Türkler ve Kürtçe
Müslüm Yücel 21 Ekim 2025

Türkler ve Kürtçe

Dille ilgili bütün Kürtlerin bir hikâyesi vardır. Babam Türkçe okuyup yazmayı askerlikte öğrenmişti; eğri ve güzel bir el yazısı vardı. İmza atmayı severdi. Sanki yazıyı bilmek imza atmaktı. Ben ilkokulda Türkçe öğrendim, iyi bir anım var mı? İlkokul öğretmenimiz Nihal hanımın uzun parmaklarını hiç unutmadım; cetvelle el ve dirseklerimize nasıl vurduğunu, tek ayak üstü tahta önünde nasıl bekletildiğimizi bu yaşıma geldim hala unutmadım. Sonra bir eşi vardı, yakışıklı adamdı, bahçede top oynayınca alkış çalardık ama bu hoca da bazen bizi keyfine döverdi; bize, eski bir kilisenden dönüştürülmüş depoya kömür taşıttırırdı. Bir de Celal adında bir hadememiz vardı, korkudan altımıza işediğimizde bizi eve götürürdü, çok iyi adamdı, eğer öldüyse Allah rahmet etsin. Araya yıllar girmesine, onlarca öğretmen tanımama rağmen hala bu öğretmenimi ve eşini unutmadım. Hala düşünürüm geceleyin nasıl uyuyorlardı. Onlar yüzünden okuldan kaçıyordum. Ya babam ya da Mehmet abim beni okula götürüyorlardı. Normalde Azrail olsa, kimse karışamazdı, evin küçüğüydüm, ağabeylerim, amcalarım, dayılarım vardı ama okuyup adam olacağım diye kimse de sesini çıkartamıyordu. Üstelik yapılan Türkçe adınaydı ve bunun bir işkence olduğu, Türklere ve Türkçeye ne kadar zarar verdiği de düşünülmüyordu. Üstelik öğretmenimiz eşi da Kürt’tü…

Geçen gün arkadaşım Ayhan Erkmen’in “Sürgün: Dermansız Dert” adlı oyununu izlerken yine o günler aklıma geldi… Oyuna yıllardır tanıdığım Türk arkadaşlarım da gelmişti; bunlar devrimci ve demokrat kimselerdi… Gazetelerde, TV’lerde beraber çalıştığım kimselerdi. Dile kolay, doksanlardan beri tanışıyorduk. Onların maaşları gecikse içimiz yanardı. Biri, bir gün gözaltına alınsa, biz tutuklanmak isterdik, birine tokat atılsa, yüzümüz yanardı. Kimisi Kürt basınından emekli olmuştu. Hatta bir kişi hariç, Kürt basınının otuz altı yıllık hikâyesinde emekli olan dört kişiden üçü Türk’tü ama bugüne kadar Kürtçeyle ilgili yalnızca, Kürt sorunu etrafında kimi fikirleri vardı, Kürtçeyle ilgili bir çabaları olmamıştı. Kendi dillerine, kendi ideolojilerine karşı dindarlardı; şiirlerini, şarkılarını, marşlarını pek seviyorlardı; bizim şiirlerimizi, şarkılarımızı, marşlarımızı Türkçeye çevirerek anlayabiliyorlardı; Kürtçe şiir, şarkı ve marşların ezgilerini bile bilmiyorlardı. Bu kendilerine yaptıkları bir kötülüktü, dahası çocukları da Kürtçeden uzaktı. Bu çocuklara yazıktı. Çünkü ebeveynlerin kültürü garip bir biçimde çocuklara geçiyordu; tıpkı babaları gibi, kendilerinin de Kürt arkadaşları olacaktı!

Türkiye solu Kürt meselesine, sorun olarak duyarlıydı. Kimileri dergiler bile çıkartmışlardı. Ancak bu da kendilerine, ideolojilerine Kürt bulma arayışından öteye gitmiyordu. Senelerden beri çıkan Kürtçe dergiler vardı ama bu dergi ve gazetelerden Türk olup Kürtçe şiir yazan bir tek kişi dahi çıkmamıştı…

Bir de işin siyasi tarafı var. Kimi sol, sosyalist, demokrat, dindar vekiller, dalga geçer gibi birkaç kelime ve birkaç imayla Kürtlerin karşısına geçip oy isterler. Her gün ajandalarına bir Kürtçe kelime yazsalar, bir yılda üç yüz altmış beş kelime öğrenirler… Haftada bir Kürtçe şiir ya da atasözü okusalar, bellekleri dolar. Hem bir halkla konuşmadan onu yönetmeye nasıl talip olabilirsin ki?

