DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Yeni Yaşam gazetesinden Nezahat Doğan’a verdiği röportajda 1 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı ‘tokalaşma diplomasisi’ ve ardından yaşanan gelişmelere dair açıklamalarda bulundu.
“Kürtlerle barışmak bir biçimiyle sadece Kürtlere değil aynı zamanda Türkiye’ye de kazandıracak bir siyasettir. Birincisi, hepimizin yüreğini yakan can kayıpları olmayacak, ikincisi, bu süreçte üç trilyon dolar savaşa gitti ve artık daha fazla para başka tarafa gitmeyecek, belki de paranın tamamı Türkiye zeminine akacak. Üçüncüsü kendi sorununu çözerek ‘ben modelim’ deme olanağına kavuşacak. Üçüncüsü Kürt barışıyla birlikte Batı ile zedelenen, zayıflayan ilişkilerini tekrar güçlendirme imkânı olacak” diye konuşan Bakırhan, kayyım kararlarına işaret ederek, “Hali hazırda bunlar birer tasfiye pratikleri. Biz de şunu söylüyoruz; tasfiye çözümsüzlüğü derinleştirir, müzakere barışı getirir. Bu bir kısır döngü. Bunu bırakın, çözüm ve müzakereye gelin diyoruz.” ifadelerini kullandı.
Tuncer Bakırhan’ın Nezahat Doğan ile yaptığı söyleşinin öne çıkan bazı başlıkları şöyle:
Birinci Meclis ve 1921 Anayasası
“Mustafa Kemal ve Kürt ilişkisinin aslında doğru bir başlangıç ile sonuç aldığı ortaya çıkıyor. Bu durum bugünkü yaşamış olduğumuz coğrafyanın özgürleşmesini de sağladı. 1920’deki Kurucu Meclis’te neredeyse bütün renkler vardı ve bu çok kıymetliydi. 21 Anayasası da bunu tamamlıyor. Aslında başlarken bir yok sayma yoktu, birlikte yaşama iradesi vardı. 24 Anayasası’yla birlikte tekçi, tek kimliğe sıkıştıran, diğerlerini yok sayan bir pratik ortaya konulunca Türk-Kürt ilişkilerindeki bu durum bozuluyor. Tarihsel Türk-Kürt ittifakı inkâr ediliyor. Bu sefer ayaklanmalar ve bastırma hayata geçiyor. Bu nedenle ikinci yüz yıla girerken Türk-Kürt ittifakı güncellenmeli, demokratik bir karaktere kavuşmalı diyoruz.”
1 Ekim’i ortaya çıkaran dengeler
“1 Ekim birilerinin iyi niyetiyle ortaya çıkmış bir durum değil… Birincisi; Türkiye politikalarıyla hem içerde hem de başta Ortadoğu’da olmak üzere dışarıda çok sıkıştı ve ciddi bir güvensizlik var. Çünkü hegemonik güçlere karşı ikircikli bir siyaset uyguluyor. Yer yer Asyacı oluyor, yer yer Rusya ve Çin ile bir şeyler yapmaya çalışıyor. İkincisi; Kürtler gerçekten Ortadoğu’da yaşamış oldukları bütün ülkelerde yok sayılmasına rağmen bir biçimde en dinamik ve en örgütlü güç olarak kaldılar. Bu çok önemli. Ortadoğu’da giderek güçlenen bir Kürt jeopolitiği var. Üçüncüsü; bölgede savaş yaygınlaşırsa oranın en dinamik gücü olan Kürtlere ciddi bir zemin ve fırsat ortaya çıkabilir. “Bu durum bize nasıl yansır,” kaygısı da var. Dördüncüsü; bu kavgada kimse yenişemedi, bunu kabul etmek gerekiyor. Ne Kürtler bitti, tükendi, tasfiye oldu ne de devlet yıkıldı yenildi. Ama çatışma ve zemininden dolayı memleketin kendisi büyük zararlar gördü.”
İktidarın ‘hesapları’
“Elbette iktidarın kendisine ait bir siyasi ajandası olabilir. Ama 1 Ekim ile başlayan bütün tartışmaların motivasyonunu buraya bağlamak eksik bir değerlendirme olur. Bölgesel gelişmelerden tutalım iç krizlere kadar birçok mesele yeni bir tartışmanın önünü açtı. Bir de anayasayı sadece bizimle değiştiremez. Çünkü dört yüz oyu geçmesi ve ana muhalefetin de katılması gerekiyor. Referandum için de yeni bir süreç başlatmasına gerek yok.”
