• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Yıldız Tar – Zor zamanlarda halk kahramanlarından güç bulmak

Yıldız Tar – Zor zamanlarda halk kahramanlarından güç bulmak

Yıldız Tar – Zor zamanlarda halk kahramanlarından güç bulmak
Yıldız Tar – Zor zamanlarda halk kahramanlarından güç bulmak
Konuk Yazar
  • Yayınlanma: 4 Eylül 2024 16:33
  • Güncellenme: 15 Eylül 2024 10:47

Sıcak havada bir pazar yerindeyiz. Üstümüzdeki beyaz tenteler sıcaktan korumak bir yana, iyice bunaltıyor. İnsan kalabalığı da cabası. Bunca insanı bir arada durmaya, pür dikkat aynı yere bakmaya iten nedir? Neden yapıyoruz bu eziyeti kendimize? Hele de hemen aşağıda pırıl pırıl bir deniz varken…

Her halkın kahramanları vardır. Öyle ya da böyle kahramanlarımız olsun isteriz. Ta ki zulüm bitene ve kahramanlara ihtiyaç duymayana kadar. İnsanı insan yapan hikayeleriyse eğer, hikayeleri hikaye yapan da kahramanlarıdır.

Karaburun’un sıcağında onca insanı aynı noktaya bakmaya sevk eden de bir halk kahramanını dinleme arzusu, hatta ihtiyacı. Kendisinin olanca tevazusuyla anlattığı, daha doğrusu çoğu zaman anlatmaktan dahi imtina ettiği mahpusluk deneyimlerinin sonuncusundan çıkmış bir halk kahramanını dinliyoruz hep birlikte. Halklar kahramanı demek daha doğru, nitekim kendisi de halklar diyerek başlıyor konuşmasına.

Gültan Kışanak’tan bahsediyorum.

***

Karaburun Bilim Kongresi’nin bu sene teması faşizm. Faşizmin aynadaki aksi sömürgeciliği tartışmadan olmazdı elbette. Kışanak da bu oturumdaki konuşmacılardan biri olarak alkışlarla karşılandı.

Kobani davasında “Siz kimsiniz ki beni yargılıyorsunuz” diyerek mahkeme heyetini yargılayan Kışanak, konuşmasında bu sefer de yüz yıllık cumhuriyeti yargılıyor. Cumhuriyetin nasıl bile isteye evlatlarını yuttuğuna, Kürt sorunu denen sorunun nasıl bir tür gelişmişlik, kalkınma veya yüzeysel bir ayrımcılık sorunu olmadığına; meselenin kökünde sömürgesel ilişkiler olduğuna dikkat çekiyor. Şark Islahat Planı’nda ve birçok gizli devlet belgesinde Kürtlerin yaşadığı coğrafyadan “müstemleke” diye bahsedildiğini hatırlatarak, müstemleke hukukunun dünden bugüne nasıl inşa edildiğini anlatıyor Kışanak:

“Kürt sorunu dediğimiz sorun, varlığını anayasal rejime kabul ettirme mücadelesidir bir yandan da. Yönetimler değişmiş, darbeler olmuş ama bu temel politikada değişiklikler olmamış. İnkar politikası ortadan kalktı deniyor ama bu hukuksal bir duruma dönüşmemiş durumda. Hukuken hala bu yaklaşım devam ediyor.”

Kışanak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı iken tutuklanmış, yerine kayyum atanmıştı. Uzun süren hınç yargılamalarının ardından bu sene serbest kaldı. Sekiz koca yılı içeride geçirdikten sonra dışarı çıktı. Onu içeri aldıklarında, 2016’da gündem kayyumdu. Çıktığı dönemde de gündem kayyum. Van’daki deneme, halkın mücadelesi ile geri adım, Hakkari’de kayyum… Kışanak, tüm bunların nasıl da müstemleke hukuku ile ilgili olduğunu özetle şöyle aktarıyor:

“Oy hakkı vatandaş olarak kabul edilmenin temelidir ta site devletlerinden beri. Kadınların, siyahların oy hakkı mücadelesi sömürgesel ilişkilere karşı bir mücadeledir. Oy hakkı malesef hâlâ sömürgesel ilişkinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Kürtler hâlâ oy hakkı için mücadele ediyor. Kayyum meselesi öyle basit bir mesele değildir. Oy hakkı konusunda bile problemlerimiz var.”

Sömürgeciliğin bir tür “medeniyet götürme” ayağı olduğunu da vurgulayan Kışanak’ın konuşmasında “Kürtler dil bilmiyor” diyen yaklaşımın absürtlüğü de gözler önüne seriliyor:

“Türkçe bilmemek, kendi anadili olan Kürtçeyi bilmek ve konuşmak, dil bilmemek midir? Sömürgesel ilişkilerdeki diğer mesele medeniyet götürme meselesidir. Fransa’nın, ABD’nin, küresel emperyalizmin konsorsiyumları aracılılığıyla bunu sürdürdüğünü konuşuyoruz. Ama bize geldiğinde bunu konuşamıyoruz. Tabiki insanlık birbirinden çok şey öğreniyor. Dediğim kapalı bir toplum yaratmak değil. Bunun tek taraflı yukarıdan ve buyurgan bir ilişki olması sorun. Toplumu yoğurma, ona şekil verme ve istediği kalıba sokma…”

Kürt sorununun çözümünü bir tür kalkınma, gelişmişlik sorunu olarak tarifleyen yaklaşım nicedir solun bir bölümünde de kabul görüyor. Kışanak’a göre, bu yaklaşım bırakın eksik olmayı, gerçeklikten kopuk da. Konuşmasını dinlerken, Kürt coğrafyasının geri kalmışlığı denen hadisenin nasıl sömürgesel ilişkilerle inşa edildiği konusunda zihinler berraklaşıyor:

“Uluslararası Çalışma Örgütünün protokolleri var ve Türkiye buna taraf. Çalışan işçilerin anladığı dilde iş güvenliği levhası konulmasına Türkiye’nin çekincesi var. Bölgede bırakın kalkınmayı geçimlik ekonomiyi bile yok edecek kadar yıkıcı bir müdahale var.”

Buna örnek mi istersiniz? Yakın tarihimizden bir örneği var Kışanak’ın. Avrupa Birliği uyum sürecinde bölgesel kalkınmışlık düzeyleri arasındaki farkı azaltmak için açılan hibe programlarına AKP’nin nasıl çöktüğünü anlatıyor. Avrupa Birliği tarafından dağıtılması gereken hibelerin, AKP zoruyla bakanlıklar eliyle dağıtılması, Kürtlerin belediyelerine neredeyse hiç kaynak ayrılmaması; müstemleke hukukunun ekonomi-politiğini anlamak isteyenlere berrak bir fotoğraf sunuyor.

Kaynaklarını sömürmek, merkezi kaynaklardan mahrum bırakmak; siyasal alanda kayyumlara uzanan bir rejim inşa ediyor. Kışanak da konuşmasında, “Kayyumların politik olduğu kadar yerel ekonomiye müdahale boyutu da olduğunu düşünüyorum” diyerek aktarıyor bu durumu.

Kışanak’ın konuşması iktidar ortaklarının ırkçılığı yükseltmeye dönük girişimlerinin sonuçları olarak Kürt işçileri, Amedspor forması giyenlere, Kürtçe konuşmaya, belediye eş başkanının tutuklanmasına değiniyle sona yaklaşıyor. Bunların nasıl sıradanlaştırıldığını anlatan Kışanak, “Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu olarak kaldığı sürece çözülmeyecek. Kürt sorunu bu topraklarda ortak bir gelecek kurmak isteyen herkesin sorunudur” diyerek konuşmasını sonlandırdığında ayakta alkışlanıyor.

***

Kışanak’ın konuşması bittiğinde, en başa, halk kahramanları mevzusuna dönüyorum. Birini kahraman yapan, hele hele halk kahramanı yapan nedir? Bu sorunun bendeki ilk cevabı tevazu oluyor.

Olanca tevazusuyla herkesi dinleyen, kendine yapılanları anlatmaktan imtina eden birisi, bir halkın kahramanı olmuştur bile. Kışanak’ın kendisinin böyle bir mertebeyi istediğine hiç şahit olmadım meslek hayatım boyunca. Ancak kendisi istese de, istemese de onu o mertebeye koyan halkların var olduğuna tanığım.

Nitekim kongre bittikten sonra Karaburun’da karşılaştığı bir tanıdıkla konuşuyorum. Cezaevinden çıktıktan sonra onu ilk kez gördüğünü, gözyaşlarına hakim olamadığını söylüyor. Kışanak’ın kendisine, “Halklarımız için bir bedel ödenecekse, öderiz, önemli” değil minvalinde karşılık verdiğini ve “Yeter ki halklarımız kurtulsun” dediğini anlatıyor…

Kahramanlara ve kahramanlığa itirazım baki. Ancak zamanın kendi içine çökertildiği, korkunun zihin ve bedenlerimizi ele geçirdiği bir dönemde gerçek halk kahramanları bize kendi gücümüzü hatırlatıyor. Karaburun’un Börklüce’si gibi, dönemimizin de kahramanları var. Başına ne gelirse gelsin, ortalık ne kadar bulandırılırsa bulandırılsın sakince hakikati anlatan, itirazı sürekli kılanlar iyi ki var…

***

Kapanış parantezi, Karaburun Bilim Kongresi’nin kendisine dair. Kongre bu yıl 18’inci kez kapılarını açtı. Onlarca konuda, onlarca konuşmacı meramını, derdini anlattı. Önemli bir bölümünü dinleme, tartışmalara katılma imkanı bulduğum bu kongre; bütün eksikliklere rağmen bir itirazı sürekli kılma konusunda önemli bir mevziyi tutuyor.

Olağanüstü hal rejiminin ihraç ettiği Barış Akademisyenleri ile altı iyice boşaltılan akademinin kendi sınırlarını da aşarak eleştiri ve itirazı sürekli kılması, kıymetli olduğu kadar hayati bir mesele. Kongreyi düzenleyenlere, katılanlara şükranla bu yazıyı sonlandırmak isterim.

Son söz, akademiden KHK ile ihraçların yıl dönümü vesilesiyle kongrede okunan “Barış kazanacak, akademi biat etmeyecek” başlıklı basın açıklamasından:

“Sekiz yıl sona bugün, AYM’nin 2019 yılındaki kesin hükmüne ragmen OHAL Komisyonu ve alt mahkemeler marifetiyle çoğunluğu işlerine dönemedi, dönenlerin bir kısmı yeniden ihraç edildi. Daha kaç yıl süreceği belirsiz olan bu süreç devam ediyor.

“Bizler; barış imzacıları, onların örgütleri, dayanışma akademilerimiz, platformlarımız ve dostlarımız olarak, bu sürecin tüm sorumlularını asla unutmayacağız ve hepsiyle hukuken hesaplaşacağız. Özellikle KHK listelerini hazırlayanlar, buna yol açan göstermelik soruşturma komisyonlarında imza atanlar ve bunlara onay verenler ve de dönemin Sadettin Hülagü, Erkan İbiş gibi rektörleri ile üniversite yönetim kurulu üyesi dekanlar ve diğerleri bilsinler ki üniversiteler bilimsel, demokratik kurumlar olduğunda onların adları sadece utanç listelerinde yer alacak.”