Amerika’da iki dilli eğitim sistemi vardır: İspanyolca ve İngilizce… Bunun yanında salt İngilizce olan eğitimler var. Ancak iki dilli eğitimin tek dilli eğitimle karşılaştırılmayacak oranda başarılı olduğu görülmüştür. Tek dilli siyaset de böyledir. Başarıyı düşürür, bilinci yok eder. İki dilli siyasetçi başarılıdır, görüşleri de ufuk açıcıdır. Hele buna bir batı ya da bir doğu dili eklenince manzara muazzamdır. Çok dilli siyasetçi, estetiktir,  güzeldir, yücedir. Tek dilli siyasetçi kibirlidir, sinirlidir, fesattır; biri yanında ana dilini konuşsa bir bakarsın, gizli kapılar önünde güç dileniyordur… Sorsan, der ki acaba ne konuşuyorlar!

İki dilli olmak insana büyük yarar sağlar… Her nesne bir fikir verir ve her nesnenin imgesi başka bir dilde farklı anlamlara gelir ve kelime üzerinden de düşünceler gelişir. Söz gelimi bir şiirde karşımıza bir kavram/imge çıktı ve bu kavramı iki dille düşünmek, şiiri daha bir anlamlı kılar ve şair/şiir, ödüllendirilir, kendisi de beslenir. Anlamaktan başka hayat ne işe yarar ki… Sözünü ettiğim Erkmen’in oyununda kimi arkadaşlar, keşke alt yazı kullanılsaydı dediler. Alt yazı, dilimizce bir anlamdır, o dildeki anlamı her zaman doğru karşılamaz; çünkü her kelime, her kavram tek dille anlamlandırıldığında yoksulluk başlar; kültürel yoksulluk, büyük cehalettir: Kendince anlamadır… Kendince anlam ulusal değildir, narsisizmdir ve bu, kendi dahil, hiç kimseyle bağ kuramamaktır: Ya sen ne diyorsun biz aynı partiye oy veriyoruz gibi bir akılla da bu asla açıklanamaz.

Alt yazılı film oluyor da alt yazılı tiyatro niye olmuyor diye karşı çıkılabilir. Ancak biraz sanat tarihi bilen sinema ve tiyatroyu karıştırmaz hiç. Çünkü birinde perde, diğerinde sahne vardır; perdede bir senaryo izleriz, hatta, rol alan kimseler yanımızda oturabilir ama sahnede her şey canlıdır ve hatta, seyirci bile oyuna dahil olabilir…

İki dilli olan kimseler iletişime duyarlıdır; sosyaldirler, çok kültürlüdürler, başka kültür ve tarihlere saygılıdırlar…

İki dilli olmak özgüvendir. Kişinin kendine saygısı artar. Hele çocuklar zehir gibi bir kafaya sahip olur. İki dilleri vardır, iki dilin geliştirdiği zekâyla birkaç dil öğrenebilirler…

Benim çocuğum olsa dil bilmesi için Ermeni okullarını tercih ederdim. Ermeni okullarının belki pek çok sorunları vardır ama model olarak eğitim sistemi içinde ayrıcalıklıdır… Kürtler ve diğer halklar içinde Ermeni okulları ufuk açıcıdır. Buradan mezun olan bir kişi en az üç dil biliyor: Ermince, Türkçe, İngilizce…

