Amerika’da yaşayan Erzincanlı bir Kürt olan Hamdi Ulukaya’nın şirketi Chobani’nin Fenerbahçe’ye sponsor olması başlı başına dikkat çekici bir gelişmeydi. Ancak yapılan törende Hamdi Ulukaya’nın yaptığı konuşma Türkiye’nin kimlik sorununu – belki de çok iyi bir zamanlamayla – gündemimize soktu.
Ulukaya’nın yaptığı konuşmada katılımcılara seslenirken “Türk Halkı” demek yerine – çok da doğru bir kavramsallaştırmayla – “Türkiyeliler” demesiyle başlayan tartışmaya en bilinen ve görünür tepki, herşeyolog tarihçimiz İlber Ortaylı’dan geldi.
Kendisinin Türk olmasına halel geleceği edasıyla veryansın eden hoca, ısrarla Türkiye’li diye bir kavram olamayacağını beyan ediyor yaptığı konuşmada. Türk milliyetçilerinin ve ulusalcıların sosyal medya linçlerinin Hamdi Ulukaya başta olmak üzere Türk olmayan hepimize yönelmesi ise, meselenin ayrıcalıklı bir kimlik olarak var olan Türk kimliğinin eşitlenme korkusunu görünür kılıyor aslında.
Türkiye’nin etnik yapısına, çeşitliliğine aykırı olan ve politik sorunlarının neredeyse temelini oluşturan Türk tanımının tartışılmasına sebep olduğu için bu gelişmeyi olumlu olarak değerlendirebiliriz. Tam da silahların devreden çıkmasını, çözümü, barışı konuşacağımızı ümit ettiğimiz bir dönemde bu tartışmanın açılması zaten kaçınılmazdı. Hamdi Ulukaya geç olmadan işaret fişeğini yakmış oldu.
“Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” ibaresi ister anayasada yazsın ister toplumsal hafızada (özellikle Türkler nezdinde) yer etmiş olsun kimlik dayatmasından başka bir şey değildir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri uyguladığı asimilasyon politikalarıyla Çerkesler, Pomaklar, Lazlar, Arnavutlar vb. birçok halkı büyük ölçüde asimile etmiş ve o ayrıcalıklı Türk kimliğinin içerisine hapsederek var olmalarına müsaade etmiş olsa da bu kimlik onlara dahi dar geliyor. Dar gelen bu tanımı özel alanları dışında sorun edemeyen bu halklar (bunun çeşitli tarihi, coğrafi, toplumsal bir ç.ok sebebi var…) dışında, buralı olan, otokton olan ve nüfus yoğunluğu diğerlerine göre çok olan Kürtler politik örgütlenmeleriyle bu tanımı zorlayan toplumsal kesim olarak diğer halklarında önünü açıyor.
1864 tarihi ile sembolleşen Çerkes Soykırımı’nın ardından dönemin Osmanlı coğrafyasına dağıtılan Çerkesler, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte ciddi baskılara ve asimilasyon süreçlerine maruz bırakılarak, ilk ehlileştirilen haklardandır. Azımsanmayacak bir nufusları olmasına rağmen Osmanlı devletinin iskân politikası sebebiyle belli bir coğrafyada yoğunlaşmamış yerleşimleri, belki de bu yenilmişliklerinin en temel sebeplerindendir. Ayrıca buralı olmamaları, yani diaspora olmaları da otorite ve iktidar karşısında sessizleşmelerini kolaylaştırmıştır.
Osmanlı döneminde, köylerinde kültürlerini baskı altında olmadan yaşayabilen, İstanbul gibi merkezlerde derneklerini kurabilen Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla susmak, düzleşmek ve tektipleşerek Türkleşmek dışında bir alternatifleri olamamıştır. 1950’li yıllara kadar her hangi bir örgütlenme faaliyetinde dahi bulunamayan Çerkeslerin bu tarihlerde yaşanan kısmı normalleşme sürecinde ilk kültürel derneklerini kurduklarını görüyoruz. Özellikle Türkiye’ye dair her hangi bir politik gündemi olmayan bu dernekler, Türkiye’nin geçirdiği tüm evreleri Türkiye’nin de gerisinden takip etmiştir. Geldiğimiz noktada politikleşememiş, kendi sorunlarını tespit etmek ve kamusallaştırmak konusunda aciz bir Çerkes diasporasından bahsetmek acıtıcı olsa da gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye’nin özellikle 2000’li yıllardan sonra yaşadığı dönemsel demokratik süreçlerde kısmen politik çıkışlar yapmış olsalar da uzun erimli bir kimlik talebini siyasallaştırabildikleri söylenemez.
“Hepimiz Türküz” “Bakın Çerkesleri nasıl da sindirmiş, Türkleştirmişiz” diyecek olan milliyetçileri ve ulusalcıları sevindirmek için yazmıyorum bunları, aksine şimdiden sonra anlatacaklarım canlarını sıkabilir. Çünkü tüm bu yaşanmışlıklara, asimilasyon ve endoktrinasyon politikalarına rağmen herhangi bir Çerkese (hatta toplumla ilişkisi kalmamış bir Çerkese) dahi sorsanız “Türk değil misin sen” diye, önce sağa sola bakar ve kendisini duyacak kimse olmadığı fark ederse, “Hayır değilim tabi, Çerkesim” der.
Türkiye Cumhuriyeti tarafından ygulanan politikalar her ne kadar Çerkeslerin düzleşmelerine, kültürel öğelerini ve dilleri kaybetmelerine sebep olmuş olsa da, kimlik, büyük ölçüde en dipte bir yerlerde – her an uyanmayı bekleyerek – var oluyor.
Türklerle ya da Türklükleriyle kimsenin bir derdi olmadığı gibi Çerkeslerin de yok. Ancak kendilerine dayatılan Türk kimliği gerçekliği yansıtmadığı gibi onları huzursuz da ediyor.
Velhasıl kelam Türk olmayanlar olarak “Türk değiliz ama Türkiyeliyiz…”