Zümrüdü Anka
Ferhat Kentel 19 Ekim 2024

Zümrüdü Anka

Yeni bir mecrada taze bir “merhaba” diyerek başlamak istediğim bir yazı bu… Ama kalbimi acıtan ölümler yokmuş gibi yazmam mümkün olmayacak. Ve bir merhaba yazısına böyle başlanmaz ama son bir ayda yaşıtım olan, hayatımda her biri önemli bir yere sahip olan dört güzel insanın aramızdan ayrılmasından bahsetmem lazım. Onların önünde küçük de olsa saygımı ve özlemimi dile getirmem lazım.

Önce liseden arkadaşım Osman Aysen’i kaybettik. Son yıllarda bir arkadaş grubumuzun yeniden canlanmasıyla yeniden bağ kurmuştuk kendisiyle. Dünyanın en ince, en sakin insanlarından biriydi; hep gülümseyen yüzüyle ve yıllar önce haksızlık karşısında arkadaşlarının hakkını savunmasıyla hatırlayacağım kendisini…

Sonra Tomris Giritlioğlu’nu kanserden kaybettik. Onunla Etyen Mahçupyan sayesinde tanıştım ve isteği üzerine önce “Hatırla sevgili”, sonra da “Bu kalp seni unutur mu?”dizilerinde kendisine danışmanlık yaptım. Tomris, hep dostluklarının üzerine titredi. Yaptığı film ve dizilerle hafızamıza muhteşem bir selam durmasında olduğu gibi… Şimdilerde hafıza silme ve kurgusal hafıza yaratma emrine uyarak iş yapan güdümlü sinemacılardan farklı olarak, o çığır açtı; tarihe adaletli bir bakışın nasıl olacağını gösterdi.

Sonra Haluk Ağabeyoğlu’nu apansızın çıkan bir hastalık sonunda kaybettik. Haluk benim ODTÜ yıllarımdan “tanıdığım” bir insandı. Üniversite yıllarında, aslında ideolojik olarak çok yakın olmamıza rağmen, benim ait olduğum ve onun ait olduğu siyasi hareketler arasında kelimenin gerçek anlamıyla “uyduruk” (“kim kimin afişinin üzerine afiş astı”) nedenlerle çıkan kavgalardan ötürü “birbirimize” çok sempatik bakmazdık. Tabii ki zaman içinde bu mezhep kavgaları aşıldı ve akabinde ben Haluk’u keşfettim. Onun radikalliği bende hiç olmadı ama hiçbir zaman alttan almayan, gözünü ve sözünü sakınmadan harekete geçen, gerekirse tek başına da kalsa “eylem” yapmaktan kaçınmayan, cesur ve yiğit “devrimci” kişiliği karşısında hep hayranlık duydum.

En sonunda, bu yazıyı yazdığım günün sabahında gene ODTÜ zamanlarımdan tanıdığım Fuat Keyman’ı, onu da Tomris gibi kanserden kaybettiğimizi öğrendim. Başkalarını beğenmeyen, aşağılamaya meraklı, kibirli entelektüel, akademik, okur-yazar takımından farklı olarak, her zaman pozitif, çok çalışkan, her zaman özenli, insan ilişkisine kıymet veren Fuat’ı kaybetmek de çok ağır geldi.

Hepsini saygıyla ama daha da çok son zamanlarında kendilerine yeteri kadar zaman ayıramadığım için suçluluk duygusuyla anıyorum.

Bu dört güzel insan birbirinden çok farklıydı ama her biri mütevazıydı, her biri insana kıymet verirdi. Bu insanların hatırasını hep yanımda taşımak ve çoğaltmak istiyorum. Her birinden yaşadığımız hayata, içinde bulunduğumuz topluma ve birlikte olduğumuz insanlara dair daha zengin bir bakışı canlı tutmak için…

***

ilketv.com.tr’de yazıyor olmak bende -biraz klişe bir lâf olacak ama- “nerede kalmıştık?” heyecanı gibi bir duygu yaratıyor. Yıllar önce birçok iyi şey gibi kaybettiğimiz bir mecrayı, çok özlediğimiz İMC TV’yi yeniden bulmak gibi yani… O kaybettiğimizi yeniden bulup, kaldığımız yerden, hatta daha ileriden devam etmek.

Farkındayım, bundan 10-15 yıl önce (kabaca Gezi direnişi öncesinde) çok daha özgür bir ülkedeydik. Çok daha fazla konuşuyorduk, çok daha fazla sokaklardaydık. Yani şimdi “daha ileriden devam etmek” demek anlamsız görünebilir. O günden bu yana kötülüğün tırpanı her yerde çalışıyor. Ama gene de o günden bugüne çok daha tecrübeliyiz ve dirençliyiz ve kötülük bir türlü istediği “randımanı” alamıyor.

Türkiye’nin tepesindeki zihniyet, güvenlik kuvvetlerine, emri altındaki hâkim ve savcılarına, medya organlarına rağmen tam olarak istediği dünyayı kuramıyor. Şimdilerde uzun vadeli yatırımlara daha çok önem vermeye başladı ve genç nesilleri topyekûn ve garantili bir şekilde ele geçirmek için “Türkiye yüzyılı maarif modeli” adlı, içinde bol miktarda afili lâf olan ideolojik yatırım ve yaptırımlı programlara başvurmaya başladı. Bir türlü makbul vatandaşı inşa edemeyen, halkı yola getiremeyen, getiremedikçe deli danalar gibi, arka arkaya “milli eğitim reformları” yapmaya çalışan ulus-devlet yönetimleri gibi… Tabii ki bu sadece “dindar” görünümlü devletlere, hükümetlere, partilere özgü bir durum değil; mesela gayet laik bir devlet olan Fransa’nın reform yapma konusunda “tecrübesi” çoktur.

Milli eğitim reformu ya da okullarda küçük çocukları yakalayıp, beyinlerini deterjanla yıkama operasyonu gibi, gizlisi saklısı olmayan iktidar tekniklerinin yanı sıra, söz konusu zihniyetin başka araçları da var. Ve bu araçlara, yani parayı, yakılan orman arazilerini, sahilleri, sağlık sektörünü ele geçiren mafyatikçevrelerine, hırsızlığı milliyetçilik diliyle yapanlara, velhasıl elinin altındaki her türlü iktidar payandasına rağmen olmuyor… olmuyor

Susmuyor bu toplum

Evet, Açık Radyo “susturuldu”… Radyonun 30 yıl boyunca özenle inşa ettiği muhteşem birikimi bir iktidar, çömezleri vasıtasıyla yıkmak istedi. Tabii ki, bir patronu olmayan, dünyada muhtemelen başka bir örneği olmayan, dünyanın en güzel dayanışma örneklerinden birini oluşturmuş bir topluluğun yüzlerce programcısı, gönüllüsü ve dinleyicisinin yaşadığı hüsran duygusunu anlamak hiç zor değil. Bu yüzden radyonun sesinin kapatıldığı gün, basın toplantısı sırasında radyonun avlusunda ve internetteki toplantıda elle tutulur netlikte bir hüzün vardı; insanlar gözyaşlarını tutamadılar.

Ama izleyenler görmüştür; o avludaki toplantıda sadece hüzün yoktu. Oradaki insanların gözlerinde umut vardı. Çok hüzün vardı ama asla güçsüzlük duygusu söz konusu değildi orada…

Bu yüzden, çiçeğe, kuşa, akarsuya, insanlara ses olan, kâinatın tüm seslerine ve titreşimlerine Açık Radyo da susmayacak… Bu toplum susmayacak çünkü…

Bu toplum susmayacak çünkü hayatını kaybeden, her biri başkalarına kıymet veren benim güzel arkadaşlarım da bu toplumun içinde yaşamaya devam ediyorlar. Onlar gibi güzel insanlarla birlikte bu toplum her seferinde yeniden doğuyor…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.