Abdullah Öcalan ile görüşme
“Biz başvurumuzu yaptık. Başvuruda DEM Parti olarak görüşmek ve sürece katkı sunmak istiyoruz. Bu işin en önemli, en güçlü aktörü Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifini merak ediyoruz. Ciddi bir yoğunlaşması olduğuna şüphemiz yok. Ortadoğu’yu en iyi takip eden, bu meseleye yoğunlaşması en üst seviyede olan bir aktör. Kapıyı açacak olan da iktidarın kendisi. Kapı açılır İmralı’ya gidilirse Sayın Öcalan’ın söylediklerine iktidar zemininin, buradaki halkların, kendi örgütünün ne diyeceği önümüzdeki günlerde cevap verilecek sorulardır. Ama ne olursa olsun, o kapının açılması ve o düşüncelerin dışarı yansımasının Türkiye toplumunun tamamına pozitif yansıyacağına inanıyorum. Bu tür süreçlerde Sayın Öcalan’ın da sıklıkla vurguladığı bir husus var, tarafların birbirine güvenmesinden çok güvencenin olması önemli. Olası bir sürece dönüştüğünde elbette hukuksal bir zemini olmalı.”
Kayyım politikaları
“Son birkaç seçimde iktidar ciddi kayıplar yaşadı. Son yerel seçimlerle birlikte bir değişim iradesi ortaya çıktı. Kent uzlaşısının bunda büyük payı var. İstanbul’da kimi ilçelerinde ve Türkiye’nin başka yerlerinde kentin kendi dinamiklerinin ortaya çıkardığı adaylar desteklendi ve kent uzlaşısının olduğu yerler açık ara kazandı. Tabi ki hedeflerden birinin bu uzlaşının ve iş birliğinin sekteye uğratılması olabilir. Güçlü bir muhalefet zaten her yönüyle zayıflayan bir iktidarı daha da zayıflatır. Kayyım atamalarıyla bunun engellenmesi de hedeflenmiş olabilir. Ama ne olursa olsun, biz en demokratik, en geniş uzlaşı ve ittifak arayışları içerisinde olan bir geleneğe sahibiz ve bu bizim temel ilkemizdir. Önümüzdeki döneme de toplumsal geniş mutabakatı arayacağız.”
Muhalefetin yaklaşımı ve barışın toplumsallaşması
“İktidarlar bir meseleyi en az tavizle, en az karşılıkla bitirmeye çalışır. Ama en önemlisi senin örgütlülüğün, gücün, sözün ve sözünün toplumda ne kadar destek bulduğu… İktidar ne düşünürse düşünsün, hangi amaçla başlatmış o olursa olsun, biz bu meseleyi daha doğru bir zemine çekmeye uğraşıyoruz. Toplumsal barışı örgütlemeye çalışıyoruz. Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değildir. Kürt meselesi seksen beş milyonun, ana muhalefetin ve muhalefet partilerinin, sol-sosyalist güçlerin en önemli meselesidir. Bu dönem en çok konuşması gerekenler de onlardır. Biz de bu ayakları doğru temelde, doğru söz ve doğru pratikle hayata geçirmeye uğraşıyoruz. Dört bir yanda siyasi partilerle, emek meslek örgütleriyle, insan hakları kurullarıyla, halkla, örgütümüzle buluşmalar yapıyoruz. Yalın bir şekilde ne yaşanıyorsa onu paylaşıyor, birlikte bir yol açmaya ve yol almaya çalışıyoruz. Biz halkı ve tabanıyla yol alan bir gelenekten geliyoruz; onlarsız bir söz alma, bir şey yapma durumuna asla girmeyiz.”
Kürtler ne istiyor?
“Kürtler bu ülkenin asli kurucuları, bu kuruculuğa uygun demokratik haklarını istiyor. Defalarca belirttik bu ülkenin bayrağıyla, başkentiyle ve diliyle bir sorunumuz yok. Toprağa dayalı bir yönetim talebi yok. Ama ülkenin her tarafında uygulanacak güçlü bir yerel demokrasi Kürdün de talebidir. Kürtlerin kendi anadilleri ile konuştuğu, özgür olduğu demokratik bir Türkiye istiyoruz. Kürt, kendi dili, kimliği, kültürü, siyasi iradesi nedeniyle dışlanmadığı, eş değer kabul gördüğü bir Türkiye istiyor. Kürt de neden kendi anadilinde eğitim görmesin. Artık temel hakların pazarlık konusu edilmesi büyük bir ayıptır. Bu aslında artık bir kavga gerekçesi olmamalı. Demokratik bir devlette onu yaşatmak temel bir görev ve sorumluluk. Bizde demokrasinin en asgari unsurları dahi pazarlık aracı yapılıyor, kayyım atıyor sonra onu pazarlık aracı yapıyor. Halkın iradesine darbe vur, kayyımlarla baskı kur sonra onu pazarlık konusu yap. Bu kurnaz tüccar aklıdır.”