İnsan Hakları Derneği’nin bu yıl yayımlanan bir raporuna göre Türkiye’de 400’ün üzerinde hasta tutuklu bulunmaktadır ve bu hastalardan 335’nin durumu ağırdır, bunlardan 230’u da tek başına yaşamını idame ettirebilecek durumda değildir… Bu ifadelerin okunması elbette çok kolaydır ama kendi yaşamını idame ettiremeyecek durumda olmanın ne kadar ağır bir hasar olduğu da gözden kaçmaz. Ölüme gitmek, ölümü karşılamak, hatta bir gün öleceğini bilmek, dünyanın kalıcı olmadığını bilmek güzeldir, huzur da verir ama kendi hayatını idame ettirecek durumda olamamak, intihar hakkının dahi elinde olmaması acıdır. Her gün şunu derim: Allah’ım beni ele ayağa düşürme…
Bunun hastalarda ve hasta yakınlarında ne kadar büyük bir tahribat yarattığı ise gözden kaçmaz. Hasta yakını vicdanıyla uğraşır, bir şey yapamamanın acısıyla yaşar. Hasta ise ilk başta, hastalığıyla ilgili belirsizlik içindedir, yeterli bir bilgiye de sahip değildir. Hastalığı kabul ya da ret etme arasında gidip gelir, buradan beklenti içersine girer; beklenti insanın ruhunu kemirir, hayal kırıklığı yaşar; beklenti hayatla ilgilidir, gelecek diye bir şey vardır içinde ve bu gelecek, bir inanç biçimidir de, sürprizlere yer yoktur ve beden, burada sağlık içinde değilse, ruhun verebileceği tek bir şey vardır, acı; direnmeyle, gelinen yerde ruhun da söyleyecekleri vardır elbette: Boyun eğme… Çünkü bir keyfilik de vardır, bir sağlık sistemi söz konusu değildir, hasta istediği zaman hastaneye gitme, muayene olma şansına sahip değilse, çoktan, bilim de, bilimden yollarını ayırmıştır bence. Böylesi zor zamanlarda iç dünyada bir konuşma başlar, dışarıdakiler ne kadar üzülür; içerdekiler ne kadar yardım edebilir. Yardımı düşünmek acıdır. Gelecek, zaten kaygıdır/ bundan böyle gelecek de altından kalkılmaz bir yüke döner… İçerdekiler, sadece başvurur; dışarıdakiler, acı çeker… Zaman, haram olur, saniyeler acıtır. En acı olan da başka hastaların da olmasıdır, burada tutuklu, hastalığını dile getirmez… Nedeni, mütevazılığıdır. Hep başkasını düşünür… Başkasını düşünen kimseye siyasi tutsak denir… Çok örnek vardır ama biri, Mehmet Sait Yıldırım’ın durumu can alıcıdır. Hem sağlık, hem hukuk, onun şahsında zor bir sınava tabii tutulmuştur.
Yıldırım, içimi acıtan bir tutukludur; 31 yıldır cezaevindedir, bu yılların son 8’i, tek başına bir hücrede geçmiştir, iki defadır da tahliyesi ertelenmektedir; bir hafta önce cezaevi kurulu, Yıldırım’ı çağırmış, ıslah olmadığı kanaatine varmıştır. Yıldırım’ı şahsen bir tanışmışlığım yoktur. Ancak ailesini tanırım, kardeşlerini… Yıldırım, yazardır- yazdığı bir kitapta yazdığım bir kitaptan söz etmiştir, kitap ona imza edilmiştir; bu imza değerlidir, imza eden, Abdullah Öcalan’dır. Öcalan, şimdi barışın kilidi ve teminatıdır…
Yıldırım ile Öcalan arasında engin bir gönül bağı vardır, yoldaşlık ilkesi ikisini de sarmıştır. Öyle ki Yıldırım, bir süre İmralı Adası’nda kalmış, sonra sağlık sorunları nedeniyle buradan ayrılmıştır. Bu dokuz gün bile ikisini etkilemiştir. Adadan ayrılmadan, ikisinin son bakışı can alıcıdır, dile kolay, kırk yıla varan bir yoldaşlık vardır. Yoldaşlık, yollardan biri değildir, tek yoldur ve tek ilke vardır burada, bağlılık. Bağlılık, inançla pekişmiştir; inanç bir iskân yeridir. Burada bütün yurtsuzluklar son bulur. İnancı, imandan ayıran budur…
Yıldırım’ın ilginç bir hayat hikâyesi vardır: Bingöl’de gözaltına alınır ama bu gözaltı sır gibi saklanır. Hatta o sırada öğretenlik yapan kardeşi Hasan, TV izlerken Kığı’da çıkan bir çatışmada ölen üç kişinin ekrandaki fotoğraflarını görmese ve bunlardan birini Yıldırım’a benzetmese… Hasan, Ağrı’dan yola çıkar, tipi vardır. Karakola gidip Yıldırım’ın cenazesini ister. Emniyet amiri, ölmediğini söyler ve onu, Yıldırım’ın yanına götürür. Yıllardan sonra iki kardeş karşılaşır ama ikisinin konuşmasına izin verilmez. Emniyet amiri Hasan’ı odasına alır, kızar, “niye ortalığı geriyorsun, bak yaşıyor” der. Yıldırım, 53 gündür, buradadır, bir deri, bir kemik kalmıştır. Kendisine yapılmayan kalmamıştır; örneğin helikoptere bindirilmiş, 33 askerin öldürüldüğü bölgeye götürülmüştür, “konuşmazsan seni aşağı atarız” denilmiştir. Yıldırım, daha sonra Diyarbakır Cezaevi’ne konulmuş, burada da itirafçılık dayatılmıştır.
