Tutuklu gazeteci Elif Akgül, velvele web sitesi için “Cezaevine düşerseniz yanınıza almanız gereken üç şey” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Velvele’de yayımlanan yazının tamamı şöyle;
“Cezaevinde ikinci ayı doldurduğuma göre, artık mahpusta kadın olmak üzerine konuşma vakti gelmiştir diye düşünüyorum.
“Dışarıya dair en çok neyi özledin?” deseler, ilk üç sıraya menstrual kap, çamaşır makinesi ve şampuanımı koyarım. Hayattaki “en burjuva alışkanlığım” şampuanım olabilir, yargılamayın lütfen. Kiminin sürmesi, kiminin tırnağıdır bu. Ondan olsa gerek, tutuklandığımda annem ilk olarak “Saçını ne yapıyorsun?” diye sormuştu. Ama kısıtlamalar içinde dahi dışarıda pek az zahmetle kimliğimizin parçası haline getirdiğimiz alışkanlıkları burada da yaratıcı unsurlarla sürdürüyoruz. Bu bazen mandaldan kolye ya da zımbadan hızma olarak karşımıza çıkıyor.
Hepimiz buram buram Isparta E Tipi Cezaevindeki mahpusların ürettiği güllerden kokuyoruz. Dışarıda çeşit çeşit yağ ve serumlar sürsek de burada bir el kreminden bakım kremi, vücut losyonu ve bilimum malzeme çıkarabiliyoruz.
Cezaevi kuaförü
Saçlar da kesiliyor tabii öte yandan. Cezaevi içinde bir kuaför var; mahpuslardan Nur isimli bir kadın çalışıyor. Dışarıda da güzellik uzmanıymış. Her koğuşun bir kuaför günü var. Koğuştan çıkıp, geniş pencereli, yüksek sesli pop müzikli, pembe duvarlı, çeşitli kuaför malzemelerinin olduğu bir salona gitmek çok iyi bir hava değişimi oluyor. Keza dönüşünde kaş bıyık alınıp “kuaförden çıkmış” görüntülü saçlarla koğuşa dönmek de ayrı bir hava.
Cezaevine ilk girdiğimde, çalışan mahpusların ne kadar bakımlı olduğunu görünce çok şaşırmıştım, insan her gün nasıl uğraşır diye. Ama o uğraşın kendisi, burada “kendini bırakmamanın”, diğer bir ifadeyle “direnmenin” yöntemi hâline geliyor. O nedenle her “Elif Akgül, avukat!” dendiğinde, inatla eşofmanımı çıkarıp pantolonumu giyiyorum. Özellikle kamusal alanın iç içeliği biraz böyle yaşanıyor.
Cezaevinde özel ve kamusal alan mevzusu tartışmaya değer. Normalde, özel ve kamusal alanı aile/hane içi ve dışı olarak kabaca ayırabilirdik. Aile/hane içi mekâna yüklenen “mahremiyet”, hem aile kurumunu ve toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiriyor hem de kamusal alana “ait olmayanları” sıkıştıran bir mekân yaratıyor. Cezaevi de koca bir aile gibi işliyor: Reisin gözetiminde, mahremiyetin olmadığı ve her şeyin gözetlendiği bir mekân…
Siyasi mahpus olduğunuzda, özel alan üzerinize yüklenen politik kimlikle bükülüyor, başkalaşıyor. Bu anlamda, iç içe bir özel ve kamusal alandan bahsedebiliriz. Bunu en çok, bir feminist gazeteci olarak nezarethanede üzerimde bulunan kıyafetleri koğuşun duşta çiğneyerek yıkarken hissettim.
Çamaşır makinesi deyip geçmemek lazım
Bakırköy Kadın Cezaevinde ayda bir çamaşır hakkımız var. Onda da ya çarşafları ya kıyafetleri veriyoruz. Çamaşırlar o günün sabahı alınıyor, yıkanıp, kurutulup geri getiriliyor. Koğuşun girişine büyük masayı çekiyoruz, çamaşırlar onun üzerine seriliyor. Sonra Terkos Pasajı’ndaki gibi, yığının içinde kıyafet arıyoruz. Orada karışıklıklar da oluyor tabii. Geçen gün Pınar Aydınlar’ın taytını almışım. “Bir günde kilo almış olamam, bu niye sıkıyor?” diye düşünürken anladım.