Anadilde eğitim şanstır. Ekonomisi, siyaseti gelişmiş bir toplum oluşabilmesi için anadilde eğitim şarttır. Bir kere psikolojik olarak çok dilli okullarda kimse kendini saklamayacaktır… Herkes kendini ne ise o biçimde ifade edebilecektir. Kendine, arkadaşına, kardeşine güvenen bir nesil oluşacaktır; bir ülke olmak, bir ulus olmayı gerektirmiyor, bir ülke olmak kendine güvenen insanların bir arada olmasıdır. Kendine güvenen bir insan düşüncelerini açıklamada zorlanmayacaktır. Düşüncesi suç olmaktan çıkacaktır… Düşünün Kürt okulları açılıyor; evde bile, artık Türkçe konuşan çocuk, burada anadilini öğreniyor, diliyle şarkılar, şiirler okuyor. Bunun yanında Türkçe ve İngilizce öğreniyor. Ya da ilkokullarda iki büyük dilinden biri olan Kürtçe zorunlu oluyor, kim bundan ne zarar görecektir ki? Üç dil bilen bir Türk, üç dil bilen bir Kürt, hatta birlikte olduğumuz diğer halkların dillerini öğrenecek bir nesille, hangi sorun çözülmez ki?

Gözlerimin önüne birkaç dil bilen bir çocuk geliyor. Bu çocuk değil Türkiye’nin dünyanın neresine giderse gitsin yalnız kalmıyor, bildiği dil, ona bir kültür şansı vermiş, kişiliği çeliğe dönmüş, incinmiyor, incitmiyor, mutlu; hatta evlense, çocukları ilkokula başlamadan birkaç dilin ninnileriyle büyüyor. Ona yapay, biri diğerinin kötü bir kopyası kahramanlık hikayeleri anlatmıyor kimse; biri, bir oturuşta, bir öküz yiyen, bir hafta tuvalete gitmeyen Bamsı Beyrek deyince, gülüyor.

Bir dil başka bir dili destekler ama bir dil başka bir dili kösteklerse, memleket tımarhaneye döner: Burada, bir tek dil bilinir ve başka dil bilmeyenlere de deli denilir… Olan da çocuklara olur. Çocuklar anadillerini bilmediklerinde kırılır. Hiçbir şeye benzemez dil kırımı. Elimize bir kâğıt kalem alalım ve siyasilerin kaç kelimeyle konuştuğunu hesaplayalım bir, sonuç: En fazla üç yüz elli kelime… Bu kadar dar bir kelime hazinesiyle kim bizi ne kadar yönetecek? Belki yönetiliriz ama bu yönetimin adı demokrasi olmaz… Bu yüzden midir bilinmez siyasi hayat ve onun dili, had bildirmekten ileri gitmez…

Dil kırımı ve dil kaybını önlemek gereklidir. Bu da yaşını başını almış kimselerle olacak bir iş değildir. Kırım ve kaybın önü eğitim programıyla, daha ilkokula başlamadan, ana okuldan başlamalıdır. Çocuklar ana dillerini kullanarak, bundan korkmayarak başka dilleri ve başka dilden arkadaşlıklarını geliştirerek kaybı önleyebilirler ve öğretmenler bu zenginliğin mimarları olarak çocukları teşvik etmeliler, ana dilde filmler, müzikler, devasa fiş ve afişlerle dil sevgisini aşılamalıdır. Eğitim ana dilde olduğunda çocuklarda kimlik bunalımı olmaz ve ilerde, mesleki yaşamında da büyük mesafe kat eder. Yalnızca sosyal bilimler de değil, fen bilimleriyle bu daha sağlam temele oturur. Fen bilimleriyle, sosyal bilimler daha bir anlaşılır hale gelir; içerik ve yöntemler konusunda zihin açılır. Bir de şu var: Kürtçe sadece azat edilen kimi şarkılardan ibaret değildir, özetle, folklorik bir biçim değildir; Kürtçe fen, matematik muhteşemdir. Fen ve matematik bilmeyen biri şiir yazamaz, iyi şarkı söyler belki ama bir senfoni yapamaz. Kötü şairler genelde fen ve matematik bilmeyenlerden çıkar ki bunlar, bir süre sonra belediye etkinliklerinin müdavim ya da tertipçileri olur, işi siyasete vurur; düşünce ve duygu üretemezler, çünkü dokuyu bilmezler. Dante’nin matematik bilgisi hala mimarlara ilham verir…

Çok dilli eğitimin olması için de en az tıp ve hukuk kadar, birkaç dile hâkim öğretmenlere ihtiyaç vardır. Bu öğretmenlerle başta tıp, eczacılık, ziraat ve baytar mektepleri açılacaktır. Memleketin ana damarıdır bunlar ve anadilde eğitim siyasi bir karara bağlandığından sağlık ve eğitim, tarım ve hayvancılık çökmüştür. Büyük şehir yalanıyla köyler mahalleye dönmüş, birkaç market kazansın diye tarım ve hayvancılık bitmiştir. İyi doktorlar özel hastanelere, iyi eczacılar kozmetiğe, ziraatçılar gübre bayiliğine, baytarlar devlet dairesine kapak atıp bilim bir tarafa bırakılmıştır.

