PKK’nin 12. Kongre kararıyla kendini feshetmesinin üzerinden daha bir ay geçmemişken yerelden barış talepleri yükselmeye başladı. Bu talebi dile getirenler ise çatışmadan doğrudan etkilenmiş insanlar, Kürt siyasetinin tabiriyle “bedel” ödemiş olanlar. Hem de can kaybı gibi ağır bedeller. Barış talepleri Kürt yerelinden yükselirken Türk yerelinde ise bir sessizlik hakim. Gerçi kimileri aksi tepkinin olmamasını yani sessizliği bile hayra yoruyor. Devlet kanadı söylemleri ve eylemlerini tamamen Türk kamuoyunun hassasiyetleri ve reflekslerini temel alarak belirlemeye devam ediyor. Bundandır ki 10. Yargı Paketi’nde siyasi mahpuslara yönelik beklenen düzenlemeler bütün taleplere rağmen dahil edilmedi ve takvim olarak sonbaharı gösterdiler. Zira Türk kamuoyuna, öncelikle PKK’nin silahlarını bıraktıklarını göstermek istiyorlar ki “pazarlık yok” söylemlerini devam ettirebilsinler. Bir yandan da medya aracılığıyla “terörsüz Türkiye” retoriğine devam ederek insanları barışa ikna etmeye çalışıyorlar. Gece yarısı televizyonda zaplarken bir anda kendimi yandaş medya denilen A Haber’de bir hukuk profesörünün İslami referanslarla neden PKK ile aynı masaya oturulması gerektiği savunmasını izlerken buluyorum. Velhasıl ilginç zamanlar.
Kürt kamuoyunda sadece son on beş günde dile gelen barış çağrılarına baktığımızda çok önemli seslerin yükseldiğini görüyoruz. Barış Anneleri. Beyaz tülbentleri ile barış mücadelesi veren kadınlar. 2018’de Diyarbakır’da yaptığım bir saha araştırmasında bana söyledikleri “biz son nefesimizde bile önce ‘barış’ deyip sonra şehadet getireceğiz” sözleri kulaklarımda çınlıyor. Barış Anneleri barış çağrısını yaparken her zamanki gibi yine asker ve polis annelerine de sesleniyorlar. “Artık cenazeler gelmesin, Türk annelerinin de Kürt annelerinin de gözyaşları durulsun” diyorlar. Belki bu sefer on yıllardır yaptıkları çağrıya cevap alırlar ve ciğerleri yanmış anneler olarak kol kola olmasa bile yan yana barış komisyonlarında yer alır ve kendilerini temsil ederler. Barış Anneleri, ateşkesin tek taraflı değil, iki taraflı olması gerektiğini söylerken Kürt coğrafyasında hala kalkan askeri uçaklara da vurgu yapıyorlar.
10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın annesi devam ediyor seslenmeye, “İki kız çocuğum farklı tarihlerde devlet tarafından katledildi. Ellerimde can verdiler. Ancak ona rağmen barış diyorum. Cemile katledildiği günden beridir bu devlet bir kez aramadı, bir özür dilemedi, failler hesap vermedi. Ancak ona rağmen ‘barış’ diyorum”. Cemile’yi hatırladınız mı diye sormayacağım, kimilerimizi hiç unutmadı, bozulmasın diye derin dondurucuda günlerce saklanan bedeni. İşte onun annesi barış için çağrıda bulunuyor ve devletin somut adımlar atmasını istiyor. Çağrısı bize yüzleşme ve onarıcı adaletin mağdurlar açısından önemini bir daha hatırlatıyor.
Taybet İnan. Hani başındaki beyaz tülbenti kana bulanmış şekilde 7 gün boyunca sokak ortasında yatan bedenini ailesinin alamadığı dayêk. Onun oğlu da katılıyor barış korosuna. “Bu kadar bedel ödemiş bir Kürt ailesi olarak biz barış diyorsak, bedel ödememiş birilerinin ‘barış istemiyoruz’ deme hakkı yok” diyor ve herkesin barış için elini taşın altına koyması gerektiğini ekliyor. Devletin de adım atmasını bekliyor ve Türk annelerini sürece destek olmaya davet ediyor. Gerçekten de hepimiz kendimize sesli olarak “barış istemiyoruz demeye hakkımız var mı” diye sormalıyız.
31 Mayıs’da Amed’de kadınlar barış yürüyüşü gerçekleştirdi. Rengarenk, halaylı, çoşkulu, zılgıtlı bir yürüyüş. Görüntüleri izledikçe orada olmadığım için çok hayıflandım. Kadınlar parlamentoda kurulacak olan komisyonun ana parçası olmak istiyorlar. “Kadının dili barışın dilidir” diyen kadınlar toplumsal barış için oynacakları rolün farkındalar ve kimsenin onlara masada yer açmasını beklemeden, o masada oturmaya hakları olduğunu haykırıyorlar. “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi” kuruldu ve çeşitli şehirlerde yürüyüşlerle barışın öznesi olacaklarını vurguluyorlar. Kadınlar, dünya örneklerinden neleri başarabileceklerini de iyi biliyorlar. Kolombiya’da kadın örgütleri anlaşmaya toplumsal cinsiyet perspektifinin dahil edilmesini sağlamak için 2013’te Birinci Ulusal Kadın ve Barış Zirvesi’nde buluştular ve Eylül 2014’te müzakerecilerin Toplumsal Cinsiyet Alt Komisyonu kurmalarını sağladılar. Liberya’da kadın barış hareketi lideri Leymah Gbowee, kiliseki kadınlarla birlikte yaptığı eylemler sonucunda barış görüşmelerinin başlamasında ve devam etmesinde önemli roller oynadı ve 2011’de Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Diyarbakır’da kadınlardan yükselen barış zılgıtları, barış görüşmelerinin bu sefer sadece karar alıcılar arasında sıkışıp kalmasına izin veremeyecekleri ve toplumsallaşması için mücadele edeceklerini gösterirken umut veriyor.
Barış inşasının toplumsallaşması için çatışmadan etkilenmiş mağdurların/hayatta kalanların yerelden kendi sesleri, sözleri ve talepleri ile sürecin ana öznelerinden olmaları önemli. Bu yüzden yerelden yükselen her barış zılgıtı içerdiği taleplerle birlikte çok kıymetli.