nesnesi değil, söz üreten, örgütlenen ve yön belirleyen özneler olduğunu bir kez daha hatırlatarak sloganla sözlerini bitirmek istiyorlar:
“Travestiyiz, buradayız, alışın, barışın, gitmiyoruz!”