Burada siyasal ve sosyal olarak büyük görev Türklere düşüyor; Türkler, kendi dilleri kadar birlikte oldukları halkların dillerini öğrenmelidir. Bu hümanizmanın gereğidir. Birkaç dilde eğitim için bir eğitim seferberliğine ihtiyaç vardır. Çünkü yalnızca Türkçeyle var olmak her anlamda Türklere zarar veriyor. Bir romanı, şiiri, siyasi bir meseleyi Türkçe tartıştığımızda, kuru bir ikna ve kof bir pragmatizmden başka bir şey çıkmıyor ortaya; ikna ve pragmatizm ise bizi yüzeyselleştirmekten öteye gitmiyor; bütün imkânların seferber edilerek dillerin korunması, geliştirmesi gerekiyor. Bu seferberlik siyasetçilere bırakılmayacak kadar hayatidir ve bunu ilk başta bunu Türklerin istemeleri gerekiyor. Bir dil evle, evin içindeki kelimelerle, yolda gidince söylenen bir şarkıyla, kalple çalışılan kurumlarla, birkaç Kürtçe roman ve şiir kitabının yayımlanmasıyla gelişmez… Bütün bunlar dilin resmiyet kazanmasıyla daha bir ön plana çıkar yoksa iyi niyetli bir çalışma olmanın ötesini geçmez.

Türklerin üç tarafı Kürt’tür, akrabalık bağları da en fazla Kürtlerledir ve Türkiye nüfusunun en az yirmi milyonu Kürt’tür. Bunun için İran, Güney ve Rojava’yla iyi ilişkiler kurmalıdır. Bu ekonomiyi, kültür sanatı ve sosyal hayatı etkiler.

Dil ve millet- arasında bir ilişki vardır ve hatta her dil, bu dili kullanan millete özgü bir dünya görüşüne sahip de olabilir- düşüncesi bu dile göre biçim de alabilir ama şu da var, bir insan kendi diline sahip çıktığı kadar başka dillere de sahip çıkarsa önce kendi dilini anlar…

Geçici çözümlerle yol kat edilemez. Kürtçe ihtiyacını Kürtlerden karşılamak, koruculuğun bir alt birimi halini almasından başka bir şey değildir. Öte yandan insan kardeşiyle tercüman üzerinden konuşamaz. TV ve sinema dünyası da seferber olmalıdır… Kürtçe filmler, diziler çekilmelidir…

Dil neşeli bir şeydir; dil olmadan ne ağız (maddi) ne de ruh (manevi dünya) beslenemez.

Yaşıtım olan pek çok arkadaşım Kürt/ Türk evliliği yaptılar. Çocukların hiç biri Kürtçe bilmiyor. Hatta Kürtçe politik bir malzeme haline getirildiğinden ebeveynler çocuklarını Kürtçeden uzak tuttular.  Çocuklar okulda başarılı olsalar da alttan alta ya lümpen ya da içe kapanık oldular. Böylece sahici bir birliktelik olmuyor. Biri diğerini güçlendirmiyor. Biri bir süre sonra diğerine maruz kalıyor.

Türklerin yalnızca Türkçedeki ısrarı edebiyata da bilime de zarar veriyor. Türklerin başka bir dilde karşılık bulan edebiyatçı ve bilim adamı sayısı bir elin parmağını geçmiyor…

Anadil için nine ve dedeler de büyük bir önem arz ediyor. Ancak Kürt/Türk evliliklerinde Türk tarafı ağır basmakta, eğer nine ya da dede Türkçe bilmiyorsa, aradaki bağ zayıflamakta, sadece dokunma ve tebessüm arasında bir bağ oluşmaktadır; kültür ve tarih telef olmaktadır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.