Fikirlerine katılırız ya da katılmayız, bu ayrı bir şeydir… Yıldırım, sonuçta ceza almış ve cezası bitmiştir… Üstelik barışın ve yeni bir çözüm sürecinin olduğu bir zaman diliminde Yıldırım’a dokuz ay daha verilmiştir. Gelişmeler şöyledir:
Yıldırım’ın ailesi Karlıova’dadır; ailesi sıkça görüşe gelemez. Kardeşleri ve yeğenleriyle telefon görüşmesi yapar. Yıldırım telefon görüşmelerinde “bizim televizyon, bizim gazete, bizim dergi” gibi ifadeler kullanmıştır ve ayrıca bir keresinde kardeşine Seyit Rıza’nın idam öncesi söylediği bir sözü tekrar etmiştir… Buradan yola çıkan kurul, Yıldırım’ın örgütle bağı olduğu sonucuna varmıştır.
“Bizim gazete, bizim televizyon” ifadeleri; piyasada satılan ya da internet ortamında rahatça izlenebilen TV ve gazetelerdir… Seyid Rıza’nın sözleri ise herkesin dilindedir. Şimdi Seyid Rıza yazdığımızda, bilgisayar ekranımıza ilk gelen onun bir fotoğrafı ve onun bu sözleridir…
Yıldırım, 74 yaşındadır, kronik kalp hastalığı, boyun fıtığı, koah, akciğer ve damar sertliği gibi pek çok hastalığı vardır…
Sekiz yıldır, cezaevinde tek başına kalan birinin örgüt bağlantısı tuhaftır ve ayrıca, yaklaşık bir yıldır da örgüt, kendini fesih etmiştir…
Barış konuşuluyor ama süreci en fazla dile getirilecek, benimseyen ve benimsettirecek olan kimseler cezaları bitmesine rağmen içerde tutuluyor. Cezanın bitmesi bir yana hasta olanlara karşı bir fobi üretiliyor… Şu deniliyor: “Örgütle bağlantısı devam ediyor…”
Fobinin kırılması için hukuksal bir terapiye ihtiyaç vardır. Şu an kendini fesih eden, devlet tarafından da kabul edilen bir fesih varken hala tutukluları örgütle ilişkilendirmek çelişkinin ötesindedir. Adaletin bu fobiyle yüzleşmesi gerekir. Diğer yandan sorunlu bir tutukluluk söz konusudur… Yekten bir kontrol mekanizması dikkat çekmektedir. Kişi cezasını çekerken ve cezası biterken bile kontrol ediliyor, adalette bu arada yerine alıyor; bir uygulayıcı olmaktan çıkıyor, bir tüketici oluyor, en fazla, özgürlüğü tüketiyor. Kimi zaman hasta tutuklular tahliye ediliyor ve birkaç ay yaşadıktan sonra ölüyorlar, bu, yaşayanlara büyük bir acı veriyor. Şu an bir kımıldama var, hasta tutuklular için kimi çalışmalar yapılıyor ama bunun gecikmemesi gerekiyor. Çünkü vaktinde gelmeyen adalet, adalet olmaktan çıkıyor.