Çamaşır günü ayda bir olduğundan, koğuşta her günümüz bir çamaşır telaşıyla geçiyor. Bahçede (avluya bahçe diyoruz) bir sıra ipimiz var. İçeriye de sıra sıra çamaşırlık yaptık. Her gün duvarlar, renk renk, tayt, tişört, çorapla süslü. Kirli sarı renk duvarlardansa, tercih edilebilir bir iç tasarım bence. Ama yıllarca dışarıda görünmeyen emek üzerine konuşup, 8 Martlarda “Bırak evi bok götürsün.” dedikten sonra duşta ayaklarımızla kot çiğnemek insana bir garip geliyor.
Gündelik işin kendisi, haliyle koğuşun gündemini de belirliyor. Hayatını siyaset yaparak ya da politika konuşarak geçirmiş 20 kadın olarak, “leğen” bir hafta boyunca gündem maddemizdi mesela. Koğuşa kaç leğen alınacak? Hijyenik mi? Bu kadar plastik atık doğru mu? Görüldüğü üzere bir plastik leğen sadece plastik bir leğen değildir.
Velhasıl çamaşır makinesi deyip geçmemek lazım. Kadınların kamusal hayata katılması, hayatı yaşamaya zaman bulması ve pek tabii yumuşacık ellere sahip olması açısından elzem bir icat.
Menstrual kap
Bana en çok cezaevinde olduğumu hatırlatan zamanlar, bir de regl olduğum dönemler. Burada sadece hijyenik ped satılıyor. Peki, en yoksul kesimden kadınların bulunduğu cezaevlerinde zaten ücretsiz olması gereken bir ürün nasıl karşılanıyor? Cezaevi raporlarından da bildiğimiz kadarıyla yoksul kadınlar ya cezaevi içindeki işlerde ya da koğuşlarda başkalarının işlerini yaparak, çamaşırlarını yıkayarak ancak geçinebiliyor. Bu anlamıyla cezaevi sistemi, genel olarak insanların özgürlüklerinin bir ceza olarak kısıtlandığı yerde ücretsiz emek ile sermaye döndüren bir yer.
Sistemin en altındakiler ise göçmen kadınlar. Yine raporlardan ve avukatlardan öğrendiğimize göre, göçmenlerin cezaevindeki çalışmalarının bedeli ancak yurtdışındaki yakınlarıyla yaptıkları 10 dakikalık telefon görüşmesine denk geliyor. Örneğin, 2025 yılında hapishanelerde çalışan mahpusların yevmiyeleri stajyerler için günlük 185 TL, çıraklar için 195 TL, kalfalar ve ustalar için 215 TL olarak belirlenmiş. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneğine (CİSST) ulaşan mahpuslar, cezaevinde görüntülü görüşme ücretinin Türkiye vatandaşları için 12 TL iken, yabancılar için 320 TL olduğunu söylüyor.
Regl meselesine geri dönersek, ilk çıkışında zaten en dezavantajlı kız çocukları için üretilmiş olan menstrual kaplar, burada hem hijyen hem de maliyet açısından çok daha uygun bir seçenek olabilirdi. Ama menstrual kap satışlarını daha kozmetik dükkanlarına bile sokamamışken, Çiğdem Mater’in tampon talebine “Türk kadını tampon kullanmaz.” cevabı vermiş muhataplara, menstrual kabı nasıl anlatabiliriz?
Bu anlamda, cezaevi bilimin, teknolojinin, modern hayatın beraberinde getirdiği imkânlarla kurtuldukları yükleri kadınlara geri yükleyen, o geleneksel rollere geri sokmaya çalışan bir yer. Özel ve kamusal alanın iç içe bulunduğu, haliyle feminist politikaya en çok ihtiyaç duyulan yer.”
Elif Akgül’e mektup göndermek isteyenler için adres:
C11
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi
Zuhuratbaba Mah. Doktor Tevfik Sağlam Cad. Lepra Hastanesi yanı No. 28
Bakırköy / İstanbul