09.06.2025 – Silivri Cezaevi
İnsanın varlığı, kendi başına insanca yaşamak için yeterli değildir. Çünkü insan, haklarıyla birlikte insandır. Adalet, özgürlük, eşitlik, onurlu yaşam… Temel insan haklarını ifade eden bu kavramlar çekilip alındığında, insanın varlığı kendisine yabancılaşmaya başlar.
Mültecilik, yani yerinden yurdundan edilmiş yaşam, insanın doğasına uygun değildir. Bu nedenle mültecilik gönüllü değil, zorunlu bir tercihtir.
Mülteciler, toplumun en dezavantajlı kesimlerinden biridir. Mültecilere yaklaşım, vicdanın, adaletin ve insanlığın turnusol kâğıdıdır. Fakat mülteciler her yıl daha çok dışlanmakta ve hakları budanmaktadır.
Savaşların, iklim göçlerinin ve kuraklığın; açlık göçlerinin ve zorla yerinden etmenin sebebi mülteciler değil, egemen kapitalist sistemdir.
Herkes bir gün mülteci olabilir.
Bu nedenle göç ve iltica sorunu herkesi ilgilendirir.
Mülteciler, uluslararası sözleşmelerden doğan haklarıyla birlikte mültecidir. Sığınma, göç, iltica ve yurttaşlık gibi mülteci hakları tüm insanların kazanılmış haklarıdır.
20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü olarak ilan edilmiştir.
Bugünün ve her günün anlamı, onları haklarıyla birlikte anmaktır.
Orbanizm fikri iktidarda
Almanya’da Merz hükümeti işe mülteci haklarını budamakla başladı. Deport işlemleri hızlandı, sert sınırlara geri dönüldü.
İngiltere’de Starmer hükümeti de aynı rotada ilerliyor. İşçi Partisi ve sosyal demokrat hükümetler sağcılaşıyor. Aşırı sağ yükselmesin diyerek sert göç anlaşmaları ajandaya yazılıyor.
Macaristan Başbakanı Orban en radikal mülteci düşmanı. Orbanizm, Avrupa’nın yeni göç politikası hâline geliyor. Dublin Anlaşması adeta kevgire döndü.
ABD’de ise Trump ekibi göçmenlere savaş açarak iktidara geldi. Mahkeme kararına rağmen yüzlerce göçmen El Salvador’daki hapishaneye gönderildi.
ABD ve AB ülkeleri, az gelişmiş ülkeleri mülteci deposu yapıyor. Sistematik geri gönderme, hak-hukuk dinlemiyor.
En çok mülteciler savaş bölgelerinden
Ukrayna Savaşı’nda 6 milyon insan yerinden oldu. Tam geri dönüşler başladı derken çatışma yeniden alevlendi. Ukrayna’da iç-dış göç sirkülasyonu devam ediyor.
İran’ın ne olacağı meçhul. Tayvan ve Kore kaynayan bölgeler. Afrika’da iç çatışmalar durmuyor, yeni göçler kapıda.
Bugün bir büyük savaş bölgesi de Gazze. Şimdiden 2 milyon insan yerinden oldu. Filistin nüfusunun yarısı mülteci. BM bünyesindeki çadır kamplar, okul ve hastaneler defalarca bombalandı.
Trump’ın projesi Filistin’e tehcir dayatıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en kapsamlı sürgün kapıda. Gazze sürgünü, tüm kıtalara yayılacak karanlık bir modele işaret ediyor.
BM’de ve Adalet Divanı’nda yeterli yaptırım yok. Êzîdîlerle ilgili soykırım ve sürgün kararları da askıda.
Kısacası, dünyada en çok mülteciler hâlâ savaş ve çatışma bölgelerinden çıkıyor.
Daha çok silah, daha çok göç
NATO, üye ülkeler için silahlanma bütçesini %5’e çıkarıyor. Oysa bu paralarla yüz binlerce okul ve hastane yapılabilir. Göçmenlere ayrılan pay da hızla yok ediliyor.
Rusya, Çin ve Kuzey Kore de silahlanma yarışında. Ne kadar silah, o kadar savaş, gözyaşı ve göç. Bu denklem, dünyayı mülteci üreten bir fabrika hâline getiriyor.
Akdeniz’de ve Afrika çöllerinde mülteciler kitlesel olarak ölmeye devam ediyor.
İklim göçleri kapıda
Küresel sıcaklık, iklim göçünü tetikliyor. “Su savaşları” diye yeni bir savaş konsepti var artık. Kapitalizmin yeşil enerji hamlesi derde derman olmadı, sadece pazar alanı açtı.
Trump, yıkıcı petrol ve karbon üretimine geri döndü. Sadece hayvanların değil, büyük insan topluluklarının göçü de bir distopya olarak yakınlaşıyor.
Mülteciler out, kiralık göçmenler in
Körfez Arap devletleri, milyonlarca göçmen işçinin emek sömürüsü üzerinde yükseliyor. Geçici, sözleşmeli, güvencesiz göçmen sömürüsü artık ABD ve AB’nin de bir modeli.
Onlara göre mülteciler, aileleriyle birlikte maliyet. Yeni göç rejimi, mültecileri deport ederken yerine kiralık sözleşmeli göçmen işçileri transfer ediyor.
Kiralık göçmen emeği, sermayenin yedek işçi ordusu hâline getiriliyor ve mobilize olarak ülkelerden ülkelere, kıtalardan kıtalara kiralanıyor.
Dünya sendikal hareketi yol ayrımında:
Ya yerlisi göçmeniyle işçiler ortak örgütlenecek,
ya da sermaye işçiler arasında rekabeti daha da kızıştıracak.
Bir davanın ötesi: Vezir Mohammed Nourtani
O, kaçak bir maden ocağından alınıp bedeni yakılan bir mülteciydi. Sanıklar ödül gibi cezalar aldılar, dava istinafa taşındı.
Nourtani, vahşi iş cinayetlerinde ölen en az bin mülteci işçinin sembolü hâline geldi. Buna karşın Türkiye’nin Bangladeşleşme rotası değişmiyor.
Artık güvencesiz göçmen ticaretinde Türkiye sadece bir transit ülke değil, hedef ülke. Geri Kabul Anlaşması, Türkiye’yi mülteci deposu hâline getirdi.
Suriye’nin yeniden inşası
İç savaş sonrası Suriye, siyasi istikrarını arıyor. Çatışma riski, geri dönüşleri zorlaştırıyor. Mülteci toplum, geri dönüş için zaman istiyor. Siyasi denge henüz oturmuş değil.
Araplar, Kürtler, Dürzîler, Alevîler, Nusayrîler ve diğer halklar bir arada yaşam formunu arıyor. Bu arada ekonomik ve ticari projeler de gündeme geldi. Gözler, geri dönecek Suriyeli işçilerde.
Peki, bu işçiler hangi koşullarda çalışacak? Şirketler ve sendikaların önünde bu soru duruyor.
Türkiye’de patronlar alarm zili çalıyor. Suriyeli işçilerin yerine Afrika’dan, Uzak Asya’dan, Türkî cumhuriyetlerden ithal işçi siparişleri gündemde.
Oysa 13 yıldır Türkiye’de çalışan Suriyeli işçilerin müstekeb, yani kazanılmış hakları, tazminatları, temel emek hakları konuşulmuyor bile. Yerli işçilere de en ucuz emek dayatılıyor.
Türkiye’li mülteciler: Gerçekliğimiz
Britanya Adası, Almanya, Kanada, Meksika gibi yerlere bakınca, Türkiye’den giden mültecilerin sayısı Afganistanlı ve Suriyeli mültecilerle yarışıyor. Beyaz yakalılarla birlikte bir beyin göçü de yaşanıyor.
Bu nedenle mülteci hakları, ülkeden giden gençleri de doğrudan ilgilendiriyor.
Göçmen düşmanlığı, aşırı sağın gıda kaynağı
Popülist ve aşırı sağ, göçmen düşmanlığını kullanarak yükseliyor. Irkçılık sadece göçmenleri değil, emek ve demokrasi güçlerini de tehdit ediyor. Ezilen halklar ve inançlar da topun ağzında.
Mülteci haklarını görmeyen, görmezden gelen bir perspektifin; halkların kardeşliğini, demokrasi ve eşitlik temelinde siyasi bir gücü tesis etmesi olası görünmüyor.
2025 yılı boyunca ortaya çıkan ortak mücadele ve dayanışma ağları ise hem mültecilere hem de insanlığa umut veriyor. Kaliforniya’daki göçmen eylemleri bu uyanışa